İngiltere-AB anlaşması ve Türkiye

2020’nin bitmesine günler kala, İngiltere (Birleşik Krallık) ve Avrupa Birliği arasında...

Haluk Özdalga haluk.ozdalga@haber3.com

2020’nin bitmesine günler kala, İngiltere (Birleşik Krallık) ve Avrupa Birliği arasında yürütülen müzakerelerin nihayet anlaşmayla sonuçlandığı açıklandı. Haber Batı’da ve Türkiye’de medyada birinci sayfalardan verildi.

Anlaşmanın Türkiye’yi yakından ilgilendiren bir yönü vardı ama üstünde duran pek olmadı. İzleyebildiğim kadar sadece bir uzman, bu anlaşmadan Türkiye’nin çıkarması gereken sonuçlar olduğuna işaret etti fakat o sonuçların ne olduğuna değinmedi.

Anlaşma, AB’den ayrılmaya karar veren İngiltere ile AB arasındaki yeni ticaret rejiminin nasıl olacağını belirliyor. AB üyesi İngiltere, Gümrük Birliği (GB) içindeydi. Ayrılmaya karar verince GB son buldu. Yapılan anlaşma Serbest Ticaret Anlaşması idi.

İngiltere’de hiç kimsenin aklının kenarından bile, AB’den ayrılıyoruz ama GB içinde kalalım düşüncesi geçmedi.

Türkiye de Serbest Ticaret Anlaşması imzalamalıydı. Gecikmiş de olsa, belki şimdi İngiltere-AB anlaşmasından ders çıkarabilir.

Türkiye 1995’de GB Anlaşması imzalarken kamuoyunda yapılan tartışmalarda, ağırlıklı olarak iki görüş öne çıkmıştı. Bunlardan birincisi anlaşmayı savundu. “Gümrük Birliği’ne giriyoruz” diye, Türkiye sanki Avrupa’da bir yere giriyormuş izlenimi vererek kamuoyunu yanılttılar. Ağırlıklı ikinci görüş, Türk ekonomisinin böyle bir yükü taşıyamayacağını ileri sürerek karşı çıkanlardı. Bunların önemli bir bölümü zaten AB’ye de karşıydı.

O tarihlerde sesi hayli zayıf kalan, ben dahil üçüncü kesim ise, Türk ekonomisinin serbest rekabete dayanabileceğini ve bunun faydalı olduğunu düşünüyor, AB üyeliğini destekliyordu. Ama GB yerine Serbest Ticaret Anlaşması yapılmalıydı. Çünkü AB’ye üye olmadan GB anlaşması imzalamak sakıncalıydı.

     O tarihlerde sözünü ettiğimiz sakıncalar zaman içinde aynen karşımıza çıktı. Ali Babacan, Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı iken şunları söylüyordu:  

“GB…Türkiye dışında bu düzenlemeye tabi başka ülke yok… AB'nin üçüncü taraflarla yaptığı serbest ticaret anlaşmaları bize zarar vermeye başladı. AB, bizim adımıza serbest ticaret anlaşması imzalayarak bizim gümrük vergilerimizi düşürüyor, fakat o ülke Türkiye'nin ihraç malları için gümrük vergilerini aynı seviyede tutuyor… Bu sürdürülebilir bir durum değil.”

Konunun gündemde yoğun yer aldığı günlerde dış ticaretten sorumlu Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan daha sert konuşuyordu:

“Türkiye GB Anlaşmasını imzalarken, o dönemin hükümeti büyük bir hata yapmıştır… AB, başka ülkelerle yaptığı serbest ticaret anlaşmalarının içine Türkiye’yi sokmuyor… AB'yi akla, izana, insafa davet etmek istiyorum. Onların anladığı lisanla konuşacağız… GB’yi bozup Serbest Ticaret Anlaşması yapalım.”

Şikayet ve eleştirilerin hepsi mantıklı. Ama AB’yi suçlamaya hiç hakkımız yok! Çünkü merkez sağ ve merkez sol partilerimizin öncülüğünde, Dışişleri Bakanlığımızın büyük desteği altında, GB anlaşmasını 1995’de ısrar ederek, kendi irademizle, adeta düğün bayram yaparak, biz imzalamadık mı?

AB, Türkiye’nin 1995’te güle oynaya imzaladığı bir anlaşmayı sadece doğru bir şekilde uyguluyor.

Kısa süre önce çıkan kitabımda, üyelik öncesi GB’nin niçin yanlış olduğu anlatan iki makale bulunuyor. Aşağıda bu makalelerden yapılan alıntıların, bugün bile yeterince üstünde durulmayan bu sorunun daha iyi anlaşılmasına katkı yapacağını umut ediyorum.

***

AB’yle Gümrük Birliği sakıncalı, Serbest Ticaret Anlaşması yapılmalı

Gümrük duvarları, ülkeler arasındaki ticaret hacmini azaltan engellerdir. Ticaretteki bu azalma, duvarın her iki tarafındaki tüketicilerin refahında azalmaya yol açar. Ticaretin serbestleşmesi sonunda elde edilen kazanç, bazı üreticilerin uğrayacağı zarardan genellikle fazladır.

Ülkeler gümrük duvarlarını karşılıklı olarak indirmek amacıyla Serbest Ticaret Anlaşmaları yapar. Bir STA etrafında toplanan ülkeler, üçüncü ülkelere karşı ortak bir gümrük rejimi uygulamaya başladığında GB doğar.

Ancak gümrük birliğinin STA’dan tek farkı, üçüncü ülkelere karşı ortak gümrük rejimi uygulaması değil. Bundan daha önemlisi, GB’nin her zaman bir siyasi birlik ifade etmesi. Avrupa Birliği de, ondan önceki gümrük birlikleri de, hep siyasi birlik arayışıyla beraber ortaya çıktı. 19. yüzyıldaki Alman Gümrük Birliği gibi.

AB’nin siyasi birliği içinde yer almadan, hatta o birliğe üye kabul edilip edilmeyeceği dahi belli olmadan Türkiye’nin AB ile GB’ye gitmesinin ciddi sakıncaları ve riskleri var.

Türkiye Avrupa Parlamentosu’nda temsil edilmiyor. Bakanlar Konseyi’nde temsil edilmiyor. AB’nin siyasi yapısı ve hiçbir karar kurulu içinde yok. GB’ye girse de olmayacak; ama söz ve oy hakkına sahip olmadığı o kurullarda alınacak kararlarla kendini bağlı sayacak.

Dış ekonomik ilişkileri, temsil edilmediği kurullarda alınacak kararlara göre düzenlenecek, üçüncü ülkelerle olan ekonomik ilişkileri o kararlara göre belirlenecek.

Hiçbir ülke, temsil edilmediği siyasi yapılar içinde alınan kararlarla kendini bağlı saymayı kabul etmez. Sömürgeler hariç!

O yüzden, hiçbir ülke bugüne dek bu yolu seçmedi. Siyaset ve Dışişleri seçkinlerimizin böylesine küçük düşürücü bir konumu nasıl bu kadar kolay kabullendiklerine akıl erdirmek gerçekten mümkün değil.

GB’ye geçilirse Türkiye; Japonya, Türk cumhuriyetleri veya dünyanın başka ülkeleri ile olan ekonomik ilişkilerini, söz ve oy hakkının olmadığı kurullarda alınan kararlara göre belirlemek zorunda kalacak.

Korumacılığın ve gümrük duvarlarının arkasında tüketiciyi ezen bir ekonominin tasfiyesi Türkiye’nin hedefi olmalı. Ama GB bunun uygun yolu değil. Türkiye siyasi bir hedef olarak AB’ye tam üyeliği istemeli. Ama ikinci sınıf ülke konumunda GB, bunun da uygun yolu değil.

Eğer Türkiye bu onu kırıcı koşullarda GB’ye katılmayı içine sindirebilirse, bazı Frenklerin Türk tarzı şeyler için zaman zaman alaycı bir şekilde kullandığı deyim hazır: Alaturka Gümrük Birliği.

Zamanın başbakanı Tansu Çiller seçmenleri, gözlerinin içine baka baka aldattı; ‘Avrupa’ya giriyoruz’ diyerek gerçekleri en kaba bir şekilde çarpıttı, oy goygoyculuğu yaptı.

Tek sorumlu Çiller değil. Bu vebali paylaşan başlıca iki ortağı var.

Birincisi, Murat Karayalçın önderliğindeki SHP ve Deniz Baykal önderliğindeki CHP. Her iki lider Çiller’in kuyruğuna takılarak Türkiye’nin çıkarlarına aykırı bu anlaşmanın savunuculuğunu yaptı.

İkincisi, Çiller’den çok önce bu işin hazırlığına koyulan ve Türkiye’nin çok haksız bir anlaşmaya imza atmasını yolunu açan Dışişleri. Hadi diyelim ki siyasetçilerimiz yetersiz. Kendisini Avrupalıların iyi niyetine budalaca teslim edenlere Avrupalı büyük devletlerin ne kadar amansız ve insafsız olabileceğini bilmiyorlar. Ama 600 yıllık bir deneyimin mirasçısı Dışişleri’nin de bunları bilmemesi mümkün mü?

