İdeolojik önyargılardan kaynaklanan abuk faiz politikasıyla ekonomiyi çökerten, hukuk devleti yerine keyfi yönetim getiren iktidar, yaklaşan seçimlerde değişecek mi?
Başarının asgari şartı, muhalefetin önünde duran iki açmazı aşabilmesi.
Birincisi, ısrarla ortak aday olmaya çalışan Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun durumu. Seçim tarihi ilan edilene kadar mevcut belirsizlik devam ederse, başka bir isim üzerinde mutabakat ve seçim kazanma şansı ciddi ölçüde azalacak.
İkinci açmaz, adayı belirleyecek 6’lı Masa ile aday arasındaki ilişkinin doğru tanımlanması. Aday seçilirse, 6’lı Masa partileriyle uyum içinde çalışmalı; ama kesinlikle uzaktan kumandalı Cumhurbaşkanı olmayacağını seçmen görmeli.
Bu zor konuda bugüne dek en kapsamlı değerlendirmeyi Saadet Partisi lideri Sayın Temel Karamollaoğlu pek çok önemli hususun altını isabetle çizerek yaptı.
* * *
Adaylık ana muhalefet başkanının elbet en doğal hakkı. Ama o noktada iş zorlaşıyor, çünkü mevcut başkan Kılıçdaroğlu’nun kazanma şansı zayıf.
Kılıçdaroğlu durumun farkında, o nedenle bugüne dek aday olmadı ve başka isimleri destekledi. Şimdi ülkeyi afet yerine çeviren AKP’nin oyları ciddi düşüşte, ısrarla şansını denemek istiyor.
Daha geniş perspektiften bakarsak, sorunun arka planında siyasi partilerimizin sağlıksız yapı ve işleyişini görebiliriz. İşleyen bütün demokrasilerde olduğu gibi, defalarca başarısız sonuçlar alan Kılıçdaroğlu’nun bugüne dek partisi tarafından değiştirilmesi gerekirdi.
Ama bizim partilerimizde başarısız liderlerin değişmesi, kendileri istifa etmediği sürece neredeyse imkansız.
Sorun Kılıçdaroğlu’na özgü değil.
CHP’de daha önce Deniz Baykal’a göre bir parti yapısı vardı. CHP 1999’da baraj altında kalınca Baykal uzun süre direndi, ancak yakın arkadaşlarının baskısıyla taktiksel bir istifayı kabullendi. İstifa etmeseydi, başka bir genel başkanın çıkması mümkün değildi.
Baykal, geri dönüşü açısından en elverişli gördüğü Altan Öymen’i genel başkan seçtirdi. Öngörüsü doğru çıktı, Öymen yeni delegelerin seçileceği il kongreleri tamamlanmadan olağanüstü kurultay toplama gafını yapınca, 16 ay sonra kolayca geri dönüverdi.
Ardından Baykal daha da sert şekilde kendine göre parti inşasını sürdürdü. Özel olarak belirlediği kişilerden Merkez Disiplin Kurulu oluşturdu, karşısına aday olarak çıkanları (Ertuğrul Günay, Mustafa Sarıgül) sahte suçlamalarla ihraç etti, partili kadrolar arasında geniş temizlik yaptı.
Demokrasiyle bağdaşmayan “kavgalı eve kız vermezler” sloganıyla tasfiyeler yapan Baykal bir taraftan da katı laikçi, Kürt sorununda şovenist, askerlerin siyasete karışmasını özendiren politikalar izledi.
2010’de hiç beklenmedik şekilde seks kaseti skandalı patlayınca istifa etti. Etmeseydi, rahatlıkla görevine devam edebilirdi.
Baykal partide güçlü isim bırakmamıştı. Uzun yıllar devlet bürokrasisinde çalışıp emeklilik sonrasında siyasete giren, sekiz yıldır milletvekilliği yapan ve Baykal’ın çizgisini hiç ses etmeden destekleyen Kılıçdaroğlu yeni genel başkan oldu.
O günden bu yana CHP’de az şey değişti. Baykal’a göre parti gitti, Kılıçdaroğlu’na göre parti geldi. Baykal dönemindeki gibi, parti seçimlerde başarı kazanamadı ama Kılıçdaroğlu’na göre parti giderek pekişti.
Şimdi Kılıçdaroğlu aday olup Erdoğan karşısında ilk turda ağır yenilgi alsa dahi, istifa etmediği sürece rahatça görevine devam edebilir.
Sorun CHP’ye özgü de değil.
Meral Akşener 2015’te önce partisi MHP’den milletvekili adayı gösterilmedi, sonra ihraç edildi. Yeterli imza sayısına ve parti tüzüğüne rağmen, Devlet Bahçeli’nin kaybedeceği belli kongre adliye koridorlarında kayboldu. MHP’nin performansı düşerken Bahçeli’nin partideki ağırlığı arttı.
2002 seçimlerinde Başbakan Bülent Ecevit’in DSP’si, %22’den %1’e düşerek belki de dünya siyaset tarihinin başarısızlık rekorunu kırdı. Ama kendisi istifa etmeseydi, %1’e rağmen rahmetli Ecevit’in kurultayla değişmesi asla mümkün olmazdı.
Onca başarısızlığa rağmen rahmetli Necmettin Erbakan’ın değişik arayışlara aman vermemesi dahil, örnek pek çok.
* * *
Kılıçdaroğlu yönetiminde CHP’nin oyu, Baykal dönemindeki %20-25 aralığında dondu kaldı. Merkez sol partilerin 1990’larda topladığı %30-35 oranlarına hayalinde dahi yaklaşamadı.
Koşulların muhalefetin güçlenmesi için çok daha uygun olduğu düşünülürse, CHP bugün Baykal dönemine göre dahi daha başarısız.
Kılıçdaroğlu ortak aday olabilmek için sürekli hamleler yapıyor, ama henüz ortada sonuç yok.
Son hamle “İkinci Yüzyıla Çağrı” toplantısı oldu. Kılıçdaroğlu haftalardır o toplantının “kader değiştirme günü” olacağını, yeni vizyon açıklanacağını vurguluyordu.
Toplantıyı dikkatle izledim. Acaba CHP’yi harekete geçirecek, Kılıçdaroğlu’nun adaylık şansını yükseltecek bir vizyon çıkacak mıydı?
Sayısı 70 civarında diye abartılarak duyurulan ‘siyaset üstü danışmanlardan’ sadece bazılarının ismini öğrenebildik.
Türk ve yabancı, adını öğrendiğimiz ve konuşmalarını dinlediğimiz danışmanların istisnasız hepsi, kendi alanında yetenekli ve başarılı isimler. Bazı sunumlar belki biraz fazla akademik oldu; ama mesela hem kendi uzmanlık alanına hem Türkiye’nin şartlarına hakim Daron Acemoğlu’nun konuşması gerçekten etkileyiciydi. Türkiye’nin karşı karşıya olduğu riskleri ve fırsatları neredeyse mükemmel anlattı.
Almanya Başbakanı Merkel’in danışmanlığını yaptığı özellikle vurgulanan Jeremy Rifkin de kendi alanında güçlü birikime sahip bir isim. Yabancı olduğu için onu eleştirenler açıkça ırkçılık yapıyor. Ayrıca, asıl kendilerinin tarihimize ve geleneklerimize yabancı olduklarını sergilemiş oluyorlar.
CHP’nin sorunu başka yerde. Merkel (veya diğerleri) danışmanlardan yararlanır ama, oylarını artırmak amacıyla danışmanların adını kullanmazlar. Parti vizyonunu da siyasetçiler oluşturur, danışmanlar değil.
CHP ve Kılıçdaroğlu ise açıkça, çoğuyla yeni tanıştıkları danışmanların adını (hatta sayısını) kullanarak puan toplamaya çalışıyor.
Vizyon koyma danışmanların değil siyasetçilerin işidir. Hele doğru siyasete en çok muhtaç olduğumuz şu günlerde, siyaset üstü danışmanların işi hiç değildir.
Öyleyse CHP’nin vizyonu nedir?
Partinin web sitesinde herhangi bir vizyon dokümanı yok. Dikkate alınabilecek tek vizyon belgesi, Kılıçdaroğlu’nun yaptığı kapanış konuşması. Parti sitesindeki bağlantısı burada.
Konuşmanın ilk bölümünde Kılıçdaroğlu, kaynak sorununu nasıl çözeceklerini anlatıyor:
“Açık ve net söylüyorum, Bay Kemal bu sorunu da çözdü… uluslararası temaslarda, toplamda 5 trilyon 461 milyar dolarlık fon yöneten yatırım bankaları (ile)… verimli toplantılar yaptım… İktidarımızın ilk 3 yılında, en az 100 milyar dolar doğrudan yatırım gelecek.”
Kılıçdaroğlu, Londra ziyaretinde yatırımcılardan 100 milyar dolar için söz almış gibi konuşuyor. Ama yatırım bankacılığı hakkında asgari düzeyde bilgi sahip olanlar, öyle çalışmadıklarını ve asla böyle bir taahhüt vermeyeceklerini bilir.
Kılıçdaroğlu doğru konuşmuyor; en hafif deyimle, göz boyamak amacıyla gerçekleri kaba şekilde çarpıtıyor.
Bay Kemal devam ediyor:
“… yeterli mi? Hayır! … büyük varlık fonları var. İktidarımızın ilk üç yılında, onlardan da en az 75 milyar dolar yatırım alacağız. Ayrıca… sürdürülebilir fonlardan en az 150 milyar dolar yatırım getireceğiz.”
Demek Kılıçdaroğlu ilk üç yılda dışardan en az 325 milyar dolar yatırım getirecek!
Bunu neye dayanarak söylüyor, hiçbir veri ve somut bilgi yok.
Borsa İstanbul’daki bütün şirketlerin değeri 180 milyar dolar. Bay Kemal’in üç yılda getireceğini ileri sürdüğü miktar, borsadaki bütün şirketlerimizin değerinin neredeyse iki katı.
Türkiye’ye son üç yılda (2019-2020-2021) giren yabancı sermaye toplam 32 milyar dolar.
Evet, ekonomi yönetimi düzelirse ülkeye yabancı sermaye girişinde ciddi bir artış olur. Ama birden 10 kat artarak yılda 100 milyar dolar üstüne çıkmaz, çıkamaz. Öyle bir artış için hukuk, eğitim ve kurumların güçlenmesi dahil köklü yapısal reformlara ve ekonomiyi büyütmeye ihtiyaç var. O da yıllarca sürecek iş.
Devam ediyor:
“Bay Kemal, çetelerle… mücadele etme sözü verdi…. Kirli sermayenin çaldığı 418 milyar doları, borçları olarak deftere yazdım… Bu parayı hukuk içerisinde sizden alacağım, kurtulamazsınız…!”
Kirli sermaye dediği kimler veya hangi şirketler, belli değil. Geri alacağım dediği para, Türkiye’nin gayri safi milli hasılasının yarısı. Nasıl hesapladı 418 milyarı, bu para nerede ve nasıl tahsil edilebilir, belli değil.
Devam ediyor:
“… ücretli çalışanlara hiçbir zaman büyümeden pay verilmedi… sahte enflasyon oranıyla çalışanların maaşları gasp ediliyor… yaptığımız hesaplara göre, devletin, maaş alanlara yani ücretlilere en az 300 milyar dolar borcu var… Biz, bu borcu ödemeye geliyoruz. Nasıl ödeyeceğiz? Çalışanlar için gelir vergisi tarifesini yeniden düzenleyeceğiz. Sırtlarındaki vergi yükünü alacağız.”
Nasıl hesaplandığını bilmediğimiz 300 milyar dolar borcun doğru olduğunu farz edelim. Ama Bay Kemal, gelir vergisi tarifesini yeniden düzenleyerek bu borcu geri ödeyebilir mi?
