Fokurdayan Almanya’da seçimlere günler kaldı.
Avrupa’nın merkez partilerine bir ağır darbe de kıtanın “lider” ülkesinde geliyor. Kurulu düzenin partileri AB’yi, Ukrayna savaşıyla beraber NATO’nun altında bir teknik ofise dönüştürdü. Ama o paradigma şimdi kendi üstlerine çöküyor.
Kriz içindeki Avrupa’ya liderlik yapsın diye Almanya’ya bakanların gördüğü “kendisi muhtac-ı himmet bir dede, nerde kaldı geriye himmet ede”.
İsveç’in büyük gazetelerinden Dagens Nyheter’in Almanya muhabiri Anna-Lena Lauren, eskiden tıkır tıkır işleyen düzenin nasıl bozulduğunu bol örneklerle anlatıyor.
- Sonbaharda Dresden’de bir köprü nehre göçtü… Mülakat randevularına sürekli gecikerek gitmek zorunda kalıyorum, çünkü Deutsche Bahn (Devlet Demiryolları) trenleri sürekli gecikiyor veya iptal ediliyor. Bir yıl önce görev yaptığım savaştaki Ukrayna’da bile trenler daha dakik işliyordu… Bu durumun sorumlusu Almanya’nın tüm merkez partileri…
Anket ortalamaları, pek çok Almanın gazeteci Lauren gibi düşündüğünü gösteriyor:
Hıristiyan Demokratlar (HD): %29
Aşırı Sağ (AfD): %21
Sosyal Demokratlar (SD): %16
Yeşiller: %13
Ülke barajı %5’i geçme şansı olan diğer üç parti (iki sol ve bir liberal) ne oy alırsa alsın, yeni hükümet herhalde Hristiyan Demokratlar liderliğinde bir koalisyon olacak.
Ama veriler tarihi bir seçime işaret ediyor.
- Federal Almanya’nın kuruluşundan bu yana 76 yıldır tüm seçimlerde, merkez sağ (HD) ve merkez sol (SD) daima ülkenin iki büyük partisi oldu. İki büyük partinin toplam oyu şimdi tarihin en düşük noktasında. İlk kez araya başka bir parti, Nazi kokuları saçan aşırı sağ AfD giriyor. Birinci partiyle fark sadece tek haneli. Büyük olasılıkla AfD koalisyon dışında tutulacak, ana muhalefet olacak. Gelecek seçimlerde birinci parti olma şansı yüksek.
- Almanya’nın iki büyük partisinden Sosyal Demokratlar hiçbir zaman %20 altına düşmemişti, kendi tarihinin en kötü sonucunu almak üzereler.
- Ülkenin diğer büyük partisi Hıristiyan Demokratlar, SD liderliğindeki son koalisyon hükümetinin çarpıcı başarısızlığı sırasında ana muhalefet olmalarına rağmen, kendi tarihinin en kötü ikinci sonucunu alacak (2021’de %24,1 idi). Muhalefette aldıkları en kötü sonuç olacak.
* * *
Avrupa için kader belirleyici Ukrayna savaşında Alman merkez partileri gözlerini kapattı ve savaş tahrikçisi Biden yönetiminin (NATO’nun) kuyrukçuluğunu benimsedi. Avrupa’da barış için küçük parmaklarını bile oynatmadılar, sorgusuz sualsiz Washington’un arkasında hizalandılar.
Üstelik hem Hristiyan Demokrat lider Merkel hem Sosyal Demokrat lider Scholz biliyordu ki, Ukrayna’nın NATO üyeliği Rusya için hayati bir tehdit, yani savaş nedeni olacaktı. Dahası, Merkel’in son çıkan anılarında vurguladığı gibi, Ukrayna halkının büyük çoğunluğu NATO üyeliğine karşıydı.
Rusya’nın Şubat 2022’de savaşı başlatmasından günler önce Başbakan olan Scholz, Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenski’ye savaşı önlemek için “NATO üyeliğinden vazgeçtiğini Ukrayna kabul etsin” önerisi yaptı; bunu daha sonra kendisi medyaya açıkladı.
Ama Scholz kapalı görüşmede yaptığı bu öneriyi NATO’da gündeme getirip müzakere konusu yapmaya cesaret edemedi.
