Berlin’de yeni hükümet kurulunca 16 yıldır sürdürdüğü görevini bırakacak Almanya Başbakanı Angela Merkel, veda ziyareti için hafta sonunda Türkiye’ye geliyor.
Merkel, Avrupa’da en uzun süre hükümet başkanlığı yapan kadın sıfatını taşıyor (2005-2021). Büyük Britanya’nın güçlü siyasetçisi Margaret Thatcher’ın 11 yıllık rekorunu (1979-1990) açık arayla kırdı.
Sadece bu basit veriler dahi Merkel’in başarısını teslim etmek için yeterli olmalı.
* * *
Ama Merkel, rekor kıran görev süresini, kendi partisini daha önce görülmemiş ölçüde derin bir kriz içinde terk ederek tamamlıyor.
Merkel, Hristiyan Demokratların partisi CDU’nun 18 yıl liderliğini yaptı. Geçtiğimiz ay yapılan seçimlerde Hristiyan Demokratlar, Federal Almanya tarihinin en büyük bozgununu yaşadı, ilk kez %30’un altına düştü, sadece %24,1 alabildi.
Bu hezimetin tek sorumlusu Başbakan adayı gösterilen Armin Laschet değil. O nedenle şimdi CDU’dan, Laschet dahil tüm parti yönetimi değiştirilecek haberleri geliyor.
Almanya, Avrupa Birliği’nin en güçlü ülkesidir. Almanya Başbakanı doğal olarak AB’nin lideridir.
Ama Merkel dönemi sonunda şimdi daha zayıf düşmüş bir AB var.
İngilizlerin AB kurallarının esnetilmesi talepleri büyük ölçüde karşılanabilir, Brexit önlenebilirdi. Kaldı ki bu taleplerin çoğu haklıydı.
Ama Merkel referandum öncesi müzakerelerde cesur davranamadı, kayıtsız kalmayı tercih etti. Dünyanın güçlü bir AB’ye en çok ihtiyaç duyduğu dönemde Brexit’i önlemek için pek çaba göstermedi, AB’nin zayıflamasının yolunu açtı.
Merkel döneminde AB’nin mimarisi sorunu çözüme bağlanamadı. Merkel, daha çok Fransızların savunduğu basmakalıp “AB’de alakart menü olmaz” sloganının peşine takıldı.
Halbuki fiks menü, hemen her alanda büyük farklılıklara sahip 30’dan fazla ülkenin yer aldığı bir siyasi birlikte zor işleyecek bir reçetedir. AB’nin ihtiyacı tam da alakart menüdür.
AB bugün Brexit nedeniyle daha zayıf, uygun bir siyasi mimari hâlâ bulamamış ve ortak para birimi avro’nun krizini kalıcı çözüme bağlayamamış bir yapı.
Merkel’in vizyon yoksunu siyasi liderliği, hem partisi CDU’nun hem AB’nin ciddi sorunlar yaşayan birliklere dönüşmesinde pay sahibi oldu.
* * *
Merkel’in Türkiye’ye bakışı hakkında da övücü sözler söylemek zor.
O bakışı en iyi anlatan, önce Türkiye’nin AB üyelik sürecinin yürüdüğü dönemde, daha sonra üyelik penceresi tamamen kapandığında Türkiye’ye karşı izlediği tutumdur.
Aralık 2004 AB liderler zirvesinde, Türkiye’nin adaylık kriterlerini karşıladığı kabul edildi ve üyelik müzakereleri Merkel’in Başbakanlık görevine geldiği yıl olan 2005’te başladı.
Merkel Türkiye’nin AB üyeliğine karşıydı. Bunu defalarca söyledi. Müslüman Türkiye’nin AB üyesi olmasını istemiyordu.
O günlerde Alman siyasetinin ve Almanya nüfusunun yaklaşık yarısı Türkiye’nin AB üyeliğini destekliyordu.
Türkiye – Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu’nda görev yaptığım yıllarda, Almanya siyasetinde Türkiye’ye dönük eğilimleri daha ayrıntılı izleme olanağı buldum. Merkel’in partisi CDU içinde bile, mesela kuzeydeki bazı eyalet örgütleri Türkiye’nin üyeliğini destekliyordu.
Bu koşullarda Türkiye’nin üyelik sürecine engeller çıkarması, Merkel için siyaseten yanlış olacaktı. O da öyle yaptı, engel olmadı. Ama hiçbir destek sağlamadı.
Bir ara Türkiye için üyelik yerine ‘imtiyazlı ortaklık’ seçeneğini ortaya attı ve o yönde epey çaba harcadı. Bu aslında Merkel’in önyargılarını örtmek için imal edilmiş bir kavramdı. Önerilen şeyin imtiyazla hiçbir ilgisi yoktu, düpedüz ikinci sınıf üyelik önerisiydi.
Tabii Türkiye bunu kabul etmedi.
Merkel’in Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkması kadar, gerekçeleri de dikkate değer. Ona göre Müslüman Türkiye’nin hukuk devleti, insan hakları ve demokrasi gibi temel değerler açısından AB standartlarını yakalayabilmesi mümkün değildi.
AKP iktidarı 2012-13’den itibaren gerçek yüzünü göstermeye başladı. İlk işlerinden biri, hukuk devleti ve temel özgürlükleri adım adım yok etmek oldu.
Dünya ülkelerinde hukuk devleti standartlarını ayrıntılı izleyen ve raporlayan World Justice Project (Dünya Adalet Projesi) adlı saygın kurum, Perşembe günü 2021 raporunu yayınladı.
O raporda Türkiye’de hukuk devleti düzeyinin, Avrupa Birliği bir tarafa, pek çok Afrika ülkesinin bile gerisinde kaldığı görülüyor.
Hukuk devleti açısında Türkiye, 139 dünya ülkesi arasında 117. sırada. Dünya ülkelerini beş sınıfa ayırırsak, hukuk devletimiz artık en dipte ve 5. sınıf.
Bu önemli raporu gelecek yazımızda ayrıntılı inceleyeceğiz.
Artık Türkiye’nin AB üyeliği hayal dahi edilemez.
Türkiye’de yükselen otoriter rejim karşısında Merkel, en hafif deyimle ikircikli davrandı, sık sık ödün verip alttan aldı, bazen ikiyüzlülük sınırlarında dolaştı.
Beli ki Merkel, Türkiye’de demokrasinin göçmesinden samimi anlamda bir üzüntü veya endişe duymuyordu. Umursamıyordu. Hatta eminim, öngörülerinin doğru çıkmasına ve hiç istemediği Türkiye üyeliğinin gündemden düşmesine içten içe seviniyordu.
O arada AKP, hukuk devletini havaya uçurarak, Avrupa’da Türkiye ve İslam dünyası hakkında Merkel gibi karanlık önyargılar besleyen çevreleri haklı çıkarmış oldu.
AB üyelik yolu göçtükten sonra, Türkiye bağlamında Merkel’in en çok önem verdiği konu, ülkeyi gönüllü göçmen deposuna dönüştürmek oldu.
Türkiye’nin ekonomisini ve toplumsal yapısını tahrip eden bu politikayı, sadece birkaç milyar avro vererek AKP’ye kolayca kabul ettirdi. Türkiye dünyanın en büyük göçmen deposuna dönüştü.
Türkiye’nin çıkarlarına kaba şekilde aykırı bu uygulamayı şimdi Merkel ve sözcüleri sık sık övüyor. Belli ki o övgüleri AKP’ye elma şekeri olarak sunuyorlar.
Son yıllarda yaşadığımız acı tecrübelerin bazı sonuçları oldu.
Türkiye’nin geleceği ve güvenliği, kesinlikle hukuk devleti ve demokrasinin yeniden inşasından geçiyor. Bir kez daha doğrulandı ki, bunu ancak kendi gücümüzle başaracağız.
İkincisi, Türkiye’nin gerçek dostlarının kimler olduğunu gördük. Merkel onlar arasında değil.
Merkel Türkiye’nin dostu değil.