Türkiye’de her türlü gelir vergisi toplamda 2022’de 262 milyar TL, 2023’de 301 milyar TL öngörülüyor. Döviz kuruna bağlı olarak, bu ülkede her yıl yaklaşık 15 milyar dolar civarında gelir vergisi toplanıyor.
Bay Kemal’in dediğini yapabilmesi için vergi tarifesinde düzenleme yetmez, 20 yıl boyunca ülkedeki tüm gelir vergilerini sıfırlamak gerekir!
Bay Kemal ayaküstü trilyon doları aşan nakit akışını konuşuyor (325+418+300), ama ortada ne en küçük bir hesap var ne kitap.
Acaba kendisini uyaracak bir iktisatçı danışmanı yok mu?
Merkel’in danışmanıyla övünenler için küçük bir hatırlatma. Merkel’in ülkesinde, milyar dolarlar düzeyinde destursuz üfüren parti başkanının koltuğunu hemen altından alırlar.
İyi Parti’de Bilge Yılmaz ve arkadaşları gibi kaliteli iktisatçılar var. Gelecek ve Deva’da ciddi iktisatçılar var. Onlar Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarını okuyunca herhalde siyaset gereği konuşmayacak ama yorumlarını kendi genel başkanlarıyla paylaşacaklar.
Acaba Bay Kemal hâlâ 6’lı Masa’nın ortak adayı olabilir mi?
Kılıçdaroğlu konuşmasının ikinci bölümünde, kısa açıklamalarla beraber vizyon olarak üç başlık sunuyor: Güven Ortamı, Temiz Yönetim, Akılcı Yönetim.
Daha sonra yine kısa açıklamalarla beş vizyon kavramına daha işaret ediyor: Endüstriyel Dönüşüm, İşgücü Dönüşümü (eğitim vurgulu), Enerji (enerji bağımsızlığı), Gıda Bolluğu ve Bereketi, Hızlı İstihdam Artışı.
CHP’nin ‘kader değiştirecek’ vizyonu bana epey karışık göründü, ama halkımız muhakkak benden daha iyi anlar.
Kılıçdaroğlu her şeye rağmen ortak aday olursa, seçilme şansı hiç yok değil. Mesela AKP’nin abes faiz politikası nedeniyle seçimden önce döviz bir kez daha patlarsa, pek ala seçilebilir.
O durumda büyük olasılıkla yeni bir 57. hükümet fiyaskosu yaşarız.
Gençler için hatırlatalım; 1999’da Ecevit liderliğinde kurulan üç partili (DSP, ANAP, MHP) koalisyondan sonra, 2002 seçiminde o partilerin üçü de meclis dışında kaldı, ikisi siyasi mevta oldu.
Ecevit liderliğindeki denemenin büyük iflasla sonuçlanacağını söylediğimde o sözlere kulak veren pek az olmuştu. Ama aynen gerçekleşti.
* * *
6’lı Masa’da ortak aday olabilecek ve kazanma şansı kesinlikle daha yüksek bir isim Meral Akşener.
Akşener’in dezavantajı, partisinin CHP’nin 10 puan civarında gerisinde olması. CHP’nin, oyu bu kadar gerisinde kalan bir partinin başkanını desteklemesi, hele Kılıçdaroğlu’nun ısrarlı adaylık arayışlarından sonra, gerçekçi değil.
İyi Parti’nin oyları yıl sonuna kadar CHP civarına yükselirse, Akşener seçeneği gündeme gelebilir diye düşünüyordum. O yükseliş mümkündü, olmadı. Nedenini en iyi kendileri bilir.
Şimdi en doğru seçenek, Masa dışından ortak aday. O durumda yeni bir açmaz söz konusu: Aday ve Masa partileri arasındaki ilişkinin doğru tanımlanması. Bu da gelecek yazımızın konusu.
