İsrail muharebeleri kazanıyor, savaşı kaybediyor

Haber3.com yazarı Haluk Özdalga yazdı: İsrail muharebeleri kazanıyor, savaşı kaybediyor

Haluk Özdalga haluk.ozdalga@haber3.com

Gazze’de görev yapan, kimlikleri belli 65 doktor ve sağlık görevlisi tek tek tanıklık yapıyor: Yaşları 3 ila 12 arasında değişen çok sayıda Filistinli küçük çocuğun kafasına veya göğsüne İsrail askerleri, yakın mesafeden hedef alarak kurşun sıktı. Bize getirilen küçük çocuklara maalesef gerekli tıbbi yardımı sağlayamadık).

İsrail on binlerce masum canı katletti, Gazze’yi yaşanmaz hale getirdi, hasım lider kadroların önemli kısmını imha etti. Muharebe meydanında üstünlük sağladı.

Ama savaşı kaybediyor.

Çünkü savaşın nihai hedefi açısından, 7 Ekim 2023 öncesine kıyasla kaybetmeye daha açık (vulnerable) ve daha zayıf durumda. Daha çok varoluşsal güvene sahip değil, tersi geçerli. Bölgede ve dünyada İsrail’in dostu şimdi daha az, karşıtı daha çok, yaşamsal riskleri arttı.

Bu sadece bizim değil bölgeyi yakından tanıyan pek çok uzmanın görüşü. Mesela İsrail’de yayınlanan Haaretz gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Aluf Benn kısa süre önce -Hizbullah lider kadrosunun aldığı büyük darbeden sonra- yayınladığı makaleye “İsrail’in yenilgi paradoksu” başlığını koydu. Benn, arazide elde edilen askeri kazanımların nasıl stratejik başarısızlık sonucu doğurduğunu kapsamlı analizinde anlatıyor.

(Paradoks: İlk bakışta mantıken yanlış gibi görünen, ama doğru olan durum).

Haaretz İsrail’in en eski ve halen en çok satan 3. gazetesi. İç ve dış politikada özgürlükçü değerlere bağlı yayıncılık yapıyor, uluslararası alanda büyük itibara sahip.

Benn’e göre, tam seferberlik ilan etmesine ve ABD hükümetinin koşulsuz desteğine rağmen İsrail hedeflerine ulaşamadı. Hamas bitmedi, 100 civarında rehineyi hâlâ kurtaramadı. Şimdi Gazze’nin kuzeyini ve Lübnan’ın güneyini işgal etse bile, İsrail’de geniş kesimler durumu bir “yenilgi” olarak hissediyor, büyük İran savaşının bile kalıcı çözüm getirmeyeceğini düşünüyor. Ekonomi bozuldu. Netanyahu liderliğindeki fanatik sağcı koalisyon, Filistin bağımsızlık hareketini tamamen söndürmek, Gazze ve Batı Şeria’yı kaba kuvvet kullanarak ilhak etmek, içerde demokratik kurumları bitirmek istiyor. İsrail siyasi kriz yaşıyor. Liberal seçkinler İsrail dışına göç etmeye başladı. Bu gidişle İsrail’i giderek yükselen bir uluslararası tecrit bekliyor.

Reel politik okulunun önde gelen sözcüsü ve ABD’nin etkili dış politika uzmanı Prof. John Mearsheimer da birkaç gün önce benzer yorumlar dile getirdi: İsrail’in bugünkü liderleri, stratejik açıdan “budalaca” kararlar veriyor ve o nedenle İsrail şimdi “derin bir bela” (deep trouble) içine düşmüş durumda.

*     *     *

Acaba 7 Ekim saldırısını planlayan Hamas liderleri neler düşündü ve hedefledi, buna karşılık öngörüleri ne ölçüde tuttu?

Eminim ki saldırıyı planlayan Yahya Sinvar ve arkadaşları İsrail’in korkunç bir mukabelede bulunacağını, Filistinlilerin çok ağır bedeller ödeyeceğini kolayca öngörüyor, hatta biliyorlardı. İkinci olarak, asla İsrail’i muharebe alanında askeri yenilgiye uğratacakları hesabı yapmadılar.

Muhtemelen, Filistin’in kurtuluşuna giden tek mümkün yolun uzun sürecek bir mücadelede İsrail’i çok yönlü yıpratacak, iç krize sürükleyecek ve dünya kamuoyunda yalnızlığa mahkum edecek bir savaştan geçtiğini düşündüler. O savaşta Filistinlilerin kaçınılmaz ağır bedeller ödeyeceğini biliyorlardı.