Kaynak: halukozdalga.com
">Berlin’de yeni hükümet kurulunca 16 yıldır sürdürdüğü görevini bırakacak Almanya Başbakanı Angela Merkel, veda ziyareti için hafta sonunda Türkiye’ye geliyor.
Merkel, Avrupa’da en uzun süre hükümet başkanlığı yapan kadın sıfatını taşıyor (2005-2021). Büyük Britanya’nın güçlü siyasetçisi Margaret Thatcher’ın 11 yıllık rekorunu (1979-1990) açık arayla kırdı.
Sadece bu basit veriler dahi Merkel’in başarısını teslim etmek için yeterli olmalı.
* * *
Ama Merkel, rekor kıran görev süresini, kendi partisini daha önce görülmemiş ölçüde derin bir kriz içinde terk ederek tamamlıyor.
Merkel, Hristiyan Demokratların partisi CDU’nun 18 yıl liderliğini yaptı. Geçtiğimiz ay yapılan seçimlerde Hristiyan Demokratlar, Federal Almanya tarihinin en büyük bozgununu yaşadı, ilk kez %30’un altına düştü, sadece %24,1 alabildi.
Bu hezimetin tek sorumlusu Başbakan adayı gösterilen Armin Laschet değil. O nedenle şimdi CDU’dan, Laschet dahil tüm parti yönetimi değiştirilecek haberleri geliyor.
Almanya, Avrupa Birliği’nin en güçlü ülkesidir. Almanya Başbakanı doğal olarak AB’nin lideridir.
Ama Merkel dönemi sonunda şimdi daha zayıf düşmüş bir AB var.
İngilizlerin AB kurallarının esnetilmesi talepleri büyük ölçüde karşılanabilir, Brexit önlenebilirdi. Kaldı ki bu taleplerin çoğu haklıydı.
Ama Merkel referandum öncesi müzakerelerde cesur davranamadı, kayıtsız kalmayı tercih etti. Dünyanın güçlü bir AB’ye en çok ihtiyaç duyduğu dönemde Brexit’i önlemek için pek çaba göstermedi, AB’nin zayıflamasının yolunu açtı.
Merkel döneminde AB’nin mimarisi sorunu çözüme bağlanamadı. Merkel, daha çok Fransızların savunduğu basmakalıp “AB’de alakart menü olmaz” sloganının peşine takıldı.
Halbuki fiks menü, hemen her alanda büyük farklılıklara sahip 30’dan fazla ülkenin yer aldığı bir siyasi birlikte zor işleyecek bir reçetedir. AB’nin ihtiyacı tam da alakart menüdür.
AB bugün Brexit nedeniyle daha zayıf, uygun bir siyasi mimari hâlâ bulamamış ve ortak para birimi avro’nun krizini kalıcı çözüme bağlayamamış bir yapı.
Merkel’in vizyon yoksunu siyasi liderliği, hem partisi CDU’nun hem AB’nin ciddi sorunlar yaşayan birliklere dönüşmesinde pay sahibi oldu.
* * *
Merkel’in Türkiye’ye bakışı hakkında da övücü sözler söylemek zor.
O bakışı en iyi anlatan, önce Türkiye’nin AB üyelik sürecinin yürüdüğü dönemde, daha sonra üyelik penceresi tamamen kapandığında Türkiye’ye karşı izlediği tutumdur.
Aralık 2004 AB liderler zirvesinde, Türkiye’nin adaylık kriterlerini karşıladığı kabul edildi ve üyelik müzakereleri Merkel’in Başbakanlık görevine geldiği yıl olan 2005’te başladı.
Merkel Türkiye’nin AB üyeliğine karşıydı. Bunu defalarca söyledi. Müslüman Türkiye’nin AB üyesi olmasını istemiyordu.
O günlerde Alman siyasetinin ve Almanya nüfusunun yaklaşık yarısı Türkiye’nin AB üyeliğini destekliyordu.
Türkiye – Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu’nda görev yaptığım yıllarda, Almanya siyasetinde Türkiye’ye dönük eğilimleri daha ayrıntılı izleme olanağı buldum. Merkel’in partisi CDU içinde bile, mesela kuzeydeki bazı eyalet örgütleri Türkiye’nin üyeliğini destekliyordu.