Kaynak: HalukOzdalga.com
">İdeolojik önyargılardan kaynaklanan abuk faiz politikasıyla ekonomiyi çökerten, hukuk devleti yerine keyfi yönetim getiren iktidar, yaklaşan seçimlerde değişecek mi?
Başarının asgari şartı, muhalefetin önünde duran iki açmazı aşabilmesi.
Birincisi, ısrarla ortak aday olmaya çalışan Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun durumu. Seçim tarihi ilan edilene kadar mevcut belirsizlik devam ederse, başka bir isim üzerinde mutabakat ve seçim kazanma şansı ciddi ölçüde azalacak.
İkinci açmaz, adayı belirleyecek 6’lı Masa ile aday arasındaki ilişkinin doğru tanımlanması. Aday seçilirse, 6’lı Masa partileriyle uyum içinde çalışmalı; ama kesinlikle uzaktan kumandalı Cumhurbaşkanı olmayacağını seçmen görmeli.
Bu zor konuda bugüne dek en kapsamlı değerlendirmeyi Saadet Partisi lideri Sayın Temel Karamollaoğlu pek çok önemli hususun altını isabetle çizerek yaptı.
* * *
Adaylık ana muhalefet başkanının elbet en doğal hakkı. Ama o noktada iş zorlaşıyor, çünkü mevcut başkan Kılıçdaroğlu’nun kazanma şansı zayıf.
Kılıçdaroğlu durumun farkında, o nedenle bugüne dek aday olmadı ve başka isimleri destekledi. Şimdi ülkeyi afet yerine çeviren AKP’nin oyları ciddi düşüşte, ısrarla şansını denemek istiyor.
Daha geniş perspektiften bakarsak, sorunun arka planında siyasi partilerimizin sağlıksız yapı ve işleyişini görebiliriz. İşleyen bütün demokrasilerde olduğu gibi, defalarca başarısız sonuçlar alan Kılıçdaroğlu’nun bugüne dek partisi tarafından değiştirilmesi gerekirdi.
Ama bizim partilerimizde başarısız liderlerin değişmesi, kendileri istifa etmediği sürece neredeyse imkansız.
Sorun Kılıçdaroğlu’na özgü değil.
CHP’de daha önce Deniz Baykal’a göre bir parti yapısı vardı. CHP 1999’da baraj altında kalınca Baykal uzun süre direndi, ancak yakın arkadaşlarının baskısıyla taktiksel bir istifayı kabullendi. İstifa etmeseydi, başka bir genel başkanın çıkması mümkün değildi.
Baykal, geri dönüşü açısından en elverişli gördüğü Altan Öymen’i genel başkan seçtirdi. Öngörüsü doğru çıktı, Öymen yeni delegelerin seçileceği il kongreleri tamamlanmadan olağanüstü kurultay toplama gafını yapınca, 16 ay sonra kolayca geri dönüverdi.
Ardından Baykal daha da sert şekilde kendine göre parti inşasını sürdürdü. Özel olarak belirlediği kişilerden Merkez Disiplin Kurulu oluşturdu, karşısına aday olarak çıkanları (Ertuğrul Günay, Mustafa Sarıgül) sahte suçlamalarla ihraç etti, partili kadrolar arasında geniş temizlik yaptı.
Demokrasiyle bağdaşmayan “kavgalı eve kız vermezler” sloganıyla tasfiyeler yapan Baykal bir taraftan da katı laikçi, Kürt sorununda şovenist, askerlerin siyasete karışmasını özendiren politikalar izledi.
2010’de hiç beklenmedik şekilde seks kaseti skandalı patlayınca istifa etti. Etmeseydi, rahatlıkla görevine devam edebilirdi.
Baykal partide güçlü isim bırakmamıştı. Uzun yıllar devlet bürokrasisinde çalışıp emeklilik sonrasında siyasete giren, sekiz yıldır milletvekilliği yapan ve Baykal’ın çizgisini hiç ses etmeden destekleyen Kılıçdaroğlu yeni genel başkan oldu.
