Son haftalarda Montrö Boğazlar Sözleşmesi (1936) bağlamında Kanal İstanbul tartışmaları yoğunlaştı. Sıklıkla gözden kaçan iki önemli konuya işaret etmek istiyorum.
Kanal İstanbul’un yapılması, Montrö hükümleri dışına çıkan deniz trafiğine olanak sağlamaz. Gelibolu Yarımadası’nda Ege’ye bağlanan ikinci bir kanal yapılsa dahi, bu mümkün değildir.
İkincisi, bugün Türkiye için Montrö’den daha iyi bir sözleşme neredeyse imkansızdır.
Bu yazıda öncelikle rahmetli babam Numan Özdalga’nın “Türk Boğazlarının Tarih İçindeki Önemi” adlı kitabından yararlandım, verilen sayfa numaraları o kitaba göndermedir. Montrö ve o antlaşmaya giden tarihi süreci kapsamlı şekilde tahlil eden çalışmayı ilgilenenlere öneririm (*).
Montrö’de ticaret gemileri için serbest geçiş esas alındı.
Savaş gemileri için, kıyıdaş olan ve olmayan ülkelere göre değişen ayrıntılı düzenlemeler getirildi. Boğazlardan geçen gemi sayısı, tipi, tonajı, Karadeniz’de bulundurulacak toplam gemi tonajı (45,000 tona kadar) ve süresi gibi (21 gün).
Ama belki en önemlisi, Türkiye’nin savaşa katıltıldığı veya kendisini pek yakın savaş tehdidi altında hissettiği durumlarda, savaş gemilerinin Boğazlardan geçiş koşullarının Türkiye’nin takdirine bırakılmış olmasıdır.
İkinci Dünya Savaşı dahil, aradan geçen 85 yıl boyunca Karadeniz’in büyük devletler arasında gerginlik ve çatışma alanı olmaktan uzak kalabilmesi büyük ölçüde Montrö hükümleri ve Türkiye’nin tarafsız uygulamaları sayesinde mümkün oldu.
Kanal İstanbul’da Montrö dışına çıkılabilir mi?
Montrö’nün başlangıç bölümünde “Boğazlar genel deyimiyle ifade edilen Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi ve Karadeniz Boğazıdır” tanımı yer alır.
Hukuken güçlendirici bir husus, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Boğazlar Sözleşmesi 1. maddede aynı tanıma yer verilmesidir (s.1 ve s.124). Bilindiği gibi Montrö, Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin yerini almak üzere kabul edildi (Lozan Anlaşması ek senetlerinden biri).
Montrö açıkça Çanakkale Boğazı, Marmara ve İstanbul Boğazı’nı, Boğazlar adı altında tek bir suyolu olarak tanımlar ve getirdiği düzenlemeler bu suyolu ile ilgilidir.
Bu durumda Kanal İstanbul’a Karadeniz’den giren ve Montrö hükümlerine uymayan bir savaş gemisi, Marmara’ya girdiği andan itibaren sözleşmeyi ihlal eder.
Gelibolu Yarımadası’nda Marmara ve Ege’yi birleştirerek Çanakkale Boğazı’nı rota dışında bırakan bir kanal açılsa bile, Marmara Denizi nedeniyle aynı durum söz konusudur.
Montrö hükümlerini uygulama sorumluluğu taşıyan Türkiye’nin o hükümleri ihlali, herhalde sözleşmenin hızla feshi sonucunu doğuracaktır.
Ancak hiçbir karar vericinin o yola gideceğini tasavvur etmiyorum. Şu ana kadar böyle bir görüş açıklayan olmadı.
Türkiye, Kanal İstanbul’dan geçen gemilere Montrö’den farklı ücret tarifesi uygulayabilir. Geminin hangi rotayı seçeceğine güvenlik, zaman, maliyet gibi faktörlere göre kaptan ve şirketi karar verecektir.
Ancak fizibilite raporunun “Kanal İstanbul 68.000 gemi kapasitesine ulaşana kadar İstanbul Boğazı’nın tüm trafiğinin kanala aktarılacağı öngörülmüştür” varsayımı ile hazırlandığı anlaşılıyor. Belli ki iktidar, tüm gemileri Kanal’a yönlendirmeyi hayal ediyor. Eğer o yola gidilirse, taraflardan birinin Montrö’nün feshini istemesi büyük olasılıktır.
Montrö’den daha iyisi mümkün mü?
Sözleşmeye göre taraflardan biri, sözleşmenin feshini veya bazı hükümlerin değiştirilmesini isteyebilir. O durumda taraflar konferansı toplanır, iki maddenin değişikliği hariç, kararlar ancak ittifakla alınır (Md. 28 ve 29).
Bugün dünyada egemen anlayış, açık denizleri birbirine bağlayan boğazlardan geçişlerin serbest olmasıdır. Boğazlar bir veya daha fazla ülkenin egemen karasuları içinde kalsa bile, bütün gemilerin zararsız geçiş hakkı vardır. Bu kural barış ve savaş zamanında geçerlidir.
Dünya denizlerinde seyrüsefer (navigasyon) kurallarını belirleyen temel metin 1983 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi bu bakış açısıyla hazırlandı (BMDHS) . Zararsız geçiş kuralları o belgede ayrıntılı tanımlanır. Mesela gemilerden hiçbir geçiş ücreti alınamaz.
Yunanistan’la Ege’de karasuları anlaşmazlığı nedeniyle Türkiye o anlaşmayı onaylamadı. Ancak BMDHS, özellikle deniz ulaşım yollarına ilişkin hükümleri açısından, objektif hukuk niteliği taşır ve üçüncü tarafları bağlar. BMDHS daha önce yapılmış sözleşmeleri geçerli kabul ettiği için Montrö açısından sorun yaratmıyor.
Bugün dünyada açık denizleri birbirine bağlayan boğazlar için “ben egemen ülkeyim, istediğimi geçirir istediğimi geçirmem” diye bir uygulama bulunmuyor. Böyle bir egemenlik anlayışı yok.
Atlas Okyanusu’nu Akdeniz’e bağlayan Cebilitarık Boğazı, ticaret ve savaş gemilerinin geçişine tamamen açıktır. Baltık Denizi’ni Atlas Okyanusu’na bağlayan Belt Boğazları da öyle. Danimarka önceleri bu boğazlardan geçiş ücreti alıyordu, ABD’nin itirazı üzerine vazgeçti. Kızıldeniz’i Umman Denizi’ne bağlayan Babülmendep ve Güney Amerika’da Macellan dahil dünya boğazlarında durum aynıdır (s. 3-4).
Ülkelerin açtığı kanallar BMDHS kapsamında yer almıyor. Ama kanalların da bütün milletlerin savaş ve ticaret gemilerine açık olması ve egemen devletin, savaş zamanını dahil, ayırım yapmadan yönetmesi genel ilke.
Süveyş Kanalı açıldıktan sonra 1888’de İstanbul’da toplanan konferans, barış ve savaş zamanında bayrak ayırımı yapmadan kanalın ticaret ve savaş gemilerine açık olmasına karar verdi. O sırada Mısır hukuken Osmanlı’ya bağlı ama fiilen İngiliz işgali ve yönetimi altındaydı. Daha sonra pek çok gelişme yaşandı; Mısır bağımsızlık kazandı, Nasır darbesi oldu, Süveyş Kanalı devletleştirildi, Süveyş krizi ve savaşı çıktı, vs. Ama bugün hâlâ aynı ilkler yürürlükte (s. 4-5).
Panama ve Kiel kanallarında da aynı ilkeler geçerli. Almanya tamamen kendi topraklarında açtığı Kiel kanalını bir ara tek taraflı tasarrufu ile işletiyordu, ama Uluslararası Adalet Divanı kararıyla cezalandırıldı ve genel uygulamaya döndü (s.8).
Amerika öteden beri tüm boğazlardan serbest geçiş ilkesini savunur. Dünyanın en büyük deniz gücü, gemilerinin dünya denizlerinde serbest dolaşmasını istiyor. 1923 Lozan Konferansı’nda gözlemci ABD temsilcisi, Türk boğazlarında serbest geçiş ilkesinin uygulanmasını talep etti. 1945 Potsdam Konferansı’nda ABD Başkanı Harry Truman, Montrö’nün serbest geçiş ilkesine göre değiştirilmesini istedi.
Yeni bir Montrö konferansı gündeme gelirse, ABD’den daha fazla gemiye sahip dünyanın ikinci büyük deniz gücü Çin de muhtemelen Boğazlardan serbest (zararsız) geçiş ilkesinin uygulanmasını isteyecek, etkisini o yönde kullanacaktır.
Montrö taraflarından Bulgaristan ve Romanya bugün NATO üyesi ve ABD’ye yakın durabilir. Karadeniz’in yeni kıyıdaş ülkeleri Ukrayna ve Gürcistan haklı olarak taraf olmak isteyebilir. Hukuki yolu bulunup yeni konferansa katılırlarsa, Rusya tehdidi altındaki bu iki ülke de herhalde ABD’ye yakın duracaktır.
Bir başka taraf ülke Yunanistan, hiç kuşku yok ki yeni konferansı Ege ve Akdeniz’de taviz koparma aracı olarak kullanacaktır.
Rusya Karadeniz’e sahildar devlet olduğu günden bu yana Boğazları kendisi için ciddi bir sorun olarak gördü ama tavrını sık sık değiştirdi. Kendini zayıf hissettiği zamanlarda Türkiye’nin Boğazları kapatmasını, kuvvetli hissettiği dönemlerde Boğazları zapt etmek, yönetimine ortak olmak veya kendi gemileri için diğer gemilere kıyasla imtiyazlar istedi (s.96).
Yukarıdaki özet gösteriyor ki, bugün Montrö’den daha iyi bir anlaşma yapılabilmesi neredeyse imkansız. O nedenle Türkiye’nin Montrö’yü özenle korumaya çalışması gerekiyor. Montrö’nün feshi Türkiye’nin güvenlik risklerini artıracaktır.
Ancak bir taraf ülkenin girişimiyle Montrö’nün feshedilmesi mümkün. O durumda, bazen ifade edildiği gibi, hukuki belirsizlik yoktur. Montrö madde 27’de “geçiş ve seyrüsefer serbestliği prensibinin süresi sınırsızdır” hükmü yürürlüğe girer. Zararsız geçiş, herhalde objektif hukuk niteliği taşıyan BMDHS hükümlerine göre yürütülecektir.
İktidar sözcülerinin iddia ettiği gibi, Montrö’de Türkiye’nin egemenlik eksiği yoktur. Tamdır. Montrö’den daha iyisi neredeyse imkansızdır.
Ancak son günlerde kimi çevrelerin sıklıkla ileri sürdüğü gibi, herhangi bir nedenle Montrö feshedilirse, Türkiye için beka sorunu veya Boğazlar ve Marmara’da egemenlik kaybı asla söz konusu değildir.
Türk Boğazları üzerindeki egemenliğimiz her koşulda sürecektir. Bekamız ve Türk Boğazlarına egemenliğimiz, Montrö’nün imzacısı bir veya birkaç ülkenin kararına mı kalmıştır? Kanal İstanbul’a karşı olanlar, kolayca başka gerekçeler bulabilir.
Hiç olmazsa Montrö zehirli, abartılı ve aşırı sert dille sürdürülen siyasi polemiklerden uzak tutulsun.
Bu vesileyle ifade edelim, emekli amirallerin açıklamasını ‘gece yarısı açıkladılar’ veya ‘yüce Türk milletine’ hitaben açıkladılar benzeri hukuki olmayan gerekçelerle suçmuş gibi gösterme gayretleri, ülkemizde ifade özgürlüğünün nerelere kadar gerilediğinin yeni bir göstergesi oldu.
Her düşünce saygıdeğerdir ve serbestçe ifade edilebilmelidir; ama her düşünce geçerli değildir.
-------------------------
(*)- Deniz Hakim Albay Numan Özdalga, Deniz Basımevi, İstanbul, 1965.
">Son haftalarda Montrö Boğazlar Sözleşmesi (1936) bağlamında Kanal İstanbul tartışmaları yoğunlaştı. Sıklıkla gözden kaçan iki önemli konuya işaret etmek istiyorum.
Kanal İstanbul’un yapılması, Montrö hükümleri dışına çıkan deniz trafiğine olanak sağlamaz. Gelibolu Yarımadası’nda Ege’ye bağlanan ikinci bir kanal yapılsa dahi, bu mümkün değildir.
İkincisi, bugün Türkiye için Montrö’den daha iyi bir sözleşme neredeyse imkansızdır.
Bu yazıda öncelikle rahmetli babam Numan Özdalga’nın “Türk Boğazlarının Tarih İçindeki Önemi” adlı kitabından yararlandım, verilen sayfa numaraları o kitaba göndermedir. Montrö ve o antlaşmaya giden tarihi süreci kapsamlı şekilde tahlil eden çalışmayı ilgilenenlere öneririm (*).
Montrö’de ticaret gemileri için serbest geçiş esas alındı.
Savaş gemileri için, kıyıdaş olan ve olmayan ülkelere göre değişen ayrıntılı düzenlemeler getirildi. Boğazlardan geçen gemi sayısı, tipi, tonajı, Karadeniz’de bulundurulacak toplam gemi tonajı (45,000 tona kadar) ve süresi gibi (21 gün).
Ama belki en önemlisi, Türkiye’nin savaşa katıltıldığı veya kendisini pek yakın savaş tehdidi altında hissettiği durumlarda, savaş gemilerinin Boğazlardan geçiş koşullarının Türkiye’nin takdirine bırakılmış olmasıdır.
İkinci Dünya Savaşı dahil, aradan geçen 85 yıl boyunca Karadeniz’in büyük devletler arasında gerginlik ve çatışma alanı olmaktan uzak kalabilmesi büyük ölçüde Montrö hükümleri ve Türkiye’nin tarafsız uygulamaları sayesinde mümkün oldu.
Kanal İstanbul’da Montrö dışına çıkılabilir mi?
Montrö’nün başlangıç bölümünde “Boğazlar genel deyimiyle ifade edilen Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi ve Karadeniz Boğazıdır” tanımı yer alır.
Hukuken güçlendirici bir husus, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Boğazlar Sözleşmesi 1. maddede aynı tanıma yer verilmesidir (s.1 ve s.124). Bilindiği gibi Montrö, Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin yerini almak üzere kabul edildi (Lozan Anlaşması ek senetlerinden biri).
Montrö açıkça Çanakkale Boğazı, Marmara ve İstanbul Boğazı’nı, Boğazlar adı altında tek bir suyolu olarak tanımlar ve getirdiği düzenlemeler bu suyolu ile ilgilidir.
Bu durumda Kanal İstanbul’a Karadeniz’den giren ve Montrö hükümlerine uymayan bir savaş gemisi, Marmara’ya girdiği andan itibaren sözleşmeyi ihlal eder.
Gelibolu Yarımadası’nda Marmara ve Ege’yi birleştirerek Çanakkale Boğazı’nı rota dışında bırakan bir kanal açılsa bile, Marmara Denizi nedeniyle aynı durum söz konusudur.
Montrö hükümlerini uygulama sorumluluğu taşıyan Türkiye’nin o hükümleri ihlali, herhalde sözleşmenin hızla feshi sonucunu doğuracaktır.
Ancak hiçbir karar vericinin o yola gideceğini tasavvur etmiyorum. Şu ana kadar böyle bir görüş açıklayan olmadı.
Türkiye, Kanal İstanbul’dan geçen gemilere Montrö’den farklı ücret tarifesi uygulayabilir. Geminin hangi rotayı seçeceğine güvenlik, zaman, maliyet gibi faktörlere göre kaptan ve şirketi karar verecektir.