Bu koşullarda Türkiye’nin üyelik sürecine engeller çıkarması, Merkel için siyaseten yanlış olacaktı. O da öyle yaptı, engel olmadı. Ama hiçbir destek sağlamadı.
Bir ara Türkiye için üyelik yerine ‘imtiyazlı ortaklık’ seçeneğini ortaya attı ve o yönde epey çaba harcadı. Bu aslında Merkel’in önyargılarını örtmek için imal edilmiş bir kavramdı. Önerilen şeyin imtiyazla hiçbir ilgisi yoktu, düpedüz ikinci sınıf üyelik önerisiydi.
Tabii Türkiye bunu kabul etmedi.
Merkel’in Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkması kadar, gerekçeleri de dikkate değer. Ona göre Müslüman Türkiye’nin hukuk devleti, insan hakları ve demokrasi gibi temel değerler açısından AB standartlarını yakalayabilmesi mümkün değildi.
AKP iktidarı 2012-13’den itibaren gerçek yüzünü göstermeye başladı. İlk işlerinden biri, hukuk devleti ve temel özgürlükleri adım adım yok etmek oldu.
Dünya ülkelerinde hukuk devleti standartlarını ayrıntılı izleyen ve raporlayan World Justice Project (Dünya Adalet Projesi) adlı saygın kurum, Perşembe günü 2021 raporunu yayınladı.
O raporda Türkiye’de hukuk devleti düzeyinin, Avrupa Birliği bir tarafa, pek çok Afrika ülkesinin bile gerisinde kaldığı görülüyor.
Hukuk devleti açısında Türkiye, 139 dünya ülkesi arasında 117. sırada. Dünya ülkelerini beş sınıfa ayırırsak, hukuk devletimiz artık en dipte ve 5. sınıf.
Bu önemli raporu gelecek yazımızda ayrıntılı inceleyeceğiz.
Artık Türkiye’nin AB üyeliği hayal dahi edilemez.
Türkiye’de yükselen otoriter rejim karşısında Merkel, en hafif deyimle ikircikli davrandı, sık sık ödün verip alttan aldı, bazen ikiyüzlülük sınırlarında dolaştı.
Beli ki Merkel, Türkiye’de demokrasinin göçmesinden samimi anlamda bir üzüntü veya endişe duymuyordu. Umursamıyordu. Hatta eminim, öngörülerinin doğru çıkmasına ve hiç istemediği Türkiye üyeliğinin gündemden düşmesine içten içe seviniyordu.
O arada AKP, hukuk devletini havaya uçurarak, Avrupa’da Türkiye ve İslam dünyası hakkında Merkel gibi karanlık önyargılar besleyen çevreleri haklı çıkarmış oldu.
AB üyelik yolu göçtükten sonra, Türkiye bağlamında Merkel’in en çok önem verdiği konu, ülkeyi gönüllü göçmen deposuna dönüştürmek oldu.
Türkiye’nin ekonomisini ve toplumsal yapısını tahrip eden bu politikayı, sadece birkaç milyar avro vererek AKP’ye kolayca kabul ettirdi. Türkiye dünyanın en büyük göçmen deposuna dönüştü.
Türkiye’nin çıkarlarına kaba şekilde aykırı bu uygulamayı şimdi Merkel ve sözcüleri sık sık övüyor. Belli ki o övgüleri AKP’ye elma şekeri olarak sunuyorlar.
Son yıllarda yaşadığımız acı tecrübelerin bazı sonuçları oldu.
Türkiye’nin geleceği ve güvenliği, kesinlikle hukuk devleti ve demokrasinin yeniden inşasından geçiyor. Bir kez daha doğrulandı ki, bunu ancak kendi gücümüzle başaracağız.
İkincisi, Türkiye’nin gerçek dostlarının kimler olduğunu gördük. Merkel onlar arasında değil.
Merkel Türkiye’nin dostu değil.
Kaynak: halukozdalga.com