İlk bakışta, STA ile GB arasında büyük bir fark olmadığı sanılabilir. Ama arada büyük fark vardır. Çünkü diğer ülkelere karşı uygulanan ortak ekonomik politika kararları, hiçbir zaman, yalnızca ekonomiyi ilgilendiren değerlendirmeler sonucu alınmaz. Ekonomik, siyasi, askeri, kültürel alanlar dış ilişkilerde bir bütündür. GB’ye dahil ülkeler dış ekonomik ilişkilerini, bu tür bütünleşmiş değerlendirmeler sonunda yürütür.

GB’ye ilişkin kararlar, o birliğin yetkili kurullarında alınır. Alınan kararların tek bir üye ülkenin dahi çıkarlarına aykırı olmaması esastır. Aksi halde birlik yürümez. İşte o nedenle genellikle kararların oy birliğiyle alınması istenir ve birçok durumda tek bir üye ülkenin vetosu, karar alınmasını durdurmak için yeterlidir.

Yukarıda anlatılan nedenlerle, tarihte görülen tüm gümrük birlikleri daima siyasi birlik içinde oldu. Hiç bir egemen ülke “karar kurullarına beni almasanız da, o kurullarda sizin alacağınız bütün kararlara uyacağıma söz veriyorum, yeter ki beni gümrük birliğinize lütfen kabul ediverin” demedi. Türkiye hariç!

Evet, Türkiye dışa açık bir ekonomiye sahip olmalı. Dünya piyasaları ile bütünleşmeli ve gümrük duvarları arkasına saklanmamalı. Türk ekonomisinin güçlenmesi için temel koşullardan biri, uluslararası rekabete ve dış piyasalara açık olması.

Ama bunlar GB ile aynı şey değil. Dışa açık rekabetçi bir ekonomik yapıya ulaşmanın daha sağlıklı yolları var. AB ile Serbest Ticaret Anlaşması yapılabilir (*).

---  ---

(*)- “Ortadoğu ve Avrupa Arasında Türkiye” başlıklı kitapta 27. ve 28. sırada yer alan makalelerin ilk yayını; Cumhuriyet, 27.8.1994 ve Sosyal Demokrat Ufuk dergisi, Ekim 1996.

 Kaynak: HalukOzdalga.com

">

2020’nin bitmesine günler kala, İngiltere (Birleşik Krallık) ve Avrupa Birliği arasında yürütülen müzakerelerin nihayet anlaşmayla sonuçlandığı açıklandı. Haber Batı’da ve Türkiye’de medyada birinci sayfalardan verildi.

Anlaşmanın Türkiye’yi yakından ilgilendiren bir yönü vardı ama üstünde duran pek olmadı. İzleyebildiğim kadar sadece bir uzman, bu anlaşmadan Türkiye’nin çıkarması gereken sonuçlar olduğuna işaret etti fakat o sonuçların ne olduğuna değinmedi.

Anlaşma, AB’den ayrılmaya karar veren İngiltere ile AB arasındaki yeni ticaret rejiminin nasıl olacağını belirliyor. AB üyesi İngiltere, Gümrük Birliği (GB) içindeydi. Ayrılmaya karar verince GB son buldu. Yapılan anlaşma Serbest Ticaret Anlaşması idi.

İngiltere’de hiç kimsenin aklının kenarından bile, AB’den ayrılıyoruz ama GB içinde kalalım düşüncesi geçmedi.

Türkiye de Serbest Ticaret Anlaşması imzalamalıydı. Gecikmiş de olsa, belki şimdi İngiltere-AB anlaşmasından ders çıkarabilir.

Türkiye 1995’de GB Anlaşması imzalarken kamuoyunda yapılan tartışmalarda, ağırlıklı olarak iki görüş öne çıkmıştı. Bunlardan birincisi anlaşmayı savundu. “Gümrük Birliği’ne giriyoruz” diye, Türkiye sanki Avrupa’da bir yere giriyormuş izlenimi vererek kamuoyunu yanılttılar. Ağırlıklı ikinci görüş, Türk ekonomisinin böyle bir yükü taşıyamayacağını ileri sürerek karşı çıkanlardı. Bunların önemli bir bölümü zaten AB’ye de karşıydı.

O tarihlerde sesi hayli zayıf kalan, ben dahil üçüncü kesim ise, Türk ekonomisinin serbest rekabete dayanabileceğini ve bunun faydalı olduğunu düşünüyor, AB üyeliğini destekliyordu. Ama GB yerine Serbest Ticaret Anlaşması yapılmalıydı. Çünkü AB’ye üye olmadan GB anlaşması imzalamak sakıncalıydı.

     O tarihlerde sözünü ettiğimiz sakıncalar zaman içinde aynen karşımıza çıktı. Ali Babacan, Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı iken şunları söylüyordu:  

“GB…Türkiye dışında bu düzenlemeye tabi başka ülke yok… AB'nin üçüncü taraflarla yaptığı serbest ticaret anlaşmaları bize zarar vermeye başladı. AB, bizim adımıza serbest ticaret anlaşması imzalayarak bizim gümrük vergilerimizi düşürüyor, fakat o ülke Türkiye'nin ihraç malları için gümrük vergilerini aynı seviyede tutuyor… Bu sürdürülebilir bir durum değil.”

Konunun gündemde yoğun yer aldığı günlerde dış ticaretten sorumlu Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan daha sert konuşuyordu:

“Türkiye GB Anlaşmasını imzalarken, o dönemin hükümeti büyük bir hata yapmıştır… AB, başka ülkelerle yaptığı serbest ticaret anlaşmalarının içine Türkiye’yi sokmuyor… AB'yi akla, izana, insafa davet etmek istiyorum. Onların anladığı lisanla konuşacağız… GB’yi bozup Serbest Ticaret Anlaşması yapalım.”

Şikayet ve eleştirilerin hepsi mantıklı. Ama AB’yi suçlamaya hiç hakkımız yok! Çünkü merkez sağ ve merkez sol partilerimizin öncülüğünde, Dışişleri Bakanlığımızın büyük desteği altında, GB anlaşmasını 1995’de ısrar ederek, kendi irademizle, adeta düğün bayram yaparak, biz imzalamadık mı?

AB, Türkiye’nin 1995’te güle oynaya imzaladığı bir anlaşmayı sadece doğru bir şekilde uyguluyor.

Kısa süre önce çıkan kitabımda, üyelik öncesi GB’nin niçin yanlış olduğu anlatan iki makale bulunuyor. Aşağıda bu makalelerden yapılan alıntıların, bugün bile yeterince üstünde durulmayan bu sorunun daha iyi anlaşılmasına katkı yapacağını umut ediyorum.

***

AB’yle Gümrük Birliği sakıncalı, Serbest Ticaret Anlaşması yapılmalı

Gümrük duvarları, ülkeler arasındaki ticaret hacmini azaltan engellerdir. Ticaretteki bu azalma, duvarın her iki tarafındaki tüketicilerin refahında azalmaya yol açar. Ticaretin serbestleşmesi sonunda elde edilen kazanç, bazı üreticilerin uğrayacağı zarardan genellikle fazladır.

Ülkeler gümrük duvarlarını karşılıklı olarak indirmek amacıyla Serbest Ticaret Anlaşmaları yapar. Bir STA etrafında toplanan ülkeler, üçüncü ülkelere karşı ortak bir gümrük rejimi uygulamaya başladığında GB doğar.

Ancak gümrük birliğinin STA’dan tek farkı, üçüncü ülkelere karşı ortak gümrük rejimi uygulaması değil. Bundan daha önemlisi, GB’nin her zaman bir siyasi birlik ifade etmesi. Avrupa Birliği de, ondan önceki gümrük birlikleri de, hep siyasi birlik arayışıyla beraber ortaya çıktı. 19. yüzyıldaki Alman Gümrük Birliği gibi.

AB’nin siyasi birliği içinde yer almadan, hatta o birliğe üye kabul edilip edilmeyeceği dahi belli olmadan Türkiye’nin AB ile GB’ye gitmesinin ciddi sakıncaları ve riskleri var.

Türkiye Avrupa Parlamentosu’nda temsil edilmiyor. Bakanlar Konseyi’nde temsil edilmiyor. AB’nin siyasi yapısı ve hiçbir karar kurulu içinde yok. GB’ye girse de olmayacak; ama söz ve oy hakkına sahip olmadığı o kurullarda alınacak kararlarla kendini bağlı sayacak.

Dış ekonomik ilişkileri, temsil edilmediği kurullarda alınacak kararlara göre düzenlenecek, üçüncü ülkelerle olan ekonomik ilişkileri o kararlara göre belirlenecek.

Hiçbir ülke, temsil edilmediği siyasi yapılar içinde alınan kararlarla kendini bağlı saymayı kabul etmez. Sömürgeler hariç!

