Panik ataklı bir yazarım, hem yazar, hem ağlarım
Herkesin ağzında bir panik atak , her konuşmanın, başına ya da sonuna ekleniyor. Son zamanlarda çok popüler adı batasıca. Panik ataklılar, adeta eskinin cüzamlısı gibi, kendini saklıyor ve geri çekiyor. O zamanda hastalıkla mücadele etmek daha da zorlaşıyor. Hastalığı daha iyi anlatabilmek için, kendimi bu konuda feda ediyor ve panik atakla tanışmamı ve hangi süreçlerden geçtiğimi anlatıyorum. Sırf birilerine faydam olsun diye
.
Yaklaşık 9, 10 yaşlarındaydım, boynumda bir ağrı ve lenf bezlerimde şişmeler oldu. Annem hemen, evdeki Hayat ansiklopedilerine sarıldı. Tabii o zaman, internet gibi kutsal bilgi kaynakları yok. Nostaljik bir şekilde, hastalıklara bakıyorsunuz, alfabetik olarak çıkıyor, belirtiler, tedavi falan her şey okunuyor. Neyse sırayla hastalıklar okunuyor, akut lösemi değil, kızamıkçık, kabakulak
Hah tamam kabakulak bana uydu.
Gerçekten de kabakulak olmuşum ama o zamanlardan başlayan, annemin bu hastalıkları, ansiklopediden okuma yoluyla teşhis yöntemi, her halde zihnime yerleşmiş ve daha sonraki yaşamımda, evham olarak hayatıma girmiş. Çünkü ortaokul sıralarına gelince de acaba , ben kan kanseri olur muyum diye, korktuğumu hatırlıyorum.
Kendini açıkça ifade edemeyen , çekingen, biraz içine kapalı bir çocuk olduğumdan da, 17 yaşımda, yutkunma problemlerim olmuştu. Doktora gidip, boğazım, herkesten daha dar olabilir mi diye baktırdığımı hatırlıyorum. Neyse ilk panik atakla tanışmam ;
Çok yıllar sonra, haber okumaya başladığımda oldu. Çok uzun, yani yaklaşık 15 dakikada okunabilecek bir metin, bizim tabirle dsf , ( görüntü üstüne metin okuma) elime geldiğinde, heyecanlanmış, soluğum yetmeyecek, ele güne rezil olacağım diye, metni okuyamamış, büyük bir heyecan fırtınası yaşamış, habere girememiş, ilk panik atağımı da o zaman atlatmıştım.
Niye bu kadar ayrıntılı ve eskiye dönük anlatıyorum. Panik atağın, hangi ruh haline dönük kişilerde olduğunu açıklayabilmek için.
Doktorlar, bir sefer geçirilen panik nöbetini ciddiye almıyorlar. Ben de o zaman yeni spiker olduğumdan, metnin uzunluğu da göz önüne alındığında , doktorum çok da hastalık olarak algılamadı, basit şuruplarla geçiştirdi durumumu , benim de işime geldi, Şimdiki aklım olsaydı, değil olayı bastırmaya çalışmak, hemen üstüne giderdim.
Aradan uzun yıllar geçti, bu sefer;
4,5 saatlik bir uçak yolculuğunun, son 2 saatinde uçakta bir panik nöbeti geçirdim, yanımda ne ilaç var, ne şurup hiçbir şey yok. Uçak yere inene kadar, akla karayı seçtim. Sürekli bir çarpıntı ve bayılma hissi, nefesim yetmiyor gibi hissetme, kabus gibi bir durum. Bu durumu da atlattıktan sonra anladım ki, ben bu rahatsızlığı, kabul etmeyerek, bastırarak, yok edemeyeceğim. Çünkü sonrasında, kapalı alanlara girememe, sinemaya gidememe gibi bir sürü sıkıcı şeyle uğraştım. Durumumu kabullendim, doğru psikiyatriste
Çünkü, o durumumu yaratacak fiziksel bir rahatsızlığım yok. Terapi süreci başladı, işte neden korkuyorsun, günlük olaylar karşısında, nasıl tepki veriyorsun, yaşamdan beklentilerin neler? Kendinle barışık bir insan mısın gibi, sorularla ve yanıtlarıyla yüzleştim. Bu gün değerlendirdiğimde, kendimi tanımamda faydalı olduğunu ve olumlu bir süreçten geçtiğimi görüyorum. Bu rahatsızlığın, yani panik atağın, (doktorlar panik atağı, hastalık değil, " bozukluk" olarak tanımlıyorlar. ) aslında, bir ruh hastalığı değil, genetik, vücudun kimyasıyla ilgili bir bozukluk olduğunu, ilaçsız kontrol altına alınamayacağını, nasıl fizyolojik hastalıklar varsa, bunun da beyindeki, kimyasallar ve hormonlarla ilgili olduğunu öğrendim. Utanmayı, sıkılmayı bir kenara koydum. Yapmaktan korktuğum şeylerin üstüne gittim, kalabalık trafikte, yalnız araba kullanamıyordum, onu yapabiliyorum, büyük alışveriş merkezlerine ve kalabalığa, panik atak korkusuyla giremiyordum, şimdi girebiliyorum, metroya binebiliyorum.. Yapamadığım, her şeyi yapabiliyorum. Kendimi , panik ataklı olduğum için, cesaretsiz, hastalıklı ya da eksik görmüyorum, tam tersi, bu bozukluğun, beni içimdeki, eksik parçalarla bütünleştirdiği ve bana kendimle ilgili yanlışları gösterdiği için, olumlu olduğunu düşünüyorum. Kendini saklayan, neden bu rahatsızlık benim de başıma geldi diyen bir çok panik ataklı insan var. Bu yazıyı, onlar adına yazıyorum. Bu rahatsızlık, herkesin başına gelebilir, ruhsal bir hastalık değildir, ölüme yol açan bir hastalık değildir. Sadece, ölüm korkusuyla sık sık yüzleşmemizi sağlayan bir hastalıktır. Yapılacak şey, endişe etmek yerine, durumu kabullenmek, bu bozukluğun bize bir zarar vermediğini anlamak, ilaçsa ilaç, terapiyse terapi, gerekenleri yapmak. Bizle yaşayan, etrafımızdaki insanlara da, durumumuzu anlatmak, bunun bir şımarıklık, ya da , delilik gibi bir şey olmadığını, tedavi edilebilir bir rahatsızlık olduğunu söylemek ve onlardan da, bu konuda anlayış beklemek.. Sonra da, yaşama bakışımızı, gerekiyorsa yeniden şekillendirmek, bardağın dolu tarafını da görebilmek, sadece boş tarafın altını çizmemek lazım . Sorunları büyütmek yerine, çözümlere odaklanmak gibi. Sonuç itibariyle; İnsan vücudu, mükemmel çalışan bir makine, ne kadar doktorlar da olsa, her insan, kendi vücudunu iyi tanımalı ve kendi doktoru kendi olmalı.
Kendine iyi bakmalı, düzenli sporunu yapmalı, beslenmesine, uykusuna dikkat etmeli, kendini, eksiğiyle, fazlasıyla sevmeli
Gerisi de Yaratan " a kalmış zaten.
Ölüm korkusu yaşarken, yaşamın güzelliklerini kaçırmak, yaşamak sayılmaz zira
.
Ne yapalım bizden, öyle Ayşe Arman gibi, hem evliyim, ama başkalarını da aklımdan geçirir, sonra da, yaşadığım ilişki o kadar değerli ki, sessizce köşeme çekilirim türünden yazılar beklemeyin, bizim meşrebimiz farklı kıvamdan, ama sorarsanız , hangisi daha makbuldur diye ? Derim ki, bir memlekete oradan da da lazım, buradan da.
.
">
Panik ataklı bir yazarım, hem yazar, hem ağlarım
Herkesin ağzında bir panik atak , her konuşmanın, başına ya da sonuna ekleniyor. Son zamanlarda çok popüler adı batasıca. Panik ataklılar, adeta eskinin cüzamlısı gibi, kendini saklıyor ve geri çekiyor. O zamanda hastalıkla mücadele etmek daha da zorlaşıyor. Hastalığı daha iyi anlatabilmek için, kendimi bu konuda feda ediyor ve panik atakla tanışmamı ve hangi süreçlerden geçtiğimi anlatıyorum. Sırf birilerine faydam olsun diye
.
Yaklaşık 9, 10 yaşlarındaydım, boynumda bir ağrı ve lenf bezlerimde şişmeler oldu. Annem hemen, evdeki Hayat ansiklopedilerine sarıldı. Tabii o zaman, internet gibi kutsal bilgi kaynakları yok. Nostaljik bir şekilde, hastalıklara bakıyorsunuz, alfabetik olarak çıkıyor, belirtiler, tedavi falan her şey okunuyor. Neyse sırayla hastalıklar okunuyor, akut lösemi değil, kızamıkçık, kabakulak
Hah tamam kabakulak bana uydu.
Gerçekten de kabakulak olmuşum ama o zamanlardan başlayan, annemin bu hastalıkları, ansiklopediden okuma yoluyla teşhis yöntemi, her halde zihnime yerleşmiş ve daha sonraki yaşamımda, evham olarak hayatıma girmiş. Çünkü ortaokul sıralarına gelince de acaba , ben kan kanseri olur muyum diye, korktuğumu hatırlıyorum.
Kendini açıkça ifade edemeyen , çekingen, biraz içine kapalı bir çocuk olduğumdan da, 17 yaşımda, yutkunma problemlerim olmuştu. Doktora gidip, boğazım, herkesten daha dar olabilir mi diye baktırdığımı hatırlıyorum. Neyse ilk panik atakla tanışmam ;
Çok yıllar sonra, haber okumaya başladığımda oldu. Çok uzun, yani yaklaşık 15 dakikada okunabilecek bir metin, bizim tabirle dsf , ( görüntü üstüne metin okuma) elime geldiğinde, heyecanlanmış, soluğum yetmeyecek, ele güne rezil olacağım diye, metni okuyamamış, büyük bir heyecan fırtınası yaşamış, habere girememiş, ilk panik atağımı da o zaman atlatmıştım.
Niye bu kadar ayrıntılı ve eskiye dönük anlatıyorum. Panik atağın, hangi ruh haline dönük kişilerde olduğunu açıklayabilmek için.
Doktorlar, bir sefer geçirilen panik nöbetini ciddiye almıyorlar. Ben de o zaman yeni spiker olduğumdan, metnin uzunluğu da göz önüne alındığında , doktorum çok da hastalık olarak algılamadı, basit şuruplarla geçiştirdi durumumu , benim de işime geldi, Şimdiki aklım olsaydı, değil olayı bastırmaya çalışmak, hemen üstüne giderdim.
Aradan uzun yıllar geçti, bu sefer;
4,5 saatlik bir uçak yolculuğunun, son 2 saatinde uçakta bir panik nöbeti geçirdim, yanımda ne ilaç var, ne şurup hiçbir şey yok. Uçak yere inene kadar, akla karayı seçtim. Sürekli bir çarpıntı ve bayılma hissi, nefesim yetmiyor gibi hissetme, kabus gibi bir durum. Bu durumu da atlattıktan sonra anladım ki, ben bu rahatsızlığı, kabul etmeyerek, bastırarak, yok edemeyeceğim. Çünkü sonrasında, kapalı alanlara girememe, sinemaya gidememe gibi bir sürü sıkıcı şeyle uğraştım. Durumumu kabullendim, doğru psikiyatriste
Çünkü, o durumumu yaratacak fiziksel bir rahatsızlığım yok. Terapi süreci başladı, işte neden korkuyorsun, günlük olaylar karşısında, nasıl tepki veriyorsun, yaşamdan beklentilerin neler? Kendinle barışık bir insan mısın gibi, sorularla ve yanıtlarıyla yüzleştim. Bu gün değerlendirdiğimde, kendimi tanımamda faydalı olduğunu ve olumlu bir süreçten geçtiğimi görüyorum. Bu rahatsızlığın, yani panik atağın, (doktorlar panik atağı, hastalık değil, " bozukluk" olarak tanımlıyorlar. ) aslında, bir ruh hastalığı değil, genetik, vücudun kimyasıyla ilgili bir bozukluk olduğunu, ilaçsız kontrol altına alınamayacağını, nasıl fizyolojik hastalıklar varsa, bunun da beyindeki, kimyasallar ve hormonlarla ilgili olduğunu öğrendim. Utanmayı, sıkılmayı bir kenara koydum. Yapmaktan korktuğum şeylerin üstüne gittim, kalabalık trafikte, yalnız araba kullanamıyordum, onu yapabiliyorum, büyük alışveriş merkezlerine ve kalabalığa, panik atak korkusuyla giremiyordum, şimdi girebiliyorum, metroya binebiliyorum.. Yapamadığım, her şeyi yapabiliyorum. Kendimi , panik ataklı olduğum için, cesaretsiz, hastalıklı ya da eksik görmüyorum, tam tersi, bu bozukluğun, beni içimdeki, eksik parçalarla bütünleştirdiği ve bana kendimle ilgili yanlışları gösterdiği için, olumlu olduğunu düşünüyorum. Kendini saklayan, neden bu rahatsızlık benim de başıma geldi diyen bir çok panik ataklı insan var. Bu yazıyı, onlar adına yazıyorum. Bu rahatsızlık, herkesin başına gelebilir, ruhsal bir hastalık değildir, ölüme yol açan bir hastalık değildir. Sadece, ölüm korkusuyla sık sık yüzleşmemizi sağlayan bir hastalıktır. Yapılacak şey, endişe etmek yerine, durumu kabullenmek, bu bozukluğun bize bir zarar vermediğini anlamak, ilaçsa ilaç, terapiyse terapi, gerekenleri yapmak. Bizle yaşayan, etrafımızdaki insanlara da, durumumuzu anlatmak, bunun bir şımarıklık, ya da , delilik gibi bir şey olmadığını, tedavi edilebilir bir rahatsızlık olduğunu söylemek ve onlardan da, bu konuda anlayış beklemek.. Sonra da, yaşama bakışımızı, gerekiyorsa yeniden şekillendirmek, bardağın dolu tarafını da görebilmek, sadece boş tarafın altını çizmemek lazım . Sorunları büyütmek yerine, çözümlere odaklanmak gibi. Sonuç itibariyle; İnsan vücudu, mükemmel çalışan bir makine, ne kadar doktorlar da olsa, her insan, kendi vücudunu iyi tanımalı ve kendi doktoru kendi olmalı.
Kendine iyi bakmalı, düzenli sporunu yapmalı, beslenmesine, uykusuna dikkat etmeli, kendini, eksiğiyle, fazlasıyla sevmeli
Gerisi de Yaratan " a kalmış zaten.
Ölüm korkusu yaşarken, yaşamın güzelliklerini kaçırmak, yaşamak sayılmaz zira
.
Ne yapalım bizden, öyle Ayşe Arman gibi, hem evliyim, ama başkalarını da aklımdan geçirir, sonra da, yaşadığım ilişki o kadar değerli ki, sessizce köşeme çekilirim türünden yazılar beklemeyin, bizim meşrebimiz farklı kıvamdan, ama sorarsanız , hangisi daha makbuldur diye ? Derim ki, bir memlekete oradan da da lazım, buradan da.
.