Türkiye yakın bir zaman önce Dünya Bankasından bir kredi aldı. Sosyal medyaya yansımasından yola çıkarak toplum içinden iki tür yorum çıktığını görüyorum.
Birincisi “Haha işte sonunda IMF’ye muhtaç oldunuz...”
İkincisi de: “Niye mültecilere yardım etmek için borç alıyorsunuz?” şeklindeydi.
Gördüğüm kadarıyla olağan kafa karışıklığı bu konuya da yansımış.
// Uluslar üstü (Supranational) kurumlar
2. Dünya Savaşı’ndan sonra galipler kafa kafaya vermiş, savaşın çıkış nedenlerini araştırmış ve tahribatı düzeltmek için bir sistem oluşturmuş.
Bu bağlamada Birleşmiş Milletler çerçevesinde iki kurum kurulmuş.
Birincisi International Monetary Fund (IMF).
Diğeri de İnternational Bank for Reconstruction and Development ( IBRD ).
Birincisi, Uluslararası Para Fonu, ikincisi de Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (Dünya Bankası).
Biliyoruz! Almanya’nın girdiği hiperenflasyon ekonomisini bozdu ve faşizmin yükselişine neden oldu.
IMF’nin görevi de dünya para sistemini bozacak titreşimleri önceden tespit edip depreme yol açmadan müdahale etmek ve yardımcı olmak.
Mekanizma basitçe şöyle çalışıyor: Bir ülkede genelde popülist politikalar yoluyla mali disiplin bozuluyor. Mali disiplin genelde çiftçiye dünya fiyatları üzerinde destek, erken emeklilik, kamu sendikalarına yüksek ücret ve benzeri ekonomik temeli sağlam olmayan politik nedenler olabiliyor.
Mali disiplin bozulunca bütçe açık veriyor, açık veren bütçe para basılarak kapatılıyor. Bir taraftan enflasyon coşuyor, diğer taraftan da bütçe açığı ödemeler dengesi açığına dönüşüyor.
Ödemeler dengesi açığına düşen ülkeler döviz sıkıntısı yaşıyor ve yurt dışından kredi muslukları kuruyor. Sonuçta ülkesine göre, ya dövizlere ve sermaye hareketlerine sınır geriliyor ya da eski komünist rejimlerde gördüğümüz polisiye önlemler alınıyor.
(Türkiye’de eskiden herkes yurt dışına çıkmak için pasaport alabilirdi fakat esas geçerli olan Merkez Bankasından (MB) döviz alıp "yurt dışında geçimini sağlamıştır" damgasını pasaporta vurdurmaktı. Yani MB aynı zamanda pasaport polisi gibiydi. Damgan yoksa yurt dışına çıkış da yoktu.)
Geçmişte ödemeler dengesi açığını çeviremeyen ve ithalat yapamayan ülkeler, IMF’ye gidip "yandım Allah" diyor ve havlu atıyordu.
IMF dünya mali düzeninin jandarması olarak başvuruyu kabul ediyor, fakat kendi şartlarını da dikte ediyordu. Yani mali disipline davetiye çıkarıyordu. Tabii mali disiplin popüler olmayan bir reçete olduğu için büyük tartışmalara yol açan etki yaratıyordu.
Mali disiplin demek daha fazla vergi, daha az harcama, daha az teşvik ve daha az kamu istihdamı demek.
IMF’ye gitmek demek Oy-krasi sistemine dayalı demokrasilerde “kelleleri götüren sistem” demek. Tabii konunun daha derin bir de egemenlik boyutu var.
Politikacılar genelde “IMF sen kim oluyorsun da benim ülkeme müdahale ediyorsun” şeklinde itiraz edebilirler. O nedenle kimse bıçak kemiğe dayanmadan IMF’ye gitmek istemez.
Nihayetinde IMF programı uygulanır, mali disiplin tesis edilir, ekonomi tekrar rayına oturur ve konuyu yakinen takip eden dünya piyasaları söz konusu ülkeyi tekrar kredilendirilebilir bulur. Ve yeniden borçlanmalar başlar.
Ödemeler dengesi son 300 yıldır Osmanlı’nın ve Türkiye’nin her zaman Aşil Topuğu olmuştur. Bunun birçok sosyo-ekonomik nedeni var ama kimse bu noktada bunları duymak istemez, o nedenle o konulara girmeyelim.
2. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan müesses düzen halen bu şekilde çalışıyor ve ‘para-düdük’ gerçeği aynen devam...
Gelelim Dünya Bankasına…
Adı üstünde: Dünya Bankası. Fakat bu isim sizi yanıltmasın. Aslında Dünya Bankası banka falan değildir, binlerce çalışanının sadece yüzde 5’i bankacıdır. Geri kalan personel ekonomist, mühendis, iletişim uzmanı gibi kendi alanında uzman profesyonellerden oluşan yetenekli ekiplerden oluşur. Kurum, kalkınmaya kendini adamış bir organizasyondur.
Ben de 10 yıl boyunca işte o yüzde 5 azınlık grupta görev yapmış birisiyim.
