İmamoğlu’ndan doğru hamle

Haber3.com yazarı Necdet Saraç yazdı: İmamoğlu, tıpkı daha önce Diyarbakır Belediye Başkanı’nı ziyaret ettiği gibi, bu mesajıyla da doğru bir hamle yapmıştır, keşke bu tür hamleler siyasi partiler, milletvekilleri, akademisyenler, meslek odaları arasında da giderek artsa…

Necdet Saraç saracnecdet@hotmail.com

AKP-MHP blokunun sabah akşam hem de dozu arttırarak nefret dilini öne çıkardığı ve nefret dilinin kürsülerden şiddet olarak sokağa yansıdığı bir dönemi yaşıyoruz…

Üstelik şiddet, hepimizin gözü önünde cezasız kalmaya devam ettiği gibi, iktidar bloku bütün saldırılara yalandan bir gerekçe bulmayı da ihmal etmiyor:

Kılıçdaroğlu’nu Çubuk’ta devlet erkanının gözü önünde ve Madımak’ı akıllara getirecek şekilde “yakın evi yakın” sloganları eşliğinde yaklaşık 2,5 saat süren linç girişimiyle karşı karşıya kalması nedeniyele açılan dava “linç değil, bir protesto eylemi” yorumlarıyla yürüyor, TİP milletvekili Barış Atay’a saldırıya da, “o sizin bildiğiniz gibi bir saldırı değildi, tesadüftü” deniyor… Selçuk Özdağ, Orhan Uğuroğlu ve Afşin Hatipoğlu’na aynı gün içinde yapılan planlı ve organize saldırılar ise neredeyse saldırıya uğrayanların “kendi tertibi” olarak sunuluyor ve işin trajik yanı bu yaklaşımın ciddi alıcısı da oluyor…

En son gazeteci Levent Gültekin’in hem de kentin göbeğinde, HALK TV’nin önünde saldırıya uğraması, bu saldırı dalgasının son halkası olsa da, son gibi durmuyor!   Çünkü siyasi ortam, son günlerde sıkça kullanıldığı gibi, “büyük ortağa laf söyleyenin hapse atıldığı, küçük ortağa laf söyleyenin saldırıya uğradığı” bir siyasi ortama dönüştü…

“Bu ülkede hiç kimsenin can ve mal güvenliği yok” dediği için Kılıçdaroğlu’na demediğini bırakmayanlar, susarak saldırılara fiili olarak zemin hazırlamaya devam edince, düello kültürü yerine pusu kültürü ile yetişenler de bu kötü ve korkaklıktan beslenen geleneklerini devam ettiriyorlar…

Kendilerinin aleyhinde yapılan bir sosyal medya paylaşımı yapanı bir-iki saatte bulup, tutuklatan iktidar Levent Gültekin’e saldırıyı yapanları henüz “bulamadığı” gibi, takip edebildiğim kadarıyla saldırıyı kınamadı bile!

Evrensel hukukun yerini sokağın “çete hukuku” aldıkça bu gerçekle iç içe yaşayacağımız kesin! Geçmişte de yaşadık, bugün de yaşıyoruz. Saldırlar bir bahaneyle adeta ödüllendiriliyor, saldırıyı yapanlar karakola ve adliyeye ön kapıdan girip arka kapıdan çıkıp gidiyorlar…

Bu gerçekliğe dikkat çekip, 1920’lerin İtalya’sını ve Almanya’sını örnek verdiğimizde, kendi topraklarımızda yaşanları hatırlattığımızda ise iktidar bloku ve iktidara yakın çevreler bu gerçekle yüzleşmek istemedikleri için, sanki yaşananlar yüzlerce yıl öncesinde kalmış, böyle şeyler bir daha yaşanmazmış gibi büyük bir tepkiyle karşılıyoruz…

Oysa faşizm tıpkı şimdi olduğu gibi büyük kriz koşullarında büyür. 1920’lerin İtalya’sı, 1930’ların Almanya’sı hem ekonomik hem de siyasi krizle yüz yüze kaldığında İtalya’da “Kara Gömlekliler”, Almanya’da “Kahverengi Gömlekliler” kriz bahane edilerek sokağa sürüldüler, çünkü her iki örnