Köşe yazmak

Bir yazarın tarzının oturması acaba ne kadar zaman alır? Kim bilir, o kadar değişken ki. Dün bir...

Ebru Eğinlioğlu eeginlioglu@gmail.com

Bir yazarın tarzının oturması acaba ne kadar zaman alır? Kim bilir, o kadar değişken ki. Dün bir muhabir arkadaşımla konuşuyorum. Diyor ki; benim yazabilmem için, çok dolmam lazım. Yani ya sinirlenmem, ya da çok mutlu olmam. Ben bunu şöyle anlıyorum. Manik depresif bir hal. Artı, eksi kutuplar. Tabii ki, yazar da, besteci de, ressam da böyle durumlardan çok beslenir. Daha doğrusu bu durumları lehine kullanabilirse, sanatında uçar gider. Ama yaptığınız iş, biraz da olsa rutine binmişse, sürekli bir şeyler üretmeniz bekleniyorsa, o zaman bu halleri sanal olarak yaşamak zorundasınız, yoksa devam etmeniz çok zor.

Ben de böyle sıkıntıları zaman zaman yaşıyorum. Yaptığınız iş yazarlık. Bu işi nasıl algıladığınızla bağlantılı aslında. Mesela, bir uzmanlık alanı seçip orada kalmak bana, elleri kolları bağlı oturmak gibi geliyor. Yanılıyor da olabilirim. Ya da gezdiğini, yediğini, içtiğini anlatmak da, çok adaletsiz geliyor. Çocukluğumdan beri aldığım aile eğitimine ters oluyor. Siyasi yazılar yazıp da, mahkemelerde dolaşmak, hiç bana göre değil. Aslında düşünceye inanılmaz saygı duyuyor ve onun yaratıcı bir güç olduğuna inanıyor olmama  rağmen. Bu nedenle yıllarca ömrünü hapislerde geçirmiş insanlar, beni o noktadan uzaklaşmaya itiyor. Mesela Nazım Hikmet. Belki de o durumdan beslenmiş ve özgürlük dolu o muhteşem eserleri çıkmıştır ortaya diye iyi niyetli düşünmek istiyorum ama yine de tatmin olmuyorum. Gerçi her şeyi hapsedebilirsiniz ama düşünceyi asla. Bir gün gerçekten düşüncenizden dolayı, kınanmadığınız, her hangi bir yaptırımın olmadığı bir diyar bulduğumuzda belki daha özgürce yazılarımızı yazabiliriz.

Mesela aynı şeyler diğer ülkeler için de geçerli yani tüm dünyada, sivri ve ses getiren , ilk defa söylenen düşünceler, büyük reaksiyonlara yol açıyor.

Hint’ li düşünür, benim felsefesine bayıldığım Osho’ da, zararlı ve ne yapacağı kestirilemez bir insan olduğu için, zehirlenerek öldürüldü. Tutuklandı ama bu gün kitapları onlarca dile çevrilip, inanılmaz rakamlarda satılıyor. Bu durum kendisini ne kadar etkiliyor bilmiyorum ama böyle idealist, cesur insanlar var. Onlar dünyanın gidişine yön veren insanlar. Büyük bir cesaret ve öz güven gerektiriyor. Ben o insanlardan değilim, dünyevi yaşantımı da seviyorum. Tabii ki, fikirlerinle yaşadığın anda olmasa bile, sonraları dünyaya yön verme hayali, olağanüstü güzel ama gereksiz yere acı çekmek ve bazı insanların hışmına uğramak çok kötü. Buna değmeyeceğini düşünüyorum. İnsanlara faydalı olmak için, illa ki hapiste yatacak kadar sivri yazılar ya da söylemlerde bulunmanız gerekmiyor. Hayır işleri yaparak da isminizi kalıcı hale getirebilirsiniz. Bunları birbiriyle kıyaslamak doğru değil ama,  dünya hızla gelişiyor ve herkes bir yerlerden bu değişime destek veriyor. Ben insanların, kendisine zarar verecek davranışlarda bulunmasını doğru bulmuyorum. Acı çekmek yerine, daha ruhu besleyecek işler yapmak lazım. Diğer tarafta, kendi yaşantısını anlatan, insanlarla arasında çok büyük mesafeler olduğunu hissettiren, cinsel konulardan bahseden insanlardan da hoşlanmıyorum. Bir çizgi çekin, iki yanına tüm duyguları koyun milliyetçi ve devrimci yazarlar, dini , siyasi konularda yazanlar gibi sert konuları, diğer tarafa aşk, cinsellik, çiçek, böcek, kültür diye yumuşak konuları koyun. Ortaya doğru, hepsinden bir karışım olsun ama içinde hepsinden biraz yer alsın, tat olarak da yazarın ustalığı ve üslubu tuzu biberi olsun. Ben işte bu orta noktada yazı ya da röportajlarımla  gezinmeyi seviyorum.

Gerçi röportajlarda bana ait olmadığı konuklarımın düşünceleri yer aldığı için, orada biraz daha serbest olabiliyorum ama yazılarımda daha merkezde olmak doğru bir tavır olarak geliyor. Onun için Mine’ ciğim belki de bu köşe yazarlığı mevzuunu böyle görmekte fayda var. En azından bu günün şartlarında....

