İddiam şu: Avrupa ve onu da içine alan şekilde Atlantik emperyalizmi, Kıbrıs ile ilgili Othello Sendromu içindedirler…
Bu olgu Akritas Kumpasından EOKA darbesine, Annan Planından, Rum Yönetiminin AB’ye alınmasına ve bugüne kadar değişmemiştir; değişeceğe de benzememektedir.
Atlantik’in “Kıbrıs-Rum aşkı” marazi bir aşktır. Tutku, güç, rövanş, intikam, ihanet ne varsa içinde barındıran, subjektif yorumlarla kendini tekrarlayan, zihinsel sosyal bir patolojidir.
Türkler yıllar yılı toplu kıyıma uğrarken ve toplu imha en barbar veçheleriyle sürerken…
1974 Barış Harekatı zorunlu ve haklı bir savunma müdahalesiydi…
O güne kadar ve sonrasında yaşanılanlar, “bizim” Ada’ya getirdiğimiz barıştan daha insancıl bir çözümün olmadığını kanıtladı.
Günümüz dünyasında, Kilisler bölünüyor, aynı dinden “farklı gelenekten” olanlar birbirinin üzerine yürüyor.
Bu koşullarda kimileri Kıbrıs’ı da “Haç ile Hilalin” çatışma alanı olarak tarif etmeye heves ediyor.
Oysa, derinlikli her gözlem, tüm çatışma ve savaşların petrol, doğalgaz ve maden kaynakları ekseninde icra edildiğini kavrar…
Bu ortamda, iki toplumlu, iki eşit halklı, iki egemen devletli çözüm yukarıda da ifade ettiğim gibi tek seçenek olarak kendisini teyit ediyor.
74 Müdahalesi “doğalgaz kaynakları, petrol yatakları veya madenler” için değil insan canını kurtarmak için yapıldı.
Bugün, Münhasır Ekonomik Bölge ve deniz yetki alanlarının öneminin gitgide kavrandığı çağımızda;
yeryüzünde güvenlik ve iktisadi anlamda kaderi birbirine bağlı çok az iki kara parçasından birinin; “Türkiye anakarası ve Kıbrıs adası” olduğu gerçeğini kavrıyoruz…
En başta insani olarak sonra güvenlik açısından en sonra da iktisadi boyutuyla Kıbrıs’tan vazgeçmemiz olası değildir. Kaldı ki Kıbrıs-Türk tarihi en az 550 yıllık bir tarihtir.
İşte geçenlerde KKTC’nin bağımsızlığının ilanının (15 Kasım 1983) yıl dönümüydü.
Tekrar kutlu olsun! Kıbrıs Türk uygarlığı sonsuza kadar bağımsız devletiyle ve özgür halkıyla var olsun!
O arada, Atlantik’in ve AB'nin "Othello Sendromu"ndan bir an evvel sıyrılması ve KKTC'ye, raporları ile adeta savaş açar pozisyondan sakınması “iyileşme süreçlerine” de uygun olur.
Türklere; Kıbrıs’ta, "askerini çek, Maraş'ı ver, denizi bırak/ toprağa hapsol, nüfusunu çoğaltma" demek, “biz faşist doğduk emperyalist öleceğiz” demektir.
Rum’u “maksimum” noktalarında tahrik etmek tüm Ada halklarına yapılacak süregiden büyük haksızlık olarak belirecektir.
Terör, düşmanlık, sömürü, adaletsizlik, göçler; doğanın yıkımı ile yaşadığımız metalik vahşi bir çağdır;
bu çağda gerçek ve kalıcı barışı korumak, çifte standarttan arınmış şekilde toplumların yapıcı ticari ve kültürel ilişkilerle,, insani anlamda gelişmesine katkı sağlamak hepimizin görevidir.
Bağımsızlığı ve barışıyla KKTC’nin kuruluşu kutlu olsun.
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti var olsun!
