Son günlerin en etkileyici gelişmesi Anayasa Mahkemesinin DPT'yi kapatmasıydı. Kapatma olayının taktik sonuçları var stratejik sonuçları var. Savaş teorisinde meşhur klişedir, 'Amatörler taktikden söz eder, profesyoneller lojistikten'. Netice olarak parti kapatma Türkiye Cumhuriyeti hukuk düzeninin üniter devlet için verdiği savaşta sık sık uyguladığı bir taktiktir.
Kapatmaya verilen tepkileri ilgiyle izliyorum. Konuyu dış güçlere bağlayanlar çok. Özellikle Amerika ve İsrail malum şüpheliler listesinin başında. Bu listeye AB de dahil tabii ki. Silahlı Kuvvetler'e yakınlığıyla tanınan kalemler, 'hukukun üstünlüğü' demagojisine sığınmakta. Aynı 'hukuk' mazereti Kürt kökenli Türkiye vatandaşlarını tanımayan politikacıların da ağzında.
İstanbul medyasının düzgün kalemlerinden birisi Türkiye'de yaygın 'ikiyüzlü' demokrasi anlayışından söz etmekte. Doğru bir teşhis. Telaffuz etmekte geç bile kalındı. Eksik kalan taraf hukuk düzeninde de bu çifte standardın yaygın olması.
Üniter devlet anlayışını değiştirmeyen, yurt içinde ve dünyadaki dinamikleri takip etmeyen elitler ısrarla belli kalıpların üzerinde durunca, o düzenin berbaberinde getirdiği hukuk anlayışı, kendi kendini besleyen bir mekanizma olmakta.
Bir Defa Delinen Anayasa
Yıllar önce Özal 'Anayasa' bir defa delinmekle bir şey olmaz' mealinden bir söz etmişti. En azından böyle bir söz ettiği iddaa edilmişti. Bu laf üzerine, İstanbul dükalığının medyası ve Ankara merkezli medya aldı sazı eline. 'Hukukun Üstünlüğü', 'devlet adamının ağırlığı' gibisinden tonlarca laf salatası hazırlandı. Bu konu temcit pilavı gibi uzadı gitti.
Bu konunun analizine zamanında katılmışlığım var. Konu tabii ki Anayasa'nın kutsallığı değildi. Konu Türkiye Cumhuriyetin'in şimdiki Anayasasının yapısıydı. Parti kapatma hakkını yine kendi mahkemesine veren şimdiki anayasa.
Bugünkü anayasa12 Eylül Darbesinden sonra silahların gölgesinde yazılmış bir anayasadır. Halkın 'defi bela kabilinden' kerhen kabul oyu verdiği bir anayasadır. Sivil yönetime ve şeçimlere biran önce gidilmesi için darbecilere verilen ödündür.
Rahmetli Özal'ın farkında olduğu fakat o günkü güçler dağılımında değiştirmeye cesaret edemediği 12 Eylül Anayasasının özüydü 'delinme'. 177 maddesi ve onlarca geçici maddesi olan bir Anayasayla ülke idare ederseniz, mutlaka bir maddeye takılırsınız.
Anayasa mı İç Tüzük mü ?
Bu kadar uzun ve detaylı bir anayasa dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde yoktur. Anayasa bir ülkenin vatandaşlarının temel hak ve özgürlüklerini korumakla mükellefken, 12 Eylül Anayasası vatandaşların nasıl yönelitilmesi gerektiği tarif eden bir içtüzük manzumesidir.
Örneğin, Anayasa inanç özgürlüğünden söz ederken, Anayasa'da vatandaşın inanç dünyasını organize eden Diyanet İşleri Başkanlığı'na meşruiyet kazandıran 136. maddeye yer verir.
Eğitim, öğrenim ve araştırma gibi bireysel hakların varlğından söz eden 12 Eylül Anayasası her türlü düşünce özgürlüğünün beşiği olması gereken üniversiteleri bir dizi kanunla düzenlemektedir. Detaylı ve kısıtlayıcı bu kadar maddeyle, özel ve tüzel hiç bir Türkiye üniversitesinin dünya klasmanında yer almaması sürpriz olmamalı. Ya da başka bir deyişle, 'Bu kadar bol şövenist entellektüel, ancak böyle YÖK'le mümkün olur'
Yargının bağımsızlığı, hakimlerin bağımsızlğı gibi standard demokratik unsurların düzenlendiği madde sayısı ise, Anayasa'da oldukça fazla. Maddeler bu kadar çok olunca evrensel hukuktan uzaklaşmak da o kadar kolay olmakta.
Beni en çok güldüren maddede 'Özel Hayatın Gizliliği' ile ilgili olan 27.madde. Tüm medyası külliyen 'paparazzileşmiş' toplumda, her gün anayasa ihlal edilmekte. Tam bir şok gelişme (!)
Kuruluştan Bu Yana
Türkiye Cumhuriyetini askerler kurdu. O günkü koşullarda yegane mümkün çözümdü. Asker mentalitesi herşeyi içtüzükle düzenlemektir. Etrafı tellerle çevrili askeri birlikte mümkün ama bir ülke için makul olmayan bir çözüm. 1980'lere kadar kapalı bir rejim olan Türkiye'de çalışmış olan bu düzen, Anayasa dahil, artık çalışmıyor.
Türkiye'ye yeni ve çağdaş bir anayasa gerekli. Kısa, öz, evrensel hak ve özgürlüklükleri tarif eden bir anayasa. Silahların gölgesinde yazılmış bir anaaysa değil. Zaten böyle bir anayasa olsa o zaman Anayasa mahkemesine de gerek kalmaz.
Kanunların mevcut Anayasa'ya uygun olarak işletilip işletilmediği denetleyen üst mahkeme olur. Böyle bir mahkemenin yargıçları da parti kapatmalarla değil, evrensel hukuk kurallarının 'yılmaz bekçileri' olarak kamuoyunda saygın duruşlarını gösterirler.
">
Son günlerin en etkileyici gelişmesi Anayasa Mahkemesinin DPT'yi kapatmasıydı. Kapatma olayının taktik sonuçları var stratejik sonuçları var. Savaş teorisinde meşhur klişedir, 'Amatörler taktikden söz eder, profesyoneller lojistikten'. Netice olarak parti kapatma Türkiye Cumhuriyeti hukuk düzeninin üniter devlet için verdiği savaşta sık sık uyguladığı bir taktiktir.
Kapatmaya verilen tepkileri ilgiyle izliyorum. Konuyu dış güçlere bağlayanlar çok. Özellikle Amerika ve İsrail malum şüpheliler listesinin başında. Bu listeye AB de dahil tabii ki. Silahlı Kuvvetler'e yakınlığıyla tanınan kalemler, 'hukukun üstünlüğü' demagojisine sığınmakta. Aynı 'hukuk' mazereti Kürt kökenli Türkiye vatandaşlarını tanımayan politikacıların da ağzında.
İstanbul medyasının düzgün kalemlerinden birisi Türkiye'de yaygın 'ikiyüzlü' demokrasi anlayışından söz etmekte. Doğru bir teşhis. Telaffuz etmekte geç bile kalındı. Eksik kalan taraf hukuk düzeninde de bu çifte standardın yaygın olması.
Üniter devlet anlayışını değiştirmeyen, yurt içinde ve dünyadaki dinamikleri takip etmeyen elitler ısrarla belli kalıpların üzerinde durunca, o düzenin berbaberinde getirdiği hukuk anlayışı, kendi kendini besleyen bir mekanizma olmakta.
Bir Defa Delinen Anayasa
Yıllar önce Özal 'Anayasa' bir defa delinmekle bir şey olmaz' mealinden bir söz etmişti. En azından böyle bir söz ettiği iddaa edilmişti. Bu laf üzerine, İstanbul dükalığının medyası ve Ankara merkezli medya aldı sazı eline. 'Hukukun Üstünlüğü', 'devlet adamının ağırlığı' gibisinden tonlarca laf salatası hazırlandı. Bu konu temcit pilavı gibi uzadı gitti.