Benzer tarihi örnekleri iyi çalıştıklarına da eminim. Özgün koşulları farklı da olsa, mesela bir başka Arap toprağı Cezayir’i sömürgeci Fransız işgalinden kurtarmak için verilen mücadelenin benzer yönleri vardır.

Çoğu 30’lu yaşlarda dokuz Cezayirli genç Ekim 1954’de Ulusal Kurtuluş Cephesi’ni kurdu (FLN). Hemen üç hafta sonra 1 Kasım’da, Başkent Cezayir dahil 30 farklı noktada sömürge yönetiminin simgesi olan Fransız birliklerine ve sömürgeci yerleşimcilere saldırarak kurtuluş savaşını başlattılar.

Elinde sıfır askeri güç bulunan FLN’nin genç liderleri, dünyanın en güçlü ordularından birine sahip Fransa’yı muharebe meydanında asla mağlup edemeyeceklerini çok iyi biliyordu. Kurtuluş için ölmekten başka çarelerinin olmadığını da.

O günlerde “terörist” deyimi pek kullanılmıyordu. Fransızlar “isyancı” diye nitelediği FLN’ye karşı acımasız misillemeye başladı. Köyleri, kasabaları, şehirleri denizden, karadan ve havadan bombaladı, yaktı yıktı. Özel eğitilmiş işkenceci birliklerin gaddarca kullanımı dahil, yapmadıkları vahşet kalmadı.

Sonuçta Fransa uluslararası alanda yalnız kaldı ve tecrit edildi. İç siyasi krize sürüklendi, çıkış yolu bulması için davet edilen General Charles de Gaulle 5. Cumhuriyeti ilan etti ve Cezayir’in bağımsızlığını kabul etmek zorunda kaldı. Tam 132 yıl süren Fransız karabasanı nihayet 1962’de son buldu; bedeli, doğrudan ve dolaylı nedenlerle hayatını kaybeden 1,5 milyon Cezayirli oldu.

“Dokuz tarihi lider” olarak tarihe geçen FLN’nin genç kurucularının çoğu savaşta hayatını kaybetti. Onlardan biri Ahmet bin Bella direnişin başında tutuklanıp Fransa’da zindana atılmıştı, savaş bitince serbest bırakıldı ve 46 yaşında bağımsız Cezayir’in ilk Cumhurbaşkanı seçildi.

Bin Bella’nın vatana dönüşte uçağın merdivenlerinden inip hançeresinden akan olanca nefesiyle ve duygu seli içinde mikrofona haykırdığı sözcükler, zaferin ne kadar zor süreçler sonunda kazanıldığını anlatıyordu: “Biz Arap’ız! Biz Arap’ız! Biz Arap’ız!”

Ankara hükümeti o günlerde FLN’nin değil, sömürgeci Fransa’nın yanında durdu. Başbakan Turgut Özal o büyük hata için 1985’te özür diledi.

*     *     *

Ortadoğu’daki kan deryasından Amerika da kendi temel hedefi açısından zararlı çıkacak.

Başkan Joe Biden dahil pek çok önde gelen politikacının sık vurguladığı üzere Amerika’nın hedefi, kendi liderliğindeki uluslararası düzeni sürdürmektir (the US-led international order). Amerika bu liderliği, özgürlükçü değerler ve demokrasi için yürüttüğünü iddia eder.

Ama artık çalınan minare kılıfa sığmıyor.

İsrail bugün teokratik ve ırk ayrımcılığı (aparthayd) üzerine kurulu bir devlet. Parlamento’dan o doğrultuda yasalar geçirdiler ve uyguluyorlar.

Başbakan Netanyahu açık konuşuyor: “İsrail, bütün yurttaşlarının devleti değildir. Kabul ettiğimiz milliyet kanununa göre, İsrail sadece Yahudi halkın milli devletidir – sadece onların.”

Daha ne desin?

Mevcut hükümette Itamar Ben-Gvir ve Bezalel Smotrich gibi fanatik dinci, açık ırkçılık yapan, en hararetli şekilde etnik temizliği ve soykırımı savunan isimler önemli bakanlık koltuklarında oturuyor.

Ve Amerika, ırk ayrımcısı bir devlete, fanatik ırkçılarla dolu bir hükümete sahip İsrail’in soykırımına koşulsuz olarak her tür desteği sağlıyor. Amerika’nın desteği olmadan bu vahşetin mümkün olamayacağını bizzat İsrailli generaller söylüyor.

Washington politikacılarının anlattığı “biz özgürlükçü değerleri ve demokrasiyi savunuyoruz” masalının inandırıcılığı artık pek kalmadı.

Ortadoğu savaşı, Amerika’nın liderliğindeki dünya düzeninden çok kutuplu dünya sistemine geçişi hızlandıracak. Ayrıca Amerika, bölgedeki siyasi bağlantılarında giderek daha büyük zorluklarla karşılaşacak.

*     *     *

Kader belirleyici Ortadoğu savaşında Türkiye daha yapıcı roller yüklenebilir, gerçekten önemli katkılar yapabilirdi. Ama AKP iktidarının katkısı ne yazık ki neredeyse sadece söylem düzeyinde.

Bunun nedenlerini doğru görmeliyiz.

AKP yönetimi 2011’den sonra Suriye, Mısır, Libya, Körfez dahil bölgede büyük yanlışlar yaptı. Türkiye’nin Ortadoğu politikasını büyük ölçüde İhvan kuyrukçuluğuna endeksledi. Bunları defalarca yazdık. AKP son yıllarda tornistan yapmaya çalışıyor, ama yitirilen güveni yeniden inşa etmek zor ve zaman alıcı iştir.

İkinci olarak, elinde sağlam bir yol haritası olmalı, Ortadoğu’da irticalen ve ayaküstü alınan kararlara göre değil iyi tasarlanmış hedeflere göre hareket etmeliydi. O da yoktu. Mesela İran-Suudi Arabistan gerginliğini azaltmayı, Irak’ta kimlikler üstü bir politikayı hedeflemeliydi, vs.

Ancak muhalefetimizin durumu daha vahim. Ne istedikleri belli değil. Mesela CHP’nin “Dışişleri Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı”, yani Gölge Dışişleri Bakanı “Hamas’ın Filistin davasına faydası yok, aksine zarar veriyor” diyor.

Halbuki Hamas’ı Gazze’deki Filistinliler seçerek işbaşına getirdi. Kamuoyu araştırmaları, 7 Ekim saldırısından sonra hem Gazze hem Batı Şeria’da yaşayan Filistinliler arasında Hamas’a desteğin arttığını gösteriyor.

Belli ki CHP’nin Sayın Gölge Bakanı, Filistinlilerin çıkarlarının ne olduğunu Filistinlilerden daha iyi bildiğine inanıyor. Yeterli tarih bilinci taşımayan Gölge Bakanın sözleri, 1960’lardaki Ankara hükümetinin Cezayir politikasını hatırlatıyor.

Ancak yeterli tarih bilincine sahip olmayan bir dış politikanın başarı kazanması zordur.

">

Gazze’de görev yapan, kimlikleri belli 65 doktor ve sağlık görevlisi tek tek tanıklık yapıyor: Yaşları 3 ila 12 arasında değişen çok sayıda Filistinli küçük çocuğun kafasına veya göğsüne İsrail askerleri, yakın mesafeden hedef alarak kurşun sıktı. Bize getirilen küçük çocuklara maalesef gerekli tıbbi yardımı sağlayamadık).

İsrail on binlerce masum canı katletti, Gazze’yi yaşanmaz hale getirdi, hasım lider kadroların önemli kısmını imha etti. Muharebe meydanında üstünlük sağladı.

Ama savaşı kaybediyor.

Çünkü savaşın nihai hedefi açısından, 7 Ekim 2023 öncesine kıyasla kaybetmeye daha açık (vulnerable) ve daha zayıf durumda. Daha çok varoluşsal güvene sahip değil, tersi geçerli. Bölgede ve dünyada İsrail’in dostu şimdi daha az, karşıtı daha çok, yaşamsal riskleri arttı.

Bu sadece bizim değil bölgeyi yakından tanıyan pek çok uzmanın görüşü. Mesela İsrail’de yayınlanan Haaretz gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Aluf Benn kısa süre önce -Hizbullah lider kadrosunun aldığı büyük darbeden sonra- yayınladığı makaleye “İsrail’in yenilgi paradoksu” başlığını koydu. Benn, arazide elde edilen askeri kazanımların nasıl stratejik başarısızlık sonucu doğurduğunu kapsamlı analizinde anlatıyor.

(Paradoks: İlk bakışta mantıken yanlış gibi görünen, ama doğru olan durum).

Haaretz İsrail’in en eski ve halen en çok satan 3. gazetesi. İç ve dış politikada özgürlükçü değerlere bağlı yayıncılık yapıyor, uluslararası alanda büyük itibara sahip.

Benn’e göre, tam seferberlik ilan etmesine ve ABD hükümetinin koşulsuz desteğine rağmen İsrail hedeflerine ulaşamadı. Hamas bitmedi, 100 civarında rehineyi hâlâ kurtaramadı. Şimdi Gazze’nin kuzeyini ve Lübnan’ın güneyini işgal etse bile, İsrail’de geniş kesimler durumu bir “yenilgi” olarak hissediyor, büyük İran savaşının bile kalıcı çözüm getirmeyeceğini düşünüyor. Ekonomi bozuldu. Netanyahu liderliğindeki fanatik sağcı koalisyon, Filistin bağımsızlık hareketini tamamen söndürmek, Gazze ve Batı Şeria’yı kaba kuvvet kullanarak ilhak etmek, içerde demokratik kurumları bitirmek istiyor. İsrail siyasi kriz yaşıyor. Liberal seçkinler İsrail dışına göç etmeye başladı. Bu gidişle İsrail’i giderek yükselen bir uluslararası tecrit bekliyor.

Reel politik okulunun önde gelen sözcüsü ve ABD’nin etkili dış politika uzmanı Prof. John Mearsheimer da birkaç gün önce benzer yorumlar dile getirdi: İsrail’in bugünkü liderleri, stratejik açıdan “budalaca” kararlar veriyor ve o nedenle İsrail şimdi “derin bir bela” (deep trouble) içine düşmüş durumda.

*     *     *

Acaba 7 Ekim saldırısını planlayan Hamas liderleri neler düşündü ve hedefledi, buna karşılık öngörüleri ne ölçüde tuttu?

Eminim ki saldırıyı planlayan Yahya Sinvar ve arkadaşları İsrail’in korkunç bir mukabelede bulunacağını, Filistinlilerin çok ağır bedeller ödeyeceğini kolayca öngörüyor, hatta biliyorlardı. İkinci olarak, asla İsrail’i muharebe alanında askeri yenilgiye uğratacakları hesabı yapmadılar.

Muhtemelen, Filistin’in kurtuluşuna giden tek mümkün yolun uzun sürecek bir mücadelede İsrail’i çok yönlü yıpratacak, iç krize sürükleyecek ve dünya kamuoyunda yalnızlığa mahkum edecek bir savaştan geçtiğini düşündüler. O savaşta Filistinlilerin kaçınılmaz ağır bedeller ödeyeceğini biliyorlardı.

Benzer tarihi örnekleri iyi çalıştıklarına da eminim. Özgün koşulları farklı da olsa, mesela bir başka Arap toprağı Cezayir’i sömürgeci Fransız işgalinden kurtarmak için verilen mücadelenin benzer yönleri vardır.

Çoğu 30’lu yaşlarda dokuz Cezayirli genç Ekim 1954’de Ulusal Kurtuluş Cephesi’ni kurdu (FLN). Hemen üç hafta sonra 1 Kasım’da, Başkent Cezayir dahil 30 farklı noktada sömürge yönetiminin simgesi olan Fransız birliklerine ve sömürgeci yerleşimcilere saldırarak kurtuluş savaşını başlattılar.

Elinde sıfır askeri güç bulunan FLN’nin genç liderleri, dünyanın en güçlü ordularından birine sahip Fransa’yı muharebe meydanında asla mağlup edemeyeceklerini çok iyi biliyordu. Kurtuluş için ölmekten başka çarelerinin olmadığını da.

O günlerde “terörist” deyimi pek kullanılmıyordu. Fransızlar “isyancı” diye nitelediği FLN’ye karşı acımasız misillemeye başladı. Köyleri, kasabaları, şehirleri denizden, karadan ve havadan bombaladı, yaktı yıktı. Özel eğitilmiş işkenceci birliklerin gaddarca kullanımı dahil, yapmadıkları vahşet kalmadı.

Sonuçta Fransa uluslararası alanda yalnız kaldı ve tecrit edildi. İç siyasi krize sürüklendi, çıkış yolu bulması için davet edilen General Charles de Gaulle 5. Cumhuriyeti ilan etti ve Cezayir’in bağımsızlığını kabul etmek zorunda kaldı. Tam 132 yıl süren Fransız karabasanı nihayet 1962’de son buldu; bedeli, doğrudan ve dolaylı nedenlerle hayatını kaybeden 1,5 milyon Cezayirli oldu.

“Dokuz tarihi lider” olarak tarihe geçen FLN’nin genç kurucularının çoğu savaşta hayatını kaybetti. Onlardan biri Ahmet bin Bella direnişin başında tutuklanıp Fransa’da zindana atılmıştı, savaş bitince serbest bırakıldı ve 46 yaşında bağımsız Cezayir’in ilk Cumhurbaşkanı seçildi.

