İkinci Dünya Savaşı ve Bretton Woods anlaşmasından sonra Amerika, altın karşılığı olup olmamasına aldırmadan dolar basmaya başladı.
Bir doların maliyeti bu para biriminin belki de yüzde biri bile değil, gel gör ki, Dünya üzerinde “dolar saltanatı” hala hüküm sürmekte.
Bu saltanat kuşkusuz, alternatif para transfer sistemleri ve BRICS ve Şangay iş birliği örgütünün gelişmesiyle bir ölçüde sınırlanmaya başladı ancak henüz yeterli derecede kırılmadı.
“Yeterli derecede…” şu demek; bugün yeryüzünde borçluyu daha borçlu kılan, ülkeleri moratoryum eşiğine taşıyan, serbest ticareti keyfince sınırlayan adaletsiz bir düzen söz konusu; dolar da bunun başlıca sorumlusu…
Dolar, silaha dayalı bir para… Onun hükümranlığı, Arap şeyhlerini de gereğinde “terbiye eden” ve üçüncü dünyaya paramiliter unsurlarla ayar veren; silaha, yani Amerikan Silah kuvvetine dayanıyor…
Yazık ki 46’dan başlayıp Fulbright ile önce eğitimimizi sonra da Marshall yardımı benzeri zehirli tatlandırıcılarla ekonomimizi biz de dolara bağlamışız…
Bütçe rakamları, projeksiyonlar, yap – işlet- devret garantileri ve ödemeler sistemi konu olduğunda hep dolarla yatıyor, dolarla kalkıyoruz…
Bunun sosyo – psikolojik boyutu da var elbette ancak olgu; maddiyatla ilgili… Hayatın tunç yasası hükmünü icra ediyor; 10 yıl içinde 3 liradan başlayan dolar şimdilerde 30 lira olarak karşımızda duruyor…
İhracat / ithalat dengesinde de işler iyi gitmiyor… 1 liralık mal satmak için 5 liralık ithalat yapıyoruz; kur bir zıplıyor; bir geceden sabaha borçlarımız fırlıyor; soyuluyoruz! Borsa ve finansman konusunda da yabancılara dolar üzerinden dünya kadar faiz ödüyoruz…
Bu düzen iki yoldan değişebilir:
İlki, dolar dışı ticaret ve garantiler verecek yeni uluslararası bankacılık sistemi…
İkincisi; gerçekçi olmak; üretim ekonomisine geçerek Türk Lirasını değerinde tutmak…
Batı dışarıya karşı 'serbest piyasacı'; içeride 'sosyal adaletçidir'…
Hele ki kalkınma yolundaysan; fabrika satmak değil kamu yatırımı yapman gerekir!
Bir para birimine gücünü veren; sanayi, denk bütçe, yatırım, istihdamın ve ihracatın niteliği, yaşam kalitesidir... Ve tabii Ordusunun gücüdür…
Paraya değeri, ekonomiye dinamizmi veren, tüketim toplumu veya borsa değildir!
Bu bağlamda ordumuz kadar ekonomimizi güçlendirmek zorundayız.
Konya Trakya ovaları Projeleri, Doğu'da hayvancılık, suda denizde balıkçılık, kooperatif bankacılığı geliştirilmelidir. O arada, yapay tatlandırıcılar ve üretiminde genetik oyunu bulunan gıdalar yasaklanmalı, Şeker fabrikaları asla satılmamalı, satıldıysa da hukuk kuralları içinde geri alınmalıdır…
Şu da bir gerçektir: Artık yapay zeka, bilgi otoyolları, otomasyon, nanoteknoloji bunların önemi kavrandı, biz de gereğini yapmalıyız… Orta vadede dünyanın her ülkesi için olduğu kadar “değeri artan Türkiye ekonomisi” için de enerji ve tarım yaşamsal önemdedir!
Aşık Veysel gerçekte büyük iktisadi sözlerden birini söylemişti! "Güzelliğin on para etmez sevdam olmasa".... Dolara dövize boyun eğmemeli, Türkiye’yi en başta ekonomik alanda güçlendirmeliyiz…
">
İkinci Dünya Savaşı ve Bretton Woods anlaşmasından sonra Amerika, altın karşılığı olup olmamasına aldırmadan dolar basmaya başladı.
Bir doların maliyeti bu para biriminin belki de yüzde biri bile değil, gel gör ki, Dünya üzerinde “dolar saltanatı” hala hüküm sürmekte.
Bu saltanat kuşkusuz, alternatif para transfer sistemleri ve BRICS ve Şangay iş birliği örgütünün gelişmesiyle bir ölçüde sınırlanmaya başladı ancak henüz yeterli derecede kırılmadı.
“Yeterli derecede…” şu demek; bugün yeryüzünde borçluyu daha borçlu kılan, ülkeleri moratoryum eşiğine taşıyan, serbest ticareti keyfince sınırlayan adaletsiz bir düzen söz konusu; dolar da bunun başlıca sorumlusu…
Dolar, silaha dayalı bir para… Onun hükümranlığı, Arap şeyhlerini de gereğinde “terbiye eden” ve üçüncü dünyaya paramiliter unsurlarla ayar veren; silaha, yani Amerikan Silah kuvvetine dayanıyor…
Yazık ki 46’dan başlayıp Fulbright ile önce eğitimimizi sonra da Marshall yardımı benzeri zehirli tatlandırıcılarla ekonomimizi biz de dolara bağlamışız…
Bütçe rakamları, projeksiyonlar, yap – işlet- devret garantileri ve ödemeler sistemi konu olduğunda hep dolarla yatıyor, dolarla kalkıyoruz…
Bunun sosyo – psikolojik boyutu da var elbette ancak olgu; maddiyatla ilgili… Hayatın tunç yasası hükmünü icra ediyor; 10 yıl içinde 3 liradan başlayan dolar şimdilerde 30 lira olarak karşımızda duruyor…
İhracat / ithalat dengesinde de işler iyi gitmiyor… 1 liralık mal satmak için 5 liralık ithalat yapıyoruz; kur bir zıplıyor; bir geceden sabaha borçlarımız fırlıyor; soyuluyoruz! Borsa ve finansman konusunda da yabancılara dolar üzerinden dünya kadar faiz ödüyoruz…
Bu düzen iki yoldan değişebilir:
İlki, dolar dışı ticaret ve garantiler verecek yeni uluslararası bankacılık sistemi…
İkincisi; gerçekçi olmak; üretim ekonomisine geçerek Türk Lirasını değerinde tutmak…
Batı dışarıya karşı 'serbest piyasacı'; içeride 'sosyal adaletçidir'…
Hele ki kalkınma yolundaysan; fabrika satmak değil kamu yatırımı yapman gerekir!
Bir para birimine gücünü veren; sanayi, denk bütçe, yatırım, istihdamın ve ihracatın niteliği, yaşam kalitesidir... Ve tabii Ordusunun gücüdür…
Paraya değeri, ekonomiye dinamizmi veren, tüketim toplumu veya borsa değildir!
Bu bağlamda ordumuz kadar ekonomimizi güçlendirmek zorundayız.
Konya Trakya ovaları Projeleri, Doğu'da hayvancılık, suda denizde balıkçılık, kooperatif bankacılığı geliştirilmelidir. O arada, yapay tatlandırıcılar ve üretiminde genetik oyunu bulunan gıdalar yasaklanmalı, Şeker fabrikaları asla satılmamalı, satıldıysa da hukuk kuralları içinde geri alınmalıdır…
Şu da bir gerçektir: Artık yapay zeka, bilgi otoyolları, otomasyon, nanoteknoloji bunların önemi kavrandı, biz de gereğini yapmalıyız… Orta vadede dünyanın her ülkesi için olduğu kadar “değeri artan Türkiye ekonomisi” için de enerji ve tarım yaşamsal önemdedir!
Aşık Veysel gerçekte büyük iktisadi sözlerden birini söylemişti! "Güzelliğin on para etmez sevdam olmasa".... Dolara dövize boyun eğmemeli, Türkiye’yi en başta ekonomik alanda güçlendirmeliyiz…