Ancak fizibilite raporunun “Kanal İstanbul 68.000 gemi kapasitesine ulaşana kadar İstanbul Boğazı’nın tüm trafiğinin kanala aktarılacağı öngörülmüştür” varsayımı ile hazırlandığı anlaşılıyor. Belli ki iktidar, tüm gemileri Kanal’a yönlendirmeyi hayal ediyor. Eğer o yola gidilirse, taraflardan birinin Montrö’nün feshini istemesi büyük olasılıktır.
Montrö’den daha iyisi mümkün mü?
Sözleşmeye göre taraflardan biri, sözleşmenin feshini veya bazı hükümlerin değiştirilmesini isteyebilir. O durumda taraflar konferansı toplanır, iki maddenin değişikliği hariç, kararlar ancak ittifakla alınır (Md. 28 ve 29).
Bugün dünyada egemen anlayış, açık denizleri birbirine bağlayan boğazlardan geçişlerin serbest olmasıdır. Boğazlar bir veya daha fazla ülkenin egemen karasuları içinde kalsa bile, bütün gemilerin zararsız geçiş hakkı vardır. Bu kural barış ve savaş zamanında geçerlidir.
Dünya denizlerinde seyrüsefer (navigasyon) kurallarını belirleyen temel metin 1983 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi bu bakış açısıyla hazırlandı (BMDHS) . Zararsız geçiş kuralları o belgede ayrıntılı tanımlanır. Mesela gemilerden hiçbir geçiş ücreti alınamaz.
Yunanistan’la Ege’de karasuları anlaşmazlığı nedeniyle Türkiye o anlaşmayı onaylamadı. Ancak BMDHS, özellikle deniz ulaşım yollarına ilişkin hükümleri açısından, objektif hukuk niteliği taşır ve üçüncü tarafları bağlar. BMDHS daha önce yapılmış sözleşmeleri geçerli kabul ettiği için Montrö açısından sorun yaratmıyor.
Bugün dünyada açık denizleri birbirine bağlayan boğazlar için “ben egemen ülkeyim, istediğimi geçirir istediğimi geçirmem” diye bir uygulama bulunmuyor. Böyle bir egemenlik anlayışı yok.
Atlas Okyanusu’nu Akdeniz’e bağlayan Cebilitarık Boğazı, ticaret ve savaş gemilerinin geçişine tamamen açıktır. Baltık Denizi’ni Atlas Okyanusu’na bağlayan Belt Boğazları da öyle. Danimarka önceleri bu boğazlardan geçiş ücreti alıyordu, ABD’nin itirazı üzerine vazgeçti. Kızıldeniz’i Umman Denizi’ne bağlayan Babülmendep ve Güney Amerika’da Macellan dahil dünya boğazlarında durum aynıdır (s. 3-4).
Ülkelerin açtığı kanallar BMDHS kapsamında yer almıyor. Ama kanalların da bütün milletlerin savaş ve ticaret gemilerine açık olması ve egemen devletin, savaş zamanını dahil, ayırım yapmadan yönetmesi genel ilke.
Süveyş Kanalı açıldıktan sonra 1888’de İstanbul’da toplanan konferans, barış ve savaş zamanında bayrak ayırımı yapmadan kanalın ticaret ve savaş gemilerine açık olmasına karar verdi. O sırada Mısır hukuken Osmanlı’ya bağlı ama fiilen İngiliz işgali ve yönetimi altındaydı. Daha sonra pek çok gelişme yaşandı; Mısır bağımsızlık kazandı, Nasır darbesi oldu, Süveyş Kanalı devletleştirildi, Süveyş krizi ve savaşı çıktı, vs. Ama bugün hâlâ aynı ilkler yürürlükte (s. 4-5).
Panama ve Kiel kanallarında da aynı ilkeler geçerli. Almanya tamamen kendi topraklarında açtığı Kiel kanalını bir ara tek taraflı tasarrufu ile işletiyordu, ama Uluslararası Adalet Divanı kararıyla cezalandırıldı ve genel uygulamaya döndü (s.8).
Amerika öteden beri tüm boğazlardan serbest geçiş ilkesini savunur. Dünyanın en büyük deniz gücü, gemilerinin dünya denizlerinde serbest dolaşmasını istiyor. 1923 Lozan Konferansı’nda gözlemci ABD temsilcisi, Türk boğazlarında serbest geçiş ilkesinin uygulanmasını talep etti. 1945 Potsdam Konferansı’nda ABD Başkanı Harry Truman, Montrö’nün serbest geçiş ilkesine göre değiştirilmesini istedi.
Yeni bir Montrö konferansı gündeme gelirse, ABD’den daha fazla gemiye sahip dünyanın ikinci büyük deniz gücü Çin de muhtemelen Boğazlardan serbest (zararsız) geçiş ilkesinin uygulanmasını isteyecek, etkisini o yönde kullanacaktır.
Montrö taraflarından Bulgaristan ve Romanya bugün NATO üyesi ve ABD’ye yakın durabilir. Karadeniz’in yeni kıyıdaş ülkeleri Ukrayna ve Gürcistan haklı olarak taraf olmak isteyebilir. Hukuki yolu bulunup yeni konferansa katılırlarsa, Rusya tehdidi altındaki bu iki ülke de herhalde ABD’ye yakın duracaktır.
Bir başka taraf ülke Yunanistan, hiç kuşku yok ki yeni konferansı Ege ve Akdeniz’de taviz koparma aracı olarak kullanacaktır.
Rusya Karadeniz’e sahildar devlet olduğu günden bu yana Boğazları kendisi için ciddi bir sorun olarak gördü ama tavrını sık sık değiştirdi. Kendini zayıf hissettiği zamanlarda Türkiye’nin Boğazları kapatmasını, kuvvetli hissettiği dönemlerde Boğazları zapt etmek, yönetimine ortak olmak veya kendi gemileri için diğer gemilere kıyasla imtiyazlar istedi (s.96).
Yukarıdaki özet gösteriyor ki, bugün Montrö’den daha iyi bir anlaşma yapılabilmesi neredeyse imkansız. O nedenle Türkiye’nin Montrö’yü özenle korumaya çalışması gerekiyor. Montrö’nün feshi Türkiye’nin güvenlik risklerini artıracaktır.
Ancak bir taraf ülkenin girişimiyle Montrö’nün feshedilmesi mümkün. O durumda, bazen ifade edildiği gibi, hukuki belirsizlik yoktur. Montrö madde 27’de “geçiş ve seyrüsefer serbestliği prensibinin süresi sınırsızdır” hükmü yürürlüğe girer. Zararsız geçiş, herhalde objektif hukuk niteliği taşıyan BMDHS hükümlerine göre yürütülecektir.
İktidar sözcülerinin iddia ettiği gibi, Montrö’de Türkiye’nin egemenlik eksiği yoktur. Tamdır. Montrö’den daha iyisi neredeyse imkansızdır.
Ancak son günlerde kimi çevrelerin sıklıkla ileri sürdüğü gibi, herhangi bir nedenle Montrö feshedilirse, Türkiye için beka sorunu veya Boğazlar ve Marmara’da egemenlik kaybı asla söz konusu değildir.
Türk Boğazları üzerindeki egemenliğimiz her koşulda sürecektir. Bekamız ve Türk Boğazlarına egemenliğimiz, Montrö’nün imzacısı bir veya birkaç ülkenin kararına mı kalmıştır? Kanal İstanbul’a karşı olanlar, kolayca başka gerekçeler bulabilir.
Hiç olmazsa Montrö zehirli, abartılı ve aşırı sert dille sürdürülen siyasi polemiklerden uzak tutulsun.
Bu vesileyle ifade edelim, emekli amirallerin açıklamasını ‘gece yarısı açıkladılar’ veya ‘yüce Türk milletine’ hitaben açıkladılar benzeri hukuki olmayan gerekçelerle suçmuş gibi gösterme gayretleri, ülkemizde ifade özgürlüğünün nerelere kadar gerilediğinin yeni bir göstergesi oldu.
Her düşünce saygıdeğerdir ve serbestçe ifade edilebilmelidir; ama her düşünce geçerli değildir.
-------------------------
(*)- Deniz Hakim Albay Numan Özdalga, Deniz Basımevi, İstanbul, 1965.