O günden bu yana CHP’de az şey değişti. Baykal’a göre parti gitti, Kılıçdaroğlu’na göre parti geldi. Baykal dönemindeki gibi, parti seçimlerde başarı kazanamadı ama Kılıçdaroğlu’na göre parti giderek pekişti.
Şimdi Kılıçdaroğlu aday olup Erdoğan karşısında ilk turda ağır yenilgi alsa dahi, istifa etmediği sürece rahatça görevine devam edebilir.
Sorun CHP’ye özgü de değil.
Meral Akşener 2015’te önce partisi MHP’den milletvekili adayı gösterilmedi, sonra ihraç edildi. Yeterli imza sayısına ve parti tüzüğüne rağmen, Devlet Bahçeli’nin kaybedeceği belli kongre adliye koridorlarında kayboldu. MHP’nin performansı düşerken Bahçeli’nin partideki ağırlığı arttı.
2002 seçimlerinde Başbakan Bülent Ecevit’in DSP’si, %22’den %1’e düşerek belki de dünya siyaset tarihinin başarısızlık rekorunu kırdı. Ama kendisi istifa etmeseydi, %1’e rağmen rahmetli Ecevit’in kurultayla değişmesi asla mümkün olmazdı.
Onca başarısızlığa rağmen rahmetli Necmettin Erbakan’ın değişik arayışlara aman vermemesi dahil, örnek pek çok.
* * *
Kılıçdaroğlu yönetiminde CHP’nin oyu, Baykal dönemindeki %20-25 aralığında dondu kaldı. Merkez sol partilerin 1990’larda topladığı %30-35 oranlarına hayalinde dahi yaklaşamadı.
Koşulların muhalefetin güçlenmesi için çok daha uygun olduğu düşünülürse, CHP bugün Baykal dönemine göre dahi daha başarısız.
Kılıçdaroğlu ortak aday olabilmek için sürekli hamleler yapıyor, ama henüz ortada sonuç yok.
Son hamle “İkinci Yüzyıla Çağrı” toplantısı oldu. Kılıçdaroğlu haftalardır o toplantının “kader değiştirme günü” olacağını, yeni vizyon açıklanacağını vurguluyordu.
Toplantıyı dikkatle izledim. Acaba CHP’yi harekete geçirecek, Kılıçdaroğlu’nun adaylık şansını yükseltecek bir vizyon çıkacak mıydı?
Sayısı 70 civarında diye abartılarak duyurulan ‘siyaset üstü danışmanlardan’ sadece bazılarının ismini öğrenebildik.
Türk ve yabancı, adını öğrendiğimiz ve konuşmalarını dinlediğimiz danışmanların istisnasız hepsi, kendi alanında yetenekli ve başarılı isimler. Bazı sunumlar belki biraz fazla akademik oldu; ama mesela hem kendi uzmanlık alanına hem Türkiye’nin şartlarına hakim Daron Acemoğlu’nun konuşması gerçekten etkileyiciydi. Türkiye’nin karşı karşıya olduğu riskleri ve fırsatları neredeyse mükemmel anlattı.
Almanya Başbakanı Merkel’in danışmanlığını yaptığı özellikle vurgulanan Jeremy Rifkin de kendi alanında güçlü birikime sahip bir isim. Yabancı olduğu için onu eleştirenler açıkça ırkçılık yapıyor. Ayrıca, asıl kendilerinin tarihimize ve geleneklerimize yabancı olduklarını sergilemiş oluyorlar.
CHP’nin sorunu başka yerde. Merkel (veya diğerleri) danışmanlardan yararlanır ama, oylarını artırmak amacıyla danışmanların adını kullanmazlar. Parti vizyonunu da siyasetçiler oluşturur, danışmanlar değil.
CHP ve Kılıçdaroğlu ise açıkça, çoğuyla yeni tanıştıkları danışmanların adını (hatta sayısını) kullanarak puan toplamaya çalışıyor.