">
İddiam şu: Avrupa ve onu da içine alan şekilde Atlantik emperyalizmi, Kıbrıs ile ilgili Othello Sendromu içindedirler…
Bu olgu Akritas Kumpasından EOKA darbesine, Annan Planından, Rum Yönetiminin AB’ye alınmasına ve bugüne kadar değişmemiştir; değişeceğe de benzememektedir.
Atlantik’in “Kıbrıs-Rum aşkı” marazi bir aşktır. Tutku, güç, rövanş, intikam, ihanet ne varsa içinde barındıran, subjektif yorumlarla kendini tekrarlayan, zihinsel sosyal bir patolojidir.
Türkler yıllar yılı toplu kıyıma uğrarken ve toplu imha en barbar veçheleriyle sürerken…
1974 Barış Harekatı zorunlu ve haklı bir savunma müdahalesiydi…
O güne kadar ve sonrasında yaşanılanlar, “bizim” Ada’ya getirdiğimiz barıştan daha insancıl bir çözümün olmadığını kanıtladı.
Günümüz dünyasında, Kilisler bölünüyor, aynı dinden “farklı gelenekten” olanlar birbirinin üzerine yürüyor.
Bu koşullarda kimileri Kıbrıs’ı da “Haç ile Hilalin” çatışma alanı olarak tarif etmeye heves ediyor.
Oysa, derinlikli her gözlem, tüm çatışma ve savaşların petrol, doğalgaz ve maden kaynakları ekseninde icra edildiğini kavrar…
Bu ortamda, iki toplumlu, iki eşit halklı, iki egemen devletli çözüm yukarıda da ifade ettiğim gibi tek seçenek olarak kendisini teyit ediyor.
74 Müdahalesi “doğalgaz kaynakları, petrol yatakları veya madenler” için değil insan canını kurtarmak için yapıldı.
Bugün, Münhasır Ekonomik Bölge ve deniz yetki alanlarının öneminin gitgide kavrandığı çağımızda;
yeryüzünde güvenlik ve iktisadi anlamda kaderi birbirine bağlı çok az iki kara parçasından birinin; “Türkiye anakarası ve Kıbrıs adası” olduğu gerçeğini kavrıyoruz…
En başta insani olarak sonra güvenlik açısından en sonra da iktisadi boyutuyla Kıbrıs’tan vazgeçmemiz olası değildir. Kaldı ki Kıbrıs-Türk tarihi en az 550 yıllık bir tarihtir.
İşte geçenlerde KKTC’nin bağımsızlığının ilanının (15 Kasım 1983) yıl dönümüydü.
Tekrar kutlu olsun! Kıbrıs Türk uygarlığı sonsuza kadar bağımsız devletiyle ve özgür halkıyla var olsun!
O arada, Atlantik’in ve AB'nin "Othello Sendromu"ndan bir an evvel sıyrılması ve KKTC'ye, raporları ile adeta savaş açar pozisyondan sakınması “iyileşme süreçlerine” de uygun olur.
Türklere; Kıbrıs’ta, "askerini çek, Maraş'ı ver, denizi bırak/ toprağa hapsol, nüfusunu çoğaltma" demek, “biz faşist doğduk emperyalist öleceğiz” demektir.
Rum’u “maksimum” noktalarında tahrik etmek tüm Ada halklarına yapılacak süregiden büyük haksızlık olarak belirecektir.
Terör, düşmanlık, sömürü, adaletsizlik, göçler; doğanın yıkımı ile yaşadığımız metalik vahşi bir çağdır;
bu çağda gerçek ve kalıcı barışı korumak, çifte standarttan arınmış şekilde toplumların yapıcı ticari ve kültürel ilişkilerle,, insani anlamda gelişmesine katkı sağlamak hepimizin görevidir.
Bağımsızlığı ve barışıyla KKTC’nin kuruluşu kutlu olsun.
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti var olsun!