Savaş başladıktan hemen sonra Mart 2022’de Rusya ve Ukrayna, Türkiye’nin aracılığında barış mutabakatı sağladı ama ABD-İngiltere araya girerek barışı sabote etti. Hiçbir Avrupa ülkesinden çıt çıkmadı.
Rusya’dan Almanya’ya doğalgaz taşıyan Nord Stream boru hatlarını Başkan Biden’in talimatıyla CIA havaya uçurdu, çünkü Almanya’ya güvenmiyordu. Alman merkez partileri bu aşağılanmayı da içlerine sindirdi.
Nord Stream’in CIA tarafından havaya uçurulduğunu söyleyen ABD Temsilciler Meclisi üyesi Tulsi Gabbard, şimdi CIA’in de bağlı olduğu Milli İstihbarat Örgütü’nün başına geldi. Neler yapacak göreceğiz.
Avrupa’nın “lideri” Almanya’nın Başbakanı ve Dışişleri Bakanı, burunlarının dibindeki kan deryasında yüz binlerce insan ölürken, Rusya’daki muhataplarıyla tek bir temas yapmadı; ta ki Trump seçilene dek. Biden yönetiminden çekindikleri ve hiçbir yetkiye sahip olmadıkları için.
Şimdi herkes Alman sanayiinin krize girmesinin en büyük nedeni olarak ucuz Rus gazından mahrum kalmasını gösteriyor. Hayır, sadece öyle değil. Almanya’nın yediği makas çift taraflı. Alman ihracatının en büyük rakibi Çin, o gazın hepsini toptan indirimli fiyattan alarak enerji maliyetlerini düşürdü.
Savaşın ilk günlerinde “Rus ekonomisi elbet zarar görecek, ama çökmeyecek. Rusya’nın ucuz doğal gazından mahrum kalan Avrupa da zarar edecek, tek kazanan o gazı toptan ve daha ucuz fiyata alacak Çin olacak” diye defalarca yazdım. Almanların aynı hesabı yapamamış olması mümkün mü?
Alman merkez partilerinin davranışının görünürdeki nedeni, Amerika’yı kendi güvenliklerinin nihai koruyucusu olarak algılamalarıydı. Ama bugün düştükleri acı durum, Hitler rejimi karşısında bile dik durarak inandıklarını savunan bir başka Alman’ın, Dietrich Bonhoeffer’in Aptallık Teorisi’nin daha uygun açıklamalar getirebilme olasılığını düşündürüyor.
Nisan 2023’te Avrupa’nın en büyük düşünce kuruluşlarından ECFR’in yayınladığı bir rapor “Avrupa, Ukrayna savaşıyla beraber Washington’a kapılandı, Amerika’nın kapıkuluna (vasal) dönüştü” diyordu. Raporu tanıtırken “2024’de veya bir sonraki seçimde Washington’da Trump veya onun çizgisinde bir başkan olasılığı yüksek, o zaman ne yapacak Avrupa?” diye sorgulamıştık.
Yanıtı şimdi görüyoruz.
Trump ve yakın çalışma arkadaşları, belli ki konuşup tasarladıkları bir plan çerçevesinde, Avrupa’nın merkez partilerini ciddiye almadıklarını vura vura gösteriyor, küçük düşürüyor, tahkir ediyor hatta onlarla alay ediyor.
Trump’ın en yakınındaki isimlerden Musk devamlı, Hıristiyan Demokratların ve Sosyal Demokratların Almanya’yı yönetmeyi beceremediğini yüzlerine vuruyor. AfD propagandası yapıyor, onların toplantılarına konuşmacı olarak katılıyor, aşırı sağa destek ve moral kazandırıyor.
AfD’yi yasaklamayı değerlendiren Alman kurulu düzeninin artık bunu yapabilmesi çok zor.
AB Komisyon Başkanı Von Der Leyen’in randevu taleplerine henüz yanıt vermeyen Trump, bir gün aniden Avrupalılara “savunma harcamanızı %5’e çıkarın, yoksa NATO’nun 5. maddesini işletmem, haa” deyiverdi. Halbuki Amerika’nın kendi savunma harcaması milli gelirin %3,4’ü. Açıkça onlarla kafa buluyor. Avrupalıların yanıtı “evet haklısınız efendim, yükseltmemiz gerektiğini biliyoruz, belki 5 olmaz ama yapacağız” mealinde geldi.
Trump seçildikten hemen sonra atadığı özel bir temsilci aracılığıyla aylardır Moskova’yla barış müzakeresi yürütüyor. AB temsilcilerini masaya davet bir yana, Avrupa’ya görüşmeler hakkında bilgi dahi vermiyor.
Sonra dönüp “Ukrayna bir Avrupa sorunudur. Barış olursa ülkeyi yeniden inşa faturasını siz ödeyeceksiniz. Olmadı savaş devam ederse, maliyeti siz yükleneceksiniz” diyor!
“Biden’ın peşine takıldınız ve kendi kıtanızdaki barış için üç yıldır hiçbir şey yapmadınız, şimdi o görüşmelerde yer almayı hak etmiyorsunuz” diye düşünüyor muhtemelen.
Avrupalı siyasetçiler geçen hafta sonu toplanan Münih Güvenlik Konferansı’nda Trump’ın temsilcileri bilgi verecek diye heyecanla bekleşti. ABD’nin yeni Savunma Bakanı Hegseth “Ukrayna’nın NATO üyeliği ve 2014 öncesi sınırlarına dönmesi gerçekçi değil” diye kısa bir tebligatta bulundu.
Avrupalı politikacılar biraz homurdandı, bunlar gelişmeleri biraz yakından izleyenlerin zaten öngördüğü şeylerdi.
Ya diğer önemli konular? O bilgileri de herhalde ertesi gün Başkan Yardımcısı Vance verecek diye düşündüler. Ama Vance Ukrayna’dan hiç söz etmedi!
Onun yerine, yüzlerine karşı Avrupa’da demokrasinin ne denli kötü işlediğini anlattı. AB üyesi Romanya’da cumhurbaşkanlığı seçimini “yanlış aday” kazandığı için sudan bahanelerle iptal edilmiş ama AB ses çıkarmamıştı, Münih konferansına Almanya’nın iki muhalefet partisi AfD ve BSW çağrılmamıştı, vs.
Belli ki bu, Avrupa merkez siyasetinin ve medyasının “Trump Amerika’da demokrasiye tehdit” kampanyasına misilleme idi.
Romanya’da CB seçimi ilk turunu sürpriz yapan komünist aday birinci bitirdi. Anayasa Mahkemesi seçimi iptal etti, gerekçe Tik Tok adlı sosyal medyanın yoğun kullanımı idi. Mahkemeye göre, elde somut kanıt yoktu ama Tik Tok kampanyasının arkasında muhtemelen Rusya vardı. Çünkü Rusya’nın başka yerlerde bunu yaptığı biliniyordu.
Avrupa medyası bir AB ülkesindeki bu hukuksuz uygulamayı büyük ölçüde görmezden geldi, Almanya ve Polonya gibi ülkelerde kimi politikacılar destekledi.
Aslında Avrupalı merkez siyasetçiler, uğradıkları bütün aşağılanmalara rağmen en iyi bildikleri işi yapmaya devam etmek, Trump dönemi de olsa yine Washington’un arkasında hizaya geçmek istiyor. Ama Trump şimdilik onlara hiç yüz vermiyor. Trajikomik Grönland olayı bunu açıkça gösterdi.
Trump, Danimarka’ya ait Grönland adasını gerekirse askeri yöntemler kullanarak almak istediğini açıkladı. Danimarka hükümeti şok geçirdi, ama Finlandiya gibi bazı yakın dost ülkeler işi büyütme, alttan al, düşük profil git diye önerilerde bulundu.
Danimarkalılar yoğun iç müzakerelerden sonra strateji belirledi ve Başbakan Frederiksen yetkili kılındı. Trump’la telefonda görüşen Frederiksen, Amerika’nın adada istediği her türlü askeri üs veya tesisi kurabileceğini, adanın tüm doğal kaynaklarını işletme imtiyazını Amerikalı şirketlere verebileceklerini bildirdi. Trump’tan yanıt kısa ve net geldi: Hayır, ben adayı istiyorum!