Bu konunun analizine zamanında katılmışlığım var. Konu tabii ki Anayasa'nın kutsallığı değildi. Konu Türkiye Cumhuriyetin'in şimdiki Anayasasının yapısıydı. Parti kapatma hakkını yine kendi mahkemesine veren şimdiki anayasa.
Bugünkü anayasa12 Eylül Darbesinden sonra silahların gölgesinde yazılmış bir anayasadır. Halkın 'defi bela kabilinden' kerhen kabul oyu verdiği bir anayasadır. Sivil yönetime ve şeçimlere biran önce gidilmesi için darbecilere verilen ödündür.
Rahmetli Özal'ın farkında olduğu fakat o günkü güçler dağılımında değiştirmeye cesaret edemediği 12 Eylül Anayasasının özüydü 'delinme'. 177 maddesi ve onlarca geçici maddesi olan bir Anayasayla ülke idare ederseniz, mutlaka bir maddeye takılırsınız.
Anayasa mı İç Tüzük mü ?
Bu kadar uzun ve detaylı bir anayasa dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde yoktur. Anayasa bir ülkenin vatandaşlarının temel hak ve özgürlüklerini korumakla mükellefken, 12 Eylül Anayasası vatandaşların nasıl yönelitilmesi gerektiği tarif eden bir içtüzük manzumesidir.
Örneğin, Anayasa inanç özgürlüğünden söz ederken, Anayasa'da vatandaşın inanç dünyasını organize eden Diyanet İşleri Başkanlığı'na meşruiyet kazandıran 136. maddeye yer verir.
Eğitim, öğrenim ve araştırma gibi bireysel hakların varlğından söz eden 12 Eylül Anayasası her türlü düşünce özgürlüğünün beşiği olması gereken üniversiteleri bir dizi kanunla düzenlemektedir. Detaylı ve kısıtlayıcı bu kadar maddeyle, özel ve tüzel hiç bir Türkiye üniversitesinin dünya klasmanında yer almaması sürpriz olmamalı. Ya da başka bir deyişle, 'Bu kadar bol şövenist entellektüel, ancak böyle YÖK'le mümkün olur'
Yargının bağımsızlığı, hakimlerin bağımsızlğı gibi standard demokratik unsurların düzenlendiği madde sayısı ise, Anayasa'da oldukça fazla. Maddeler bu kadar çok olunca evrensel hukuktan uzaklaşmak da o kadar kolay olmakta.
Beni en çok güldüren maddede 'Özel Hayatın Gizliliği' ile ilgili olan 27.madde. Tüm medyası külliyen 'paparazzileşmiş' toplumda, her gün anayasa ihlal edilmekte. Tam bir şok gelişme (!)
Kuruluştan Bu Yana
Türkiye Cumhuriyetini askerler kurdu. O günkü koşullarda yegane mümkün çözümdü. Asker mentalitesi herşeyi içtüzükle düzenlemektir. Etrafı tellerle çevrili askeri birlikte mümkün ama bir ülke için makul olmayan bir çözüm. 1980'lere kadar kapalı bir rejim olan Türkiye'de çalışmış olan bu düzen, Anayasa dahil, artık çalışmıyor.
Türkiye'ye yeni ve çağdaş bir anayasa gerekli. Kısa, öz, evrensel hak ve özgürlüklükleri tarif eden bir anayasa. Silahların gölgesinde yazılmış bir anaaysa değil. Zaten böyle bir anayasa olsa o zaman Anayasa mahkemesine de gerek kalmaz.
Kanunların mevcut Anayasa'ya uygun olarak işletilip işletilmediği denetleyen üst mahkeme olur. Böyle bir mahkemenin yargıçları da parti kapatmalarla değil, evrensel hukuk kurallarının 'yılmaz bekçileri' olarak kamuoyunda saygın duruşlarını gösterirler.