30-40 yıl öncesine kadar Sivas denilince akla Pir Sultan ve Alevilik gelirdi…
Sivas’ı “Ozanlar Şehri” yapanlar Aleviler olmuştur: Pir Sultan, Ağahi, Aşık Veli, Ali İzzet, Aşık Veysel, Kemter Sivas topraklarında yetişmiştir…
Sivas’ın kongresiyle Cumhuriyet’e beşiklik etmesi de bu gelenekle birleşince Sivas’ın Pir Sultan Abdal’ı astıran kent olması unutulmuş, Sivas ilerici-demokrat, cumhuriyetçi özelliği ile öne çıkmıştır…
1960’lardan itibaren Türkiye’de dengeler solun lehine doğru gelişmeye başlayınca, özellikle Alevilerle Sünnilerin iç içe yaşadığı kentler kışkırtmaların ve Alevilere yönelik saldırıların hedefi olmaya başlar. Nitekim 1966’dan başlayarak, Ortaca, Kırıkhan, Elbistan, Sivas, Maraş, Çorum gibi yerlerde asıl olarak Alevileri hedef alan saldırı dalgası bu durumun bir sonucudur. 2 Temmuz 1993 Sivas katliamı ise bu saldırı dalgasının en önemli halkalarından biridir!
Saldırılar kentlerdeki Alevi nüfusunu göçe zorlar. Kentlerin toplumsal dokusu hızla değişir, Aleviler ve Sünni kökenli ilericiler kent merkezlerini terk ederler… Sivas, Maraş, Malatya gibi, hatta Erzincan, Elazığ ve Yozgat gibi…
Ve önemli özelliği çok kültürlülük olan kentler, tekçiliğin, tahammülsüzlüğün, her fırsatta “tahrik olanların” yaşadığı potansiyel kentlere dönüşürler ve çoraklaşırlar. Bu gerçek, siyasi sonuçlara da yansır: 1980 öncesi bu kentlerde “sol ve sağ” partiler arasında temsiliyet oranı yarı yarıyken, 1980 sonrası bu kentler sağın “kalesine” dönüşür! Örneğin, 1977 seçim sonuçlarına göre Sivas’ta CHP 4, AP 2, MSP 1, MHP 1 milletvekilliği kazanırken, 2 Temmuz 1993 Sivas katliamı sonrası yapılan 1995 seçimlerinde CHP yalnızca 1 milletvekilliği kazanırken RP 3, ANAP 2, DYP 1 milletvekilliği kazanmıştır…
OLAY MI, KATLİAM MI?
Ankara’dan İstanbul’dan Anadolu’nun dört bir yanından yola çıkıp gelenler 1 Temmuz 1993 sabahı Sivas’ta Pir Sultan dostlarıyla buluşurlar. Amaç bellidir; İki gün boyunca Sivas’ta Pir Sultan, konserlerle, söyleşilerle, türkülerle ve deyişlerle anılacaktır… Fakat Sivas eski Sivas değildir, daha sabahın ilk saatinde Sivas’a girer girmez fark edilir bu… Sonrası hepimizin artık ezbere bildiği ve televizyonlardan canlı olarak yayınlanan ve “yakın ula yakın” bağrışlarıyla, alkışlarla katliam gerçekleşir!
2 Temmuz 1993’den bu yana aradan tam 28 yıl geçti. Türkiye, Sivas katliamında olduğu gibi devletin bilgisi ve gözetiminde yapılan katliamlarla yüzleşmekten kaçmaya devam ediyor. Katliamlara “olay” denmeye devam ediliyor!
Katliamların “kitlesel katılım” boyutu ve binlerce insanın “yakın ula yakın” naraları eşliğinde katliama neden ve nasıl katıldığı görmezden gelinmeye devam ediliyor ve bu gerçekle yüzleşilmediği için söylenen her şey havada asılı kalıyor!
Daha önce de kerelerce yazdım:
1993 yılında ilçeler hariç Sivas şehir merkezinde yaklaşık 220 bin kişi yaşıyormuş. Polis kayıtlarına göre merkezde yaşayan bu 220 bin kişinin tam 15 bini (yazı ile on beş bin kişi) Madımak Oteli’nin önündeki gösteriye katılmış. Yani Sivas merkezde yaşayan “yetişkin” her 10 Sivaslı’dan biri bu yakma eylemine ortak olmuş; Yakarak, gösteriye katılarak, alkışlayarak…
Bu çıplak gerçek çok can yakıcı olduğu için memleketin ezici çoğunluğu bu gerçekten kaçmaya çalışır. Üstelik yalnızca siyasal İslamcılar ve sağcılar değil, bazı “sosyal demokratlar” bile bu gerçekle yüzleşmekten hep kaçar. Kolay olan tercih edilir ve Madımak katliamının birkaç meczubun ve “dış güçlerin” işi olduğu, toplumun bu tür katliamlara karşı olduğu, Sivaslıların bu katliama ortak olmadığı yalanı her fırsatta söylenir durur ve yürekler soğutulur!
Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Turan Dursun, Musa Anter ve Hrant Dink gibi siyasi cinayetlere “faili meçhul” denmesi ya da bu siyasi cinayetlerin yalnızca “tetikçilere” fatura edilmesi gibi, Sivas gibi, Maraş gibi katliamları da yalnızca “üç beş kişiye” fatura edilir ve bu katliamlara “katliam” demekten özenle kaçınılarak, “olay” ya da “hadise” denilerek geçiştirilir...
Sonra da unutturma çabası devreye girer…
Katliamda çocuklarını, analarını, babalarını yitiren ailelerden özür dilenmesi bir yana, Alevi örgütleri başta olmak üzere yüzlerce kişi ve kuruluşun “Madımak Oteli Utanç Müzesi olsun” talebi bilerek ve isteyerek duyulmaz olur…
Madımak katliamı gibi insanlığa karşı işlenmiş bir katliam davasında, her ne hikmetse 28 yılda bir türlü yakalanamayan ama evlenen, belediyede işe bile giren sanıklar için zaman aşımı devreye girer…
Katliama katliam demeden, gerçeklerle yüzleşilmeden, devlet adına ailelerden özür dilenmeden, “Kültür Evi”ne dönüştürülen Madımak Oteli Utanç Müzesi’ne dönüştürülmeden Madımak yanmaya devam edecek…
30 Haziran 2021, İstanbul
Necdet Saraç
">
30-40 yıl öncesine kadar Sivas denilince akla Pir Sultan ve Alevilik gelirdi…
Sivas’ı “Ozanlar Şehri” yapanlar Aleviler olmuştur: Pir Sultan, Ağahi, Aşık Veli, Ali İzzet, Aşık Veysel, Kemter Sivas topraklarında yetişmiştir…
Sivas’ın kongresiyle Cumhuriyet’e beşiklik etmesi de bu gelenekle birleşince Sivas’ın Pir Sultan Abdal’ı astıran kent olması unutulmuş, Sivas ilerici-demokrat, cumhuriyetçi özelliği ile öne çıkmıştır…
1960’lardan itibaren Türkiye’de dengeler solun lehine doğru gelişmeye başlayınca, özellikle Alevilerle Sünnilerin iç içe yaşadığı kentler kışkırtmaların ve Alevilere yönelik saldırıların hedefi olmaya başlar. Nitekim 1966’dan başlayarak, Ortaca, Kırıkhan, Elbistan, Sivas, Maraş, Çorum gibi yerlerde asıl olarak Alevileri hedef alan saldırı dalgası bu durumun bir sonucudur. 2 Temmuz 1993 Sivas katliamı ise bu saldırı dalgasının en önemli halkalarından biridir!
Saldırılar kentlerdeki Alevi nüfusunu göçe zorlar. Kentlerin toplumsal dokusu hızla değişir, Aleviler ve Sünni kökenli ilericiler kent merkezlerini terk ederler… Sivas, Maraş, Malatya gibi, hatta Erzincan, Elazığ ve Yozgat gibi…
Ve önemli özelliği çok kültürlülük olan kentler, tekçiliğin, tahammülsüzlüğün, her fırsatta “tahrik olanların” yaşadığı potansiyel kentlere dönüşürler ve çoraklaşırlar. Bu gerçek, siyasi sonuçlara da yansır: 1980 öncesi bu kentlerde “sol ve sağ” partiler arasında temsiliyet oranı yarı yarıyken, 1980 sonrası bu kentler sağın “kalesine” dönüşür! Örneğin, 1977 seçim sonuçlarına göre Sivas’ta CHP 4, AP 2, MSP 1, MHP 1 milletvekilliği kazanırken, 2 Temmuz 1993 Sivas katliamı sonrası yapılan 1995 seçimlerinde CHP yalnızca 1 milletvekilliği kazanırken RP 3, ANAP 2, DYP 1 milletvekilliği kazanmıştır…
OLAY MI, KATLİAM MI?
Ankara’dan İstanbul’dan Anadolu’nun dört bir yanından yola çıkıp gelenler 1 Temmuz 1993 sabahı Sivas’ta Pir Sultan dostlarıyla buluşurlar. Amaç bellidir; İki gün boyunca Sivas’ta Pir Sultan, konserlerle, söyleşilerle, türkülerle ve deyişlerle anılacaktır… Fakat Sivas eski Sivas değildir, daha sabahın ilk saatinde Sivas’a girer girmez fark edilir bu… Sonrası hepimizin artık ezbere bildiği ve televizyonlardan canlı olarak yayınlanan ve “yakın ula yakın” bağrışlarıyla, alkışlarla katliam gerçekleşir!
2 Temmuz 1993’den bu yana aradan tam 28 yıl geçti. Türkiye, Sivas katliamında olduğu gibi devletin bilgisi ve gözetiminde yapılan katliamlarla yüzleşmekten kaçmaya devam ediyor. Katliamlara “olay” denmeye devam ediliyor!
Katliamların “kitlesel katılım” boyutu ve binlerce insanın “yakın ula yakın” naraları eşliğinde katliama neden ve nasıl katıldığı görmezden gelinmeye devam ediliyor ve bu gerçekle yüzleşilmediği için söylenen her şey havada asılı kalıyor!
Daha önce de kerelerce yazdım:
1993 yılında ilçeler hariç Sivas şehir merkezinde yaklaşık 220 bin kişi yaşıyormuş. Polis kayıtlarına göre merkezde yaşayan bu 220 bin kişinin tam 15 bini (yazı ile on beş bin kişi) Madımak Oteli’nin önündeki gösteriye katılmış. Yani Sivas merkezde yaşayan “yetişkin” her 10 Sivaslı’dan biri bu yakma eylemine ortak olmuş; Yakarak, gösteriye katılarak, alkışlayarak…
Bu çıplak gerçek çok can yakıcı olduğu için memleketin ezici çoğunluğu bu gerçekten kaçmaya çalışır. Üstelik yalnızca siyasal İslamcılar ve sağcılar değil, bazı “sosyal demokratlar” bile bu gerçekle yüzleşmekten hep kaçar. Kolay olan tercih edilir ve Madımak katliamının birkaç meczubun ve “dış güçlerin” işi olduğu, toplumun bu tür katliamlara karşı olduğu, Sivaslıların bu katliama ortak olmadığı yalanı her fırsatta söylenir durur ve yürekler soğutulur!
Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Turan Dursun, Musa Anter ve Hrant Dink gibi siyasi cinayetlere “faili meçhul” denmesi ya da bu siyasi cinayetlerin yalnızca “tetikçilere” fatura edilmesi gibi, Sivas gibi, Maraş gibi katliamları da yalnızca “üç beş kişiye” fatura edilir ve bu katliamlara “katliam” demekten özenle kaçınılarak, “olay” ya da “hadise” denilerek geçiştirilir...
Sonra da unutturma çabası devreye girer…
Katliamda çocuklarını, analarını, babalarını yitiren ailelerden özür dilenmesi bir yana, Alevi örgütleri başta olmak üzere yüzlerce kişi ve kuruluşun “Madımak Oteli Utanç Müzesi olsun” talebi bilerek ve isteyerek duyulmaz olur…
Madımak katliamı gibi insanlığa karşı işlenmiş bir katliam davasında, her ne hikmetse 28 yılda bir türlü yakalanamayan ama evlenen, belediyede işe bile giren sanıklar için zaman aşımı devreye girer…
Katliama katliam demeden, gerçeklerle yüzleşilmeden, devlet adına ailelerden özür dilenmeden, “Kültür Evi”ne dönüştürülen Madımak Oteli Utanç Müzesi’ne dönüştürülmeden Madımak yanmaya devam edecek…
30 Haziran 2021, İstanbul
Necdet Saraç