Bu kez Kopenhag’da panik başladı. Çare olarak “güçlü” Avrupa ülkelerinden destek alınması düşünüldü, Frederiksen hemen Almanya ve Fransa’ya gitti. Berlin’deki görüşmeden sonra iki lider basın açıklaması için medya karşısına çıktığında, Almanya Başbakanı Scholz önce Rusya’yı Ukrayna savaşı nedeniyle eleştirdi, sonra “sınırların askeri yoldan değiştirilmesine her yerde karşıyız” dedi ve son cümlesini İngilizce kurdu: “To whom it may concern”. Yani, “İlgili makama”.
Güçlü Avrupa ülkesinin Trump’a mesajı bu kadardı.
AfD’ye desteğin yükselmesinde göçmen sorunu da etkili oldu. Değişik şehirlerde son 8-9 ay içinde sokaklarda düzenlenen rastgele saldırılar sonunda çok sayıda masum insan öldü ve yaralandı.
Mayıs 2024’de Mannheim’da bir meydanda siyasi toplantı düzenleyenlere, Haziran’da Wolmirstedt’te Euro 2024 futbol maçını izleyenlere, Ağustos’ta Solingen’de bir festivalde müzik dinleyenlere, bu yıl ocak ayında Aschaffenburg’da bir parktaki ana okul öğrencilerine aniden kocaman bir bıçakla saldıran canilerin hepsi Afganistan veya Suriye kökenli, iltica başvuruları ret edilen göçmenler çıktı. Parktaki saldırıda öldürülenlerden biri ana okul yavrusu idi. Hunharca cinayetlerin kamuoyunda uyandırdığı haklı ve büyük tepkiler siyasi olarak en çok AfD’ye yaradı.
Özetle, artık Avrupa merkez partilerinin köklü değişime ve yeni kuşak siyasetçilere ihtiyacı var.
* * *
Avrupa’nın zor durumu Türkiye için ne ifade ediyor?
Şubat başında Danimarka askeri istihbarat örgütü, Rusya’dan gelen tehdidi değerlendiren bir rapor yayınladı. Buna göre Rusya, Ukrayna savaşı bittikten iki yıl sonra Baltık Denizi bölgesindeki ülkelere saldırabilir, beş yıl sonra Avrupa kıtasında büyük bir savaş başlatabilir.
Öngörüler için somut bir kanıt ortaya konmasa da rapor önemli, çünkü en az yedi Avrupa ülkesinde esen rüzgarları doğru yansıtıyor: Danimarka, İsveç, Finlandiya, Polonya ve üç Baltık ülkesi. Bu yedi ülke, kıtada en sert Rus karşıtlığının hüküm sürdüğü yöreler.
Ancak Avrupa’nın diğer ülkelerinde farklı değerlendirmeler de var.
Ukrayna savaşı bittikten sonra Avrupa’nın yapması gerekenler hakkında genel mutabakat şöyle özetlenebilir: Savunma harcamalarının artırılması, ABD’yle dostça ilişkileri sürdürmek kaydıyla Avrupa’nın özerk savunma gücünün oluşturulması ve çöken savunma mimarisinin yerine yenisinin oluşturulması.
İlk iki başlık etrafında genel mutabakat sağlamak nispeten kolay olabilir.
Ama savunma mimarisi öncelikle Rusya’ya karşı izlenecek temel stratejinin oluşturulması demek. Bu konuda 30 civarında Avrupa ülkesinin ortak bir görüşe varabilmesi ve yıllar boyu sürdürülmesi imkansız olmasa bile son derece zor.
En makul görünen çözüm, Avrupa ülkelerinin farklı ilkeler temelinde farklı iş birliği grupları oluşturması yani çok merkezli esnek model.
Ukrayna savaşı bittikten sonra bu tartışmalar çerçevesinde güçlü askeri kapasiteye sahip Türkiye için AB’yle daha yakın iş birliği imkanları açılacak.
Ancak bunun AB üyeliği yolunda ciddi bir ilerlemeye yol açması, Türkiye’de hukuk devleti işleyişinin demokratik ilkeler açısından kabul edilemez düzeyde olması nedeniyle hiç gerçekçi bir olasılık değil.
">Fokurdayan Almanya’da seçimlere günler kaldı.
Avrupa’nın merkez partilerine bir ağır darbe de kıtanın “lider” ülkesinde geliyor. Kurulu düzenin partileri AB’yi, Ukrayna savaşıyla beraber NATO’nun altında bir teknik ofise dönüştürdü. Ama o paradigma şimdi kendi üstlerine çöküyor.
Kriz içindeki Avrupa’ya liderlik yapsın diye Almanya’ya bakanların gördüğü “kendisi muhtac-ı himmet bir dede, nerde kaldı geriye himmet ede”.
İsveç’in büyük gazetelerinden Dagens Nyheter’in Almanya muhabiri Anna-Lena Lauren, eskiden tıkır tıkır işleyen düzenin nasıl bozulduğunu bol örneklerle anlatıyor.
- Sonbaharda Dresden’de bir köprü nehre göçtü… Mülakat randevularına sürekli gecikerek gitmek zorunda kalıyorum, çünkü Deutsche Bahn (Devlet Demiryolları) trenleri sürekli gecikiyor veya iptal ediliyor. Bir yıl önce görev yaptığım savaştaki Ukrayna’da bile trenler daha dakik işliyordu… Bu durumun sorumlusu Almanya’nın tüm merkez partileri…
Anket ortalamaları, pek çok Almanın gazeteci Lauren gibi düşündüğünü gösteriyor:
Hıristiyan Demokratlar (HD): %29
Aşırı Sağ (AfD): %21
Sosyal Demokratlar (SD): %16
Yeşiller: %13
Ülke barajı %5’i geçme şansı olan diğer üç parti (iki sol ve bir liberal) ne oy alırsa alsın, yeni hükümet herhalde Hristiyan Demokratlar liderliğinde bir koalisyon olacak.
Ama veriler tarihi bir seçime işaret ediyor.
- Federal Almanya’nın kuruluşundan bu yana 76 yıldır tüm seçimlerde, merkez sağ (HD) ve merkez sol (SD) daima ülkenin iki büyük partisi oldu. İki büyük partinin toplam oyu şimdi tarihin en düşük noktasında. İlk kez araya başka bir parti, Nazi kokuları saçan aşırı sağ AfD giriyor. Birinci partiyle fark sadece tek haneli. Büyük olasılıkla AfD koalisyon dışında tutulacak, ana muhalefet olacak. Gelecek seçimlerde birinci parti olma şansı yüksek.
- Almanya’nın iki büyük partisinden Sosyal Demokratlar hiçbir zaman %20 altına düşmemişti, kendi tarihinin en kötü sonucunu almak üzereler.
- Ülkenin diğer büyük partisi Hıristiyan Demokratlar, SD liderliğindeki son koalisyon hükümetinin çarpıcı başarısızlığı sırasında ana muhalefet olmalarına rağmen, kendi tarihinin en kötü ikinci sonucunu alacak (2021’de %24,1 idi). Muhalefette aldıkları en kötü sonuç olacak.
* * *
Avrupa için kader belirleyici Ukrayna savaşında Alman merkez partileri gözlerini kapattı ve savaş tahrikçisi Biden yönetiminin (NATO’nun) kuyrukçuluğunu benimsedi. Avrupa’da barış için küçük parmaklarını bile oynatmadılar, sorgusuz sualsiz Washington’un arkasında hizalandılar.
Üstelik hem Hristiyan Demokrat lider Merkel hem Sosyal Demokrat lider Scholz biliyordu ki, Ukrayna’nın NATO üyeliği Rusya için hayati bir tehdit, yani savaş nedeni olacaktı. Dahası, Merkel’in son çıkan anılarında vurguladığı gibi, Ukrayna halkının büyük çoğunluğu NATO üyeliğine karşıydı.
Rusya’nın Şubat 2022’de savaşı başlatmasından günler önce Başbakan olan Scholz, Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenski’ye savaşı önlemek için “NATO üyeliğinden vazgeçtiğini Ukrayna kabul etsin” önerisi yaptı; bunu daha sonra kendisi medyaya açıkladı.
Ama Scholz kapalı görüşmede yaptığı bu öneriyi NATO’da gündeme getirip müzakere konusu yapmaya cesaret edemedi.
Savaş başladıktan hemen sonra Mart 2022’de Rusya ve Ukrayna, Türkiye’nin aracılığında barış mutabakatı sağladı ama ABD-İngiltere araya girerek barışı sabote etti. Hiçbir Avrupa ülkesinden çıt çıkmadı.
Rusya’dan Almanya’ya doğalgaz taşıyan Nord Stream boru hatlarını Başkan Biden’in talimatıyla CIA havaya uçurdu, çünkü Almanya’ya güvenmiyordu. Alman merkez partileri bu aşağılanmayı da içlerine sindirdi.
Nord Stream’in CIA tarafından havaya uçurulduğunu söyleyen ABD Temsilciler Meclisi üyesi Tulsi Gabbard, şimdi CIA’in de bağlı olduğu Milli İstihbarat Örgütü’nün başına geldi. Neler yapacak göreceğiz.
Avrupa’nın “lideri” Almanya’nın Başbakanı ve Dışişleri Bakanı, burunlarının dibindeki kan deryasında yüz binlerce insan ölürken, Rusya’daki muhataplarıyla tek bir temas yapmadı; ta ki Trump seçilene dek. Biden yönetiminden çekindikleri ve hiçbir yetkiye sahip olmadıkları için.
Şimdi herkes Alman sanayiinin krize girmesinin en büyük nedeni olarak ucuz Rus gazından mahrum kalmasını gösteriyor. Hayır, sadece öyle değil. Almanya’nın yediği makas çift taraflı. Alman ihracatının en büyük rakibi Çin, o gazın hepsini toptan indirimli fiyattan alarak enerji maliyetlerini düşürdü.
Savaşın ilk günlerinde “Rus ekonomisi elbet zarar görecek, ama çökmeyecek. Rusya’nın ucuz doğal gazından mahrum kalan Avrupa da zarar edecek, tek kazanan o gazı toptan ve daha ucuz fiyata alacak Çin olacak” diye defalarca yazdım. Almanların aynı hesabı yapamamış olması mümkün mü?
Alman merkez partilerinin davranışının görünürdeki nedeni, Amerika’yı kendi güvenliklerinin nihai koruyucusu olarak algılamalarıydı. Ama bugün düştükleri acı durum, Hitler rejimi karşısında bile dik durarak inandıklarını savunan bir başka Alman’ın, Dietrich Bonhoeffer’in Aptallık Teorisi’nin daha uygun açıklamalar getirebilme olasılığını düşündürüyor.
Nisan 2023’te Avrupa’nın en büyük düşünce kuruluşlarından ECFR’in yayınladığı bir rapor “Avrupa, Ukrayna savaşıyla beraber Washington’a kapılandı, Amerika’nın kapıkuluna (vasal) dönüştü” diyordu. Raporu tanıtırken “2024’de veya bir sonraki seçimde Washington’da Trump veya onun çizgisinde bir başkan olasılığı yüksek, o zaman ne yapacak Avrupa?” diye sorgulamıştık.
Yanıtı şimdi görüyoruz.
Trump ve yakın çalışma arkadaşları, belli ki konuşup tasarladıkları bir plan çerçevesinde, Avrupa’nın merkez partilerini ciddiye almadıklarını vura vura gösteriyor, küçük düşürüyor, tahkir ediyor hatta onlarla alay ediyor.
Trump’ın en yakınındaki isimlerden Musk devamlı, Hıristiyan Demokratların ve Sosyal Demokratların Almanya’yı yönetmeyi beceremediğini yüzlerine vuruyor. AfD propagandası yapıyor, onların toplantılarına konuşmacı olarak katılıyor, aşırı sağa destek ve moral kazandırıyor.
AfD’yi yasaklamayı değerlendiren Alman kurulu düzeninin artık bunu yapabilmesi çok zor.
AB Komisyon Başkanı Von Der Leyen’in randevu taleplerine henüz yanıt vermeyen Trump, bir gün aniden Avrupalılara “savunma harcamanızı %5’e çıkarın, yoksa NATO’nun 5. maddesini işletmem, haa” deyiverdi. Halbuki Amerika’nın kendi savunma harcaması milli gelirin %3,4’ü. Açıkça onlarla kafa buluyor. Avrupalıların yanıtı “evet haklısınız efendim, yükseltmemiz gerektiğini biliyoruz, belki 5 olmaz ama yapacağız” mealinde geldi.