O yüzden, hiçbir ülke bugüne dek bu yolu seçmedi. Siyaset ve Dışişleri seçkinlerimizin böylesine küçük düşürücü bir konumu nasıl bu kadar kolay kabullendiklerine akıl erdirmek gerçekten mümkün değil.

GB’ye geçilirse Türkiye; Japonya, Türk cumhuriyetleri veya dünyanın başka ülkeleri ile olan ekonomik ilişkilerini, söz ve oy hakkının olmadığı kurullarda alınan kararlara göre belirlemek zorunda kalacak.

Korumacılığın ve gümrük duvarlarının arkasında tüketiciyi ezen bir ekonominin tasfiyesi Türkiye’nin hedefi olmalı. Ama GB bunun uygun yolu değil. Türkiye siyasi bir hedef olarak AB’ye tam üyeliği istemeli. Ama ikinci sınıf ülke konumunda GB, bunun da uygun yolu değil.

Eğer Türkiye bu onu kırıcı koşullarda GB’ye katılmayı içine sindirebilirse, bazı Frenklerin Türk tarzı şeyler için zaman zaman alaycı bir şekilde kullandığı deyim hazır: Alaturka Gümrük Birliği.

Zamanın başbakanı Tansu Çiller seçmenleri, gözlerinin içine baka baka aldattı; ‘Avrupa’ya giriyoruz’ diyerek gerçekleri en kaba bir şekilde çarpıttı, oy goygoyculuğu yaptı.

Tek sorumlu Çiller değil. Bu vebali paylaşan başlıca iki ortağı var.

Birincisi, Murat Karayalçın önderliğindeki SHP ve Deniz Baykal önderliğindeki CHP. Her iki lider Çiller’in kuyruğuna takılarak Türkiye’nin çıkarlarına aykırı bu anlaşmanın savunuculuğunu yaptı.

İkincisi, Çiller’den çok önce bu işin hazırlığına koyulan ve Türkiye’nin çok haksız bir anlaşmaya imza atmasını yolunu açan Dışişleri. Hadi diyelim ki siyasetçilerimiz yetersiz. Kendisini Avrupalıların iyi niyetine budalaca teslim edenlere Avrupalı büyük devletlerin ne kadar amansız ve insafsız olabileceğini bilmiyorlar. Ama 600 yıllık bir deneyimin mirasçısı Dışişleri’nin de bunları bilmemesi mümkün mü?

İlk bakışta, STA ile GB arasında büyük bir fark olmadığı sanılabilir. Ama arada büyük fark vardır. Çünkü diğer ülkelere karşı uygulanan ortak ekonomik politika kararları, hiçbir zaman, yalnızca ekonomiyi ilgilendiren değerlendirmeler sonucu alınmaz. Ekonomik, siyasi, askeri, kültürel alanlar dış ilişkilerde bir bütündür. GB’ye dahil ülkeler dış ekonomik ilişkilerini, bu tür bütünleşmiş değerlendirmeler sonunda yürütür.

GB’ye ilişkin kararlar, o birliğin yetkili kurullarında alınır. Alınan kararların tek bir üye ülkenin dahi çıkarlarına aykırı olmaması esastır. Aksi halde birlik yürümez. İşte o nedenle genellikle kararların oy birliğiyle alınması istenir ve birçok durumda tek bir üye ülkenin vetosu, karar alınmasını durdurmak için yeterlidir.

Yukarıda anlatılan nedenlerle, tarihte görülen tüm gümrük birlikleri daima siyasi birlik içinde oldu. Hiç bir egemen ülke “karar kurullarına beni almasanız da, o kurullarda sizin alacağınız bütün kararlara uyacağıma söz veriyorum, yeter ki beni gümrük birliğinize lütfen kabul ediverin” demedi. Türkiye hariç!

Evet, Türkiye dışa açık bir ekonomiye sahip olmalı. Dünya piyasaları ile bütünleşmeli ve gümrük duvarları arkasına saklanmamalı. Türk ekonomisinin güçlenmesi için temel koşullardan biri, uluslararası rekabete ve dış piyasalara açık olması.

Ama bunlar GB ile aynı şey değil. Dışa açık rekabetçi bir ekonomik yapıya ulaşmanın daha sağlıklı yolları var. AB ile Serbest Ticaret Anlaşması yapılabilir (*).

---  ---

(*)- “Ortadoğu ve Avrupa Arasında Türkiye” başlıklı kitapta 27. ve 28. sırada yer alan makalelerin ilk yayını; Cumhuriyet, 27.8.1994 ve Sosyal Demokrat Ufuk dergisi, Ekim 1996.

 Kaynak: HalukOzdalga.com

Tüm yazılarını göster