Keşke.....

Hani insan bazen, bir şeyler okur, felsefe yapar, yaşanmış tecrübeleri dinler ya. Olgunlaşmak...

Ebru Eğinlioğlu eeginlioglu@gmail.com

Hani insan bazen, bir şeyler okur, felsefe yapar, yaşanmış tecrübeleri dinler ya. Olgunlaşmak, gelişmek adına. Bunlar güzel çabalardır, takdiri hak eder, hem tecrübeyi aktaranı, hem de bilgiyi alanı mutlu eder.

Ama bir de, yaşamın kendisinden aldığımız dersler vardır. Bir seferde, yaşamın şifresini önünüze koyar. Çaba yoktur, uğraş yoktur, bir olay olur ve siz de tartışmasız dersinizi alırsınız….

Ölümle yaşamın aslında, iki yüzlü bir kart gibi olduğunu bu ders sırasında alırsınız ve o anda yapabileceğiniz hiçbir şey olmadığını da. Bir teslimiyet,halidir aslında bizi dinginleştiren o tılsımın adı. Söz yoktur ortada ama karmaşa da yoktur, bilinmezlerde yoktur, her şey aslında bilinmezdir ama bir o kadar da nettir.

Hayatta kalıp kalmayacağınız, o en son noktada önemini yitirir. Ağır çekim bir kazadan bahsediyorum. Arabanızla gidiyorsunuz, yol kaygan ve çamurlu… Derken önünüze, ağır ağır giden bir araba çıkıyor. Tam onu geçeyim derken, bu sefer önünüze doğru kayıyor, ona çarpmayım derken, kontrolünüzü kaybediyorsunuz, araba kaymaya başlıyor, bir sağa, bir sola hızla vuruyor, sonra, yolun ortasında, refüje çıkıyor. Bütün bunlar olurken, hiçbir şey düşünemiyorsunuz, sonra araba, refüjün kenarında, yan duruyor ve birkaç saniye içinde takla atarak ters dönüyor. Siz bütün bu süreçleri yaşıyorsunuz ve o süreler sanki bir ömür uzunluğundaymış gibi geliyor. Sonra etraftan bir sesler, kalabalıklar duyuyorsunuz, insanlar etrafınıza toplanmış, siz arabanın içinde ters duruyorsunuz. Kemerim acaba açılır mı? Açılmaz mı? Buradan çıkabilir miyim diye, bir iki saniye düşünüp kendinizi dışarı atıyorsunuz, her yer cam kırıkları içinde, ellerinize ufak cam kırıkları batıyor ve bir bakıyorsunuz, hiçbir şey olmadan sapa sağlam dışarı çıkmışsınız…. Büyük bir şaşkınlık ve sevinç arasında gidip geliyorsunuz, gülmek mi lazım böyle durumlarda ağlamak mı lazım. Mantığınız tıkır tıkır işlemeye başlıyor…

İşte yaşamla ölüm arasındaki sınırda dolaşanlar her halde böyle duygular yaşıyor ve o zaman, yaşam dışında her şeyin aslında o kadar dert etmeye değer olmadığını, yaşamı boyunca amaçlardan sapıp, ne kadar çok şeyi dert ettiğini ve aslında yaşamının hayatındaki en değerli şeyi olduğunun farkına varıyor.

Sonra her şeye daha hoş görülü ve sevgi dolu yaklaşmaya başlıyor, şükretmenin güzelliğinin tadına varıyor ve sevdikleriyle birlikte geçirdiği anların da ne kadar vazgeçilmez olduğunu kavrıyor.

Ve o zaman diyor ki, bunu anlamak için yolun sonuna kadar gitmeye ne gerek var?

Keşke………

">

Hani insan bazen, bir şeyler okur, felsefe yapar, yaşanmış tecrübeleri dinler ya. Olgunlaşmak, gelişmek adına. Bunlar güzel çabalardır, takdiri hak eder, hem tecrübeyi aktaranı, hem de bilgiyi alanı mutlu eder.

Ama bir de, yaşamın kendisinden aldığımız dersler vardır. Bir seferde, yaşamın şifresini önünüze koyar. Çaba yoktur, uğraş yoktur, bir olay olur ve siz de tartışmasız dersinizi alırsınız….

Ölümle yaşamın aslında, iki yüzlü bir kart gibi olduğunu bu ders sırasında alırsınız ve o anda yapabileceğiniz hiçbir şey olmadığını da. Bir teslimiyet,halidir aslında bizi dinginleştiren o tılsımın adı. Söz yoktur ortada ama karmaşa da yoktur, bilinmezlerde yoktur, her şey aslında bilinmezdir ama bir o kadar da nettir.

Hayatta kalıp kalmayacağınız, o en son noktada önemini yitirir. Ağır çekim bir kazadan bahsediyorum. Arabanızla gidiyorsunuz, yol kaygan ve çamurlu… Derken önünüze, ağır ağır giden bir araba çıkıyor. Tam onu geçeyim derken, bu sefer önünüze doğru kayıyor, ona çarpmayım derken, kontrolünüzü kaybediyorsunuz, araba kaymaya başlıyor, bir sağa, bir sola hızla vuruyor, sonra, yolun ortasında, refüje çıkıyor. Bütün bunlar olurken, hiçbir şey düşünemiyorsunuz, sonra araba, refüjün kenarında, yan duruyor ve birkaç saniye içinde takla atarak ters dönüyor. Siz bütün bu süreçleri yaşıyorsunuz ve o süreler sanki bir ömür uzunluğundaymış gibi geliyor. Sonra etraftan bir sesler, kalabalıklar duyuyorsunuz, insanlar etrafınıza toplanmış, siz arabanın içinde ters duruyorsunuz. Kemerim acaba açılır mı? Açılmaz mı? Buradan çıkabilir miyim diye, bir iki saniye düşünüp kendinizi dışarı atıyorsunuz, her yer cam kırıkları içinde, ellerinize ufak cam kırıkları batıyor ve bir bakıyorsunuz, hiçbir şey olmadan sapa sağlam dışarı çıkmışsınız…. Büyük bir şaşkınlık ve sevinç arasında gidip geliyorsunuz, gülmek mi lazım böyle durumlarda ağlamak mı lazım. Mantığınız tıkır tıkır işlemeye başlıyor…

İşte yaşamla ölüm arasındaki sınırda dolaşanlar her halde böyle duygular yaşıyor ve o zaman, yaşam dışında her şeyin aslında o kadar dert etmeye değer olmadığını, yaşamı boyunca amaçlardan sapıp, ne kadar çok şeyi dert ettiğini ve aslında yaşamının hayatındaki en değerli şeyi olduğunun farkına varıyor.

Sonra her şeye daha hoş görülü ve sevgi dolu yaklaşmaya başlıyor, şükretmenin güzelliğinin tadına varıyor ve sevdikleriyle birlikte geçirdiği anların da ne kadar vazgeçilmez olduğunu kavrıyor.

Ve o zaman diyor ki, bunu anlamak için yolun sonuna kadar gitmeye ne gerek var?

Keşke………

Tüm yazılarını göster