Trump seçildikten hemen sonra atadığı özel bir temsilci aracılığıyla aylardır Moskova’yla barış müzakeresi yürütüyor. AB temsilcilerini masaya davet bir yana, Avrupa’ya görüşmeler hakkında bilgi dahi vermiyor.
Sonra dönüp “Ukrayna bir Avrupa sorunudur. Barış olursa ülkeyi yeniden inşa faturasını siz ödeyeceksiniz. Olmadı savaş devam ederse, maliyeti siz yükleneceksiniz” diyor!
“Biden’ın peşine takıldınız ve kendi kıtanızdaki barış için üç yıldır hiçbir şey yapmadınız, şimdi o görüşmelerde yer almayı hak etmiyorsunuz” diye düşünüyor muhtemelen.
Avrupalı siyasetçiler geçen hafta sonu toplanan Münih Güvenlik Konferansı’nda Trump’ın temsilcileri bilgi verecek diye heyecanla bekleşti. ABD’nin yeni Savunma Bakanı Hegseth “Ukrayna’nın NATO üyeliği ve 2014 öncesi sınırlarına dönmesi gerçekçi değil” diye kısa bir tebligatta bulundu.
Avrupalı politikacılar biraz homurdandı, bunlar gelişmeleri biraz yakından izleyenlerin zaten öngördüğü şeylerdi.
Ya diğer önemli konular? O bilgileri de herhalde ertesi gün Başkan Yardımcısı Vance verecek diye düşündüler. Ama Vance Ukrayna’dan hiç söz etmedi!
Onun yerine, yüzlerine karşı Avrupa’da demokrasinin ne denli kötü işlediğini anlattı. AB üyesi Romanya’da cumhurbaşkanlığı seçimini “yanlış aday” kazandığı için sudan bahanelerle iptal edilmiş ama AB ses çıkarmamıştı, Münih konferansına Almanya’nın iki muhalefet partisi AfD ve BSW çağrılmamıştı, vs.
Belli ki bu, Avrupa merkez siyasetinin ve medyasının “Trump Amerika’da demokrasiye tehdit” kampanyasına misilleme idi.
Romanya’da CB seçimi ilk turunu sürpriz yapan komünist aday birinci bitirdi. Anayasa Mahkemesi seçimi iptal etti, gerekçe Tik Tok adlı sosyal medyanın yoğun kullanımı idi. Mahkemeye göre, elde somut kanıt yoktu ama Tik Tok kampanyasının arkasında muhtemelen Rusya vardı. Çünkü Rusya’nın başka yerlerde bunu yaptığı biliniyordu.
Avrupa medyası bir AB ülkesindeki bu hukuksuz uygulamayı büyük ölçüde görmezden geldi, Almanya ve Polonya gibi ülkelerde kimi politikacılar destekledi.
Aslında Avrupalı merkez siyasetçiler, uğradıkları bütün aşağılanmalara rağmen en iyi bildikleri işi yapmaya devam etmek, Trump dönemi de olsa yine Washington’un arkasında hizaya geçmek istiyor. Ama Trump şimdilik onlara hiç yüz vermiyor. Trajikomik Grönland olayı bunu açıkça gösterdi.
Trump, Danimarka’ya ait Grönland adasını gerekirse askeri yöntemler kullanarak almak istediğini açıkladı. Danimarka hükümeti şok geçirdi, ama Finlandiya gibi bazı yakın dost ülkeler işi büyütme, alttan al, düşük profil git diye önerilerde bulundu.
Danimarkalılar yoğun iç müzakerelerden sonra strateji belirledi ve Başbakan Frederiksen yetkili kılındı. Trump’la telefonda görüşen Frederiksen, Amerika’nın adada istediği her türlü askeri üs veya tesisi kurabileceğini, adanın tüm doğal kaynaklarını işletme imtiyazını Amerikalı şirketlere verebileceklerini bildirdi. Trump’tan yanıt kısa ve net geldi: Hayır, ben adayı istiyorum!