Vizyon koyma danışmanların değil siyasetçilerin işidir. Hele doğru siyasete en çok muhtaç olduğumuz şu günlerde, siyaset üstü danışmanların işi hiç değildir.
Öyleyse CHP’nin vizyonu nedir?
Partinin web sitesinde herhangi bir vizyon dokümanı yok. Dikkate alınabilecek tek vizyon belgesi, Kılıçdaroğlu’nun yaptığı kapanış konuşması. Parti sitesindeki bağlantısı burada.
Konuşmanın ilk bölümünde Kılıçdaroğlu, kaynak sorununu nasıl çözeceklerini anlatıyor:
“Açık ve net söylüyorum, Bay Kemal bu sorunu da çözdü… uluslararası temaslarda, toplamda 5 trilyon 461 milyar dolarlık fon yöneten yatırım bankaları (ile)… verimli toplantılar yaptım… İktidarımızın ilk 3 yılında, en az 100 milyar dolar doğrudan yatırım gelecek.”
Kılıçdaroğlu, Londra ziyaretinde yatırımcılardan 100 milyar dolar için söz almış gibi konuşuyor. Ama yatırım bankacılığı hakkında asgari düzeyde bilgi sahip olanlar, öyle çalışmadıklarını ve asla böyle bir taahhüt vermeyeceklerini bilir.
Kılıçdaroğlu doğru konuşmuyor; en hafif deyimle, göz boyamak amacıyla gerçekleri kaba şekilde çarpıtıyor.
Bay Kemal devam ediyor:
“… yeterli mi? Hayır! … büyük varlık fonları var. İktidarımızın ilk üç yılında, onlardan da en az 75 milyar dolar yatırım alacağız. Ayrıca… sürdürülebilir fonlardan en az 150 milyar dolar yatırım getireceğiz.”
Demek Kılıçdaroğlu ilk üç yılda dışardan en az 325 milyar dolar yatırım getirecek!
Bunu neye dayanarak söylüyor, hiçbir veri ve somut bilgi yok.
Borsa İstanbul’daki bütün şirketlerin değeri 180 milyar dolar. Bay Kemal’in üç yılda getireceğini ileri sürdüğü miktar, borsadaki bütün şirketlerimizin değerinin neredeyse iki katı.
Türkiye’ye son üç yılda (2019-2020-2021) giren yabancı sermaye toplam 32 milyar dolar.
Evet, ekonomi yönetimi düzelirse ülkeye yabancı sermaye girişinde ciddi bir artış olur. Ama birden 10 kat artarak yılda 100 milyar dolar üstüne çıkmaz, çıkamaz. Öyle bir artış için hukuk, eğitim ve kurumların güçlenmesi dahil köklü yapısal reformlara ve ekonomiyi büyütmeye ihtiyaç var. O da yıllarca sürecek iş.
Devam ediyor:
“Bay Kemal, çetelerle… mücadele etme sözü verdi…. Kirli sermayenin çaldığı 418 milyar doları, borçları olarak deftere yazdım… Bu parayı hukuk içerisinde sizden alacağım, kurtulamazsınız…!”
Kirli sermaye dediği kimler veya hangi şirketler, belli değil. Geri alacağım dediği para, Türkiye’nin gayri safi milli hasılasının yarısı. Nasıl hesapladı 418 milyarı, bu para nerede ve nasıl tahsil edilebilir, belli değil.
Devam ediyor:
“… ücretli çalışanlara hiçbir zaman büyümeden pay verilmedi… sahte enflasyon oranıyla çalışanların maaşları gasp ediliyor… yaptığımız hesaplara göre, devletin, maaş alanlara yani ücretlilere en az 300 milyar dolar borcu var… Biz, bu borcu ödemeye geliyoruz. Nasıl ödeyeceğiz? Çalışanlar için gelir vergisi tarifesini yeniden düzenleyeceğiz. Sırtlarındaki vergi yükünü alacağız.”
Nasıl hesaplandığını bilmediğimiz 300 milyar dolar borcun doğru olduğunu farz edelim. Ama Bay Kemal, gelir vergisi tarifesini yeniden düzenleyerek bu borcu geri ödeyebilir mi?
Türkiye’de her türlü gelir vergisi toplamda 2022’de 262 milyar TL, 2023’de 301 milyar TL öngörülüyor. Döviz kuruna bağlı olarak, bu ülkede her yıl yaklaşık 15 milyar dolar civarında gelir vergisi toplanıyor.
Bay Kemal’in dediğini yapabilmesi için vergi tarifesinde düzenleme yetmez, 20 yıl boyunca ülkedeki tüm gelir vergilerini sıfırlamak gerekir!
Bay Kemal ayaküstü trilyon doları aşan nakit akışını konuşuyor (325+418+300), ama ortada ne en küçük bir hesap var ne kitap.
Acaba kendisini uyaracak bir iktisatçı danışmanı yok mu?
Merkel’in danışmanıyla övünenler için küçük bir hatırlatma. Merkel’in ülkesinde, milyar dolarlar düzeyinde destursuz üfüren parti başkanının koltuğunu hemen altından alırlar.
İyi Parti’de Bilge Yılmaz ve arkadaşları gibi kaliteli iktisatçılar var. Gelecek ve Deva’da ciddi iktisatçılar var. Onlar Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarını okuyunca herhalde siyaset gereği konuşmayacak ama yorumlarını kendi genel başkanlarıyla paylaşacaklar.
Acaba Bay Kemal hâlâ 6’lı Masa’nın ortak adayı olabilir mi?
Kılıçdaroğlu konuşmasının ikinci bölümünde, kısa açıklamalarla beraber vizyon olarak üç başlık sunuyor: Güven Ortamı, Temiz Yönetim, Akılcı Yönetim.
Daha sonra yine kısa açıklamalarla beş vizyon kavramına daha işaret ediyor: Endüstriyel Dönüşüm, İşgücü Dönüşümü (eğitim vurgulu), Enerji (enerji bağımsızlığı), Gıda Bolluğu ve Bereketi, Hızlı İstihdam Artışı.
CHP’nin ‘kader değiştirecek’ vizyonu bana epey karışık göründü, ama halkımız muhakkak benden daha iyi anlar.
Kılıçdaroğlu her şeye rağmen ortak aday olursa, seçilme şansı hiç yok değil. Mesela AKP’nin abes faiz politikası nedeniyle seçimden önce döviz bir kez daha patlarsa, pek ala seçilebilir.
O durumda büyük olasılıkla yeni bir 57. hükümet fiyaskosu yaşarız.
Gençler için hatırlatalım; 1999’da Ecevit liderliğinde kurulan üç partili (DSP, ANAP, MHP) koalisyondan sonra, 2002 seçiminde o partilerin üçü de meclis dışında kaldı, ikisi siyasi mevta oldu.
Ecevit liderliğindeki denemenin büyük iflasla sonuçlanacağını söylediğimde o sözlere kulak veren pek az olmuştu. Ama aynen gerçekleşti.
* * *
6’lı Masa’da ortak aday olabilecek ve kazanma şansı kesinlikle daha yüksek bir isim Meral Akşener.
Akşener’in dezavantajı, partisinin CHP’nin 10 puan civarında gerisinde olması. CHP’nin, oyu bu kadar gerisinde kalan bir partinin başkanını desteklemesi, hele Kılıçdaroğlu’nun ısrarlı adaylık arayışlarından sonra, gerçekçi değil.
İyi Parti’nin oyları yıl sonuna kadar CHP civarına yükselirse, Akşener seçeneği gündeme gelebilir diye düşünüyordum. O yükseliş mümkündü, olmadı. Nedenini en iyi kendileri bilir.
Şimdi en doğru seçenek, Masa dışından ortak aday. O durumda yeni bir açmaz söz konusu: Aday ve Masa partileri arasındaki ilişkinin doğru tanımlanması. Bu da gelecek yazımızın konusu.
Kaynak: HalukOzdalga.com