">

Bir yazarın tarzının oturması acaba ne kadar zaman alır? Kim bilir, o kadar değişken ki. Dün bir muhabir arkadaşımla konuşuyorum. Diyor ki; benim yazabilmem için, çok dolmam lazım. Yani ya sinirlenmem, ya da çok mutlu olmam. Ben bunu şöyle anlıyorum. Manik depresif bir hal. Artı, eksi kutuplar. Tabii ki, yazar da, besteci de, ressam da böyle durumlardan çok beslenir. Daha doğrusu bu durumları lehine kullanabilirse, sanatında uçar gider. Ama yaptığınız iş, biraz da olsa rutine binmişse, sürekli bir şeyler üretmeniz bekleniyorsa, o zaman bu halleri sanal olarak yaşamak zorundasınız, yoksa devam etmeniz çok zor.

Ben de böyle sıkıntıları zaman zaman yaşıyorum. Yaptığınız iş yazarlık. Bu işi nasıl algıladığınızla bağlantılı aslında. Mesela, bir uzmanlık alanı seçip orada kalmak bana, elleri kolları bağlı oturmak gibi geliyor. Yanılıyor da olabilirim. Ya da gezdiğini, yediğini, içtiğini anlatmak da, çok adaletsiz geliyor. Çocukluğumdan beri aldığım aile eğitimine ters oluyor. Siyasi yazılar yazıp da, mahkemelerde dolaşmak, hiç bana göre değil. Aslında düşünceye inanılmaz saygı duyuyor ve onun yaratıcı bir güç olduğuna inanıyor olmama  rağmen. Bu nedenle yıllarca ömrünü hapislerde geçirmiş insanlar, beni o noktadan uzaklaşmaya itiyor. Mesela Nazım Hikmet. Belki de o durumdan beslenmiş ve özgürlük dolu o muhteşem eserleri çıkmıştır ortaya diye iyi niyetli düşünmek istiyorum ama yine de tatmin olmuyorum. Gerçi her şeyi hapsedebilirsiniz ama düşünceyi asla. Bir gün gerçekten düşüncenizden dolayı, kınanmadığınız, her hangi bir yaptırımın olmadığı bir diyar bulduğumuzda belki daha özgürce yazılarımızı yazabiliriz.

Mesela aynı şeyler diğer ülkeler için de geçerli yani tüm dünyada, sivri ve ses getiren , ilk defa söylenen düşünceler, büyük reaksiyonlara yol açıyor.

Hint’ li düşünür, benim felsefesine bayıldığım Osho’ da, zararlı ve ne yapacağı kestirilemez bir insan olduğu için, zehirlenerek öldürüldü. Tutuklandı ama bu gün kitapları onlarca dile çevrilip, inanılmaz rakamlarda satılıyor. Bu durum kendisini ne kadar etkiliyor bilmiyorum ama böyle idealist, cesur insanlar var. Onlar dünyanın gidişine yön veren insanlar. Büyük bir cesaret ve öz güven gerektiriyor. Ben o insanlardan değilim, dünyevi yaşantımı da seviyorum. Tabii ki, fikirlerinle yaşadığın anda olmasa bile, sonraları dünyaya yön verme hayali, olağanüstü güzel ama gereksiz yere acı çekmek ve bazı insanların hışmına uğramak çok kötü. Buna değmeyeceğini düşünüyorum. İnsanlara faydalı olmak için, illa ki hapiste yatacak kadar sivri yazılar ya da söylemlerde bulunmanız gerekmiyor. Hayır işleri yaparak da isminizi kalıcı hale getirebilirsiniz. Bunları birbiriyle kıyaslamak doğru değil ama,  dünya hızla gelişiyor ve herkes bir yerlerden bu değişime destek veriyor. Ben insanların, kendisine zarar verecek davranışlarda bulunmasını doğru bulmuyorum. Acı çekmek yerine, daha ruhu besleyecek işler yapmak lazım. Diğer tarafta, kendi yaşantısını anlatan, insanlarla arasında çok büyük mesafeler olduğunu hissettiren, cinsel konulardan bahseden insanlardan da hoşlanmıyorum. Bir çizgi çekin, iki yanına tüm duyguları koyun milliyetçi ve devrimci yazarlar, dini , siyasi konularda yazanlar gibi sert konuları, diğer tarafa aşk, cinsellik, çiçek, böcek, kültür diye yumuşak konuları koyun. Ortaya doğru, hepsinden bir karışım olsun ama içinde hepsinden biraz yer alsın, tat olarak da yazarın ustalığı ve üslubu tuzu biberi olsun. Ben işte bu orta noktada yazı ya da röportajlarımla  gezinmeyi seviyorum.

Gerçi röportajlarda bana ait olmadığı konuklarımın düşünceleri yer aldığı için, orada biraz daha serbest olabiliyorum ama yazılarımda daha merkezde olmak doğru bir tavır olarak geliyor. Onun için Mine’ ciğim belki de bu köşe yazarlığı mevzuunu böyle görmekte fayda var. En azından bu günün şartlarında....

Tüm yazılarını göster