Bu kez Kopenhag’da panik başladı. Çare olarak “güçlü” Avrupa ülkelerinden destek alınması düşünüldü, Frederiksen hemen Almanya ve Fransa’ya gitti. Berlin’deki görüşmeden sonra iki lider basın açıklaması için medya karşısına çıktığında, Almanya Başbakanı Scholz önce Rusya’yı Ukrayna savaşı nedeniyle eleştirdi, sonra “sınırların askeri yoldan değiştirilmesine her yerde karşıyız” dedi ve son cümlesini İngilizce kurdu: “To whom it may concern”. Yani, “İlgili makama”.
Güçlü Avrupa ülkesinin Trump’a mesajı bu kadardı.
AfD’ye desteğin yükselmesinde göçmen sorunu da etkili oldu. Değişik şehirlerde son 8-9 ay içinde sokaklarda düzenlenen rastgele saldırılar sonunda çok sayıda masum insan öldü ve yaralandı.
Mayıs 2024’de Mannheim’da bir meydanda siyasi toplantı düzenleyenlere, Haziran’da Wolmirstedt’te Euro 2024 futbol maçını izleyenlere, Ağustos’ta Solingen’de bir festivalde müzik dinleyenlere, bu yıl ocak ayında Aschaffenburg’da bir parktaki ana okul öğrencilerine aniden kocaman bir bıçakla saldıran canilerin hepsi Afganistan veya Suriye kökenli, iltica başvuruları ret edilen göçmenler çıktı. Parktaki saldırıda öldürülenlerden biri ana okul yavrusu idi. Hunharca cinayetlerin kamuoyunda uyandırdığı haklı ve büyük tepkiler siyasi olarak en çok AfD’ye yaradı.
Özetle, artık Avrupa merkez partilerinin köklü değişime ve yeni kuşak siyasetçilere ihtiyacı var.
* * *
Avrupa’nın zor durumu Türkiye için ne ifade ediyor?
Şubat başında Danimarka askeri istihbarat örgütü, Rusya’dan gelen tehdidi değerlendiren bir rapor yayınladı. Buna göre Rusya, Ukrayna savaşı bittikten iki yıl sonra Baltık Denizi bölgesindeki ülkelere saldırabilir, beş yıl sonra Avrupa kıtasında büyük bir savaş başlatabilir.
Öngörüler için somut bir kanıt ortaya konmasa da rapor önemli, çünkü en az yedi Avrupa ülkesinde esen rüzgarları doğru yansıtıyor: Danimarka, İsveç, Finlandiya, Polonya ve üç Baltık ülkesi. Bu yedi ülke, kıtada en sert Rus karşıtlığının hüküm sürdüğü yöreler.
Ancak Avrupa’nın diğer ülkelerinde farklı değerlendirmeler de var.
Ukrayna savaşı bittikten sonra Avrupa’nın yapması gerekenler hakkında genel mutabakat şöyle özetlenebilir: Savunma harcamalarının artırılması, ABD’yle dostça ilişkileri sürdürmek kaydıyla Avrupa’nın özerk savunma gücünün oluşturulması ve çöken savunma mimarisinin yerine yenisinin oluşturulması.
İlk iki başlık etrafında genel mutabakat sağlamak nispeten kolay olabilir.
Ama savunma mimarisi öncelikle Rusya’ya karşı izlenecek temel stratejinin oluşturulması demek. Bu konuda 30 civarında Avrupa ülkesinin ortak bir görüşe varabilmesi ve yıllar boyu sürdürülmesi imkansız olmasa bile son derece zor.
En makul görünen çözüm, Avrupa ülkelerinin farklı ilkeler temelinde farklı iş birliği grupları oluşturması yani çok merkezli esnek model.
Ukrayna savaşı bittikten sonra bu tartışmalar çerçevesinde güçlü askeri kapasiteye sahip Türkiye için AB’yle daha yakın iş birliği imkanları açılacak.
Ancak bunun AB üyeliği yolunda ciddi bir ilerlemeye yol açması, Türkiye’de hukuk devleti işleyişinin demokratik ilkeler açısından kabul edilemez düzeyde olması nedeniyle hiç gerçekçi bir olasılık değil.