Bin Bella’nın vatana dönüşte uçağın merdivenlerinden inip hançeresinden akan olanca nefesiyle ve duygu seli içinde mikrofona haykırdığı sözcükler, zaferin ne kadar zor süreçler sonunda kazanıldığını anlatıyordu: “Biz Arap’ız! Biz Arap’ız! Biz Arap’ız!”

Ankara hükümeti o günlerde FLN’nin değil, sömürgeci Fransa’nın yanında durdu. Başbakan Turgut Özal o büyük hata için 1985’te özür diledi.

*     *     *

Ortadoğu’daki kan deryasından Amerika da kendi temel hedefi açısından zararlı çıkacak.

Başkan Joe Biden dahil pek çok önde gelen politikacının sık vurguladığı üzere Amerika’nın hedefi, kendi liderliğindeki uluslararası düzeni sürdürmektir (the US-led international order). Amerika bu liderliği, özgürlükçü değerler ve demokrasi için yürüttüğünü iddia eder.

Ama artık çalınan minare kılıfa sığmıyor.

İsrail bugün teokratik ve ırk ayrımcılığı (aparthayd) üzerine kurulu bir devlet. Parlamento’dan o doğrultuda yasalar geçirdiler ve uyguluyorlar.

Başbakan Netanyahu açık konuşuyor: “İsrail, bütün yurttaşlarının devleti değildir. Kabul ettiğimiz milliyet kanununa göre, İsrail sadece Yahudi halkın milli devletidir – sadece onların.”

Daha ne desin?

Mevcut hükümette Itamar Ben-Gvir ve Bezalel Smotrich gibi fanatik dinci, açık ırkçılık yapan, en hararetli şekilde etnik temizliği ve soykırımı savunan isimler önemli bakanlık koltuklarında oturuyor.

Ve Amerika, ırk ayrımcısı bir devlete, fanatik ırkçılarla dolu bir hükümete sahip İsrail’in soykırımına koşulsuz olarak her tür desteği sağlıyor. Amerika’nın desteği olmadan bu vahşetin mümkün olamayacağını bizzat İsrailli generaller söylüyor.

Washington politikacılarının anlattığı “biz özgürlükçü değerleri ve demokrasiyi savunuyoruz” masalının inandırıcılığı artık pek kalmadı.

Ortadoğu savaşı, Amerika’nın liderliğindeki dünya düzeninden çok kutuplu dünya sistemine geçişi hızlandıracak. Ayrıca Amerika, bölgedeki siyasi bağlantılarında giderek daha büyük zorluklarla karşılaşacak.

*     *     *

Kader belirleyici Ortadoğu savaşında Türkiye daha yapıcı roller yüklenebilir, gerçekten önemli katkılar yapabilirdi. Ama AKP iktidarının katkısı ne yazık ki neredeyse sadece söylem düzeyinde.

Bunun nedenlerini doğru görmeliyiz.

AKP yönetimi 2011’den sonra Suriye, Mısır, Libya, Körfez dahil bölgede büyük yanlışlar yaptı. Türkiye’nin Ortadoğu politikasını büyük ölçüde İhvan kuyrukçuluğuna endeksledi. Bunları defalarca yazdık. AKP son yıllarda tornistan yapmaya çalışıyor, ama yitirilen güveni yeniden inşa etmek zor ve zaman alıcı iştir.

İkinci olarak, elinde sağlam bir yol haritası olmalı, Ortadoğu’da irticalen ve ayaküstü alınan kararlara göre değil iyi tasarlanmış hedeflere göre hareket etmeliydi. O da yoktu. Mesela İran-Suudi Arabistan gerginliğini azaltmayı, Irak’ta kimlikler üstü bir politikayı hedeflemeliydi, vs.

Ancak muhalefetimizin durumu daha vahim. Ne istedikleri belli değil. Mesela CHP’nin “Dışişleri Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı”, yani Gölge Dışişleri Bakanı “Hamas’ın Filistin davasına faydası yok, aksine zarar veriyor” diyor.

Halbuki Hamas’ı Gazze’deki Filistinliler seçerek işbaşına getirdi. Kamuoyu araştırmaları, 7 Ekim saldırısından sonra hem Gazze hem Batı Şeria’da yaşayan Filistinliler arasında Hamas’a desteğin arttığını gösteriyor.

Belli ki CHP’nin Sayın Gölge Bakanı, Filistinlilerin çıkarlarının ne olduğunu Filistinlilerden daha iyi bildiğine inanıyor. Yeterli tarih bilinci taşımayan Gölge Bakanın sözleri, 1960’lardaki Ankara hükümetinin Cezayir politikasını hatırlatıyor.

Ancak yeterli tarih bilincine sahip olmayan bir dış politikanın başarı kazanması zordur.

Tüm yazılarını göster