Dünya Bankasının başkanını her zaman ABD atar. Genelde eski bir politikacı veya bürokrat Amerikalı siyasi atama olarak koltuğa oturur. ABD idaresinde hangi yönetim varsa Banka’nın kredi politikası o yönde hareket eder.
Örneğin Demokrat Obama döneminde atanan Başkan dünyada sağlık konusunda yatırım yapılmasını öngörmüştür ve Dünya Bankası bu alanda o dönem çok kredi vermiştir. Çünkü Obama’nın en büyük misyonu ABD’de ulusal sağlık sigortasını tesis etmekti.
Trump döneminde ise Cumhuriyetçilerin her hangi bir pusulası olmadığı için Dünya Bankası’nın da herhangi bir kredi misyonu olmamıştır.
Şimdilerde Biden Demokrat yönetimi ‘Kucaklama’ politikası uyguladığı için azınlıklara, mültecilere ve LBQGT gibi gruplara sıcak bakan kredi politikaları revaçta.
O nedenle son Türkiye kredisini de bu açıdan değerlendirmekte fayda var.
Benim şahsi görüşüme gelirsek: Sonuçta bir kredi arbitrajı söz konusudur. Tüm dünya ülkelerinin ortak olduğu bir Dünya Bankası, Türkiye’den daha iyi şartlarda ve uzun vadeli borç bulma yeteneğine sahiptir çünkü kredisi yüksektir.
Dünya Bankası uzun vadeli proje finansmanı için iyi bir kaynak ve Türkiye’nin rahatlıkla kullanması gereken bir kurumdur.
// Vadeler uzun faiz düşük ve projeler gerçek!
Aklın yolu bir. Bugüne kadar Dünya Bankasından en çok borçlanan ülkelerin başında Türkiye geliyor ve bu bence çok olumlu bir durum.
Mademki ‘Muasır Medeniyeti’ hedeflemişsin, o zaman mümkün olduğu kadar çok proje finanse edeceksin.
Bir de ilginç bir tarihi not paylaşayım: Dünya Bankasının açtığı ilk kredi 2. Dünya Savaşı’nda yerle bir olmuş Almanya’ya verilmiştir.
Özetle: Dünya Bankası ve IMF çok farklı misyonu olan iki kurumdur ki karıştırılmaması gerekir.
Sonuç olarak da ifade özgürlüğü ve muhalif olmak anayasal hak. Saygımız var. Ama konuları bilip “eğitimli cahil” konumuna düşmeden muhalefet yapmakta fayda var.
">
Türkiye yakın bir zaman önce Dünya Bankasından bir kredi aldı. Sosyal medyaya yansımasından yola çıkarak toplum içinden iki tür yorum çıktığını görüyorum.
Birincisi “Haha işte sonunda IMF’ye muhtaç oldunuz...”
İkincisi de: “Niye mültecilere yardım etmek için borç alıyorsunuz?” şeklindeydi.
Gördüğüm kadarıyla olağan kafa karışıklığı bu konuya da yansımış.
// Uluslar üstü (Supranational) kurumlar
2. Dünya Savaşı’ndan sonra galipler kafa kafaya vermiş, savaşın çıkış nedenlerini araştırmış ve tahribatı düzeltmek için bir sistem oluşturmuş.
Bu bağlamada Birleşmiş Milletler çerçevesinde iki kurum kurulmuş.
Birincisi International Monetary Fund (IMF).
Diğeri de İnternational Bank for Reconstruction and Development ( IBRD ).
Birincisi, Uluslararası Para Fonu, ikincisi de Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (Dünya Bankası).
Biliyoruz! Almanya’nın girdiği hiperenflasyon ekonomisini bozdu ve faşizmin yükselişine neden oldu.
IMF’nin görevi de dünya para sistemini bozacak titreşimleri önceden tespit edip depreme yol açmadan müdahale etmek ve yardımcı olmak.
Mekanizma basitçe şöyle çalışıyor: Bir ülkede genelde popülist politikalar yoluyla mali disiplin bozuluyor. Mali disiplin genelde çiftçiye dünya fiyatları üzerinde destek, erken emeklilik, kamu sendikalarına yüksek ücret ve benzeri ekonomik temeli sağlam olmayan politik nedenler olabiliyor.
Mali disiplin bozulunca bütçe açık veriyor, açık veren bütçe para basılarak kapatılıyor. Bir taraftan enflasyon coşuyor, diğer taraftan da bütçe açığı ödemeler dengesi açığına dönüşüyor.
Ödemeler dengesi açığına düşen ülkeler döviz sıkıntısı yaşıyor ve yurt dışından kredi muslukları kuruyor. Sonuçta ülkesine göre, ya dövizlere ve sermaye hareketlerine sınır geriliyor ya da eski komünist rejimlerde gördüğümüz polisiye önlemler alınıyor.
(Türkiye’de eskiden herkes yurt dışına çıkmak için pasaport alabilirdi fakat esas geçerli olan Merkez Bankasından (MB) döviz alıp "yurt dışında geçimini sağlamıştır" damgasını pasaporta vurdurmaktı. Yani MB aynı zamanda pasaport polisi gibiydi. Damgan yoksa yurt dışına çıkış da yoktu.)
Geçmişte ödemeler dengesi açığını çeviremeyen ve ithalat yapamayan ülkeler, IMF’ye gidip "yandım Allah" diyor ve havlu atıyordu.
IMF dünya mali düzeninin jandarması olarak başvuruyu kabul ediyor, fakat kendi şartlarını da dikte ediyordu. Yani mali disipline davetiye çıkarıyordu. Tabii mali disiplin popüler olmayan bir reçete olduğu için büyük tartışmalara yol açan etki yaratıyordu.
Mali disiplin demek daha fazla vergi, daha az harcama, daha az teşvik ve daha az kamu istihdamı demek.
IMF’ye gitmek demek Oy-krasi sistemine dayalı demokrasilerde “kelleleri götüren sistem” demek. Tabii konunun daha derin bir de egemenlik boyutu var.
Politikacılar genelde “IMF sen kim oluyorsun da benim ülkeme müdahale ediyorsun” şeklinde itiraz edebilirler. O nedenle kimse bıçak kemiğe dayanmadan IMF’ye gitmek istemez.
Nihayetinde IMF programı uygulanır, mali disiplin tesis edilir, ekonomi tekrar rayına oturur ve konuyu yakinen takip eden dünya piyasaları söz konusu ülkeyi tekrar kredilendirilebilir bulur. Ve yeniden borçlanmalar başlar.
Ödemeler dengesi son 300 yıldır Osmanlı’nın ve Türkiye’nin her zaman Aşil Topuğu olmuştur. Bunun birçok sosyo-ekonomik nedeni var ama kimse bu noktada bunları duymak istemez, o nedenle o konulara girmeyelim.
2. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan müesses düzen halen bu şekilde çalışıyor ve ‘para-düdük’ gerçeği aynen devam...
Gelelim Dünya Bankasına…
Adı üstünde: Dünya Bankası. Fakat bu isim sizi yanıltmasın. Aslında Dünya Bankası banka falan değildir, binlerce çalışanının sadece yüzde 5’i bankacıdır. Geri kalan personel ekonomist, mühendis, iletişim uzmanı gibi kendi alanında uzman profesyonellerden oluşan yetenekli ekiplerden oluşur. Kurum, kalkınmaya kendini adamış bir organizasyondur.
Ben de 10 yıl boyunca işte o yüzde 5 azınlık grupta görev yapmış birisiyim.
Dünya Bankasının başkanını her zaman ABD atar. Genelde eski bir politikacı veya bürokrat Amerikalı siyasi atama olarak koltuğa oturur. ABD idaresinde hangi yönetim varsa Banka’nın kredi politikası o yönde hareket eder.
Örneğin Demokrat Obama döneminde atanan Başkan dünyada sağlık konusunda yatırım yapılmasını öngörmüştür ve Dünya Bankası bu alanda o dönem çok kredi vermiştir. Çünkü Obama’nın en büyük misyonu ABD’de ulusal sağlık sigortasını tesis etmekti.
Trump döneminde ise Cumhuriyetçilerin her hangi bir pusulası olmadığı için Dünya Bankası’nın da herhangi bir kredi misyonu olmamıştır.
Şimdilerde Biden Demokrat yönetimi ‘Kucaklama’ politikası uyguladığı için azınlıklara, mültecilere ve LBQGT gibi gruplara sıcak bakan kredi politikaları revaçta.
O nedenle son Türkiye kredisini de bu açıdan değerlendirmekte fayda var.
Benim şahsi görüşüme gelirsek: Sonuçta bir kredi arbitrajı söz konusudur. Tüm dünya ülkelerinin ortak olduğu bir Dünya Bankası, Türkiye’den daha iyi şartlarda ve uzun vadeli borç bulma yeteneğine sahiptir çünkü kredisi yüksektir.
Dünya Bankası uzun vadeli proje finansmanı için iyi bir kaynak ve Türkiye’nin rahatlıkla kullanması gereken bir kurumdur.
// Vadeler uzun faiz düşük ve projeler gerçek!
Aklın yolu bir. Bugüne kadar Dünya Bankasından en çok borçlanan ülkelerin başında Türkiye geliyor ve bu bence çok olumlu bir durum.
Mademki ‘Muasır Medeniyeti’ hedeflemişsin, o zaman mümkün olduğu kadar çok proje finanse edeceksin.
Bir de ilginç bir tarihi not paylaşayım: Dünya Bankasının açtığı ilk kredi 2. Dünya Savaşı’nda yerle bir olmuş Almanya’ya verilmiştir.
Özetle: Dünya Bankası ve IMF çok farklı misyonu olan iki kurumdur ki karıştırılmaması gerekir.
Sonuç olarak da ifade özgürlüğü ve muhalif olmak anayasal hak. Saygımız var. Ama konuları bilip “eğitimli cahil” konumuna düşmeden muhalefet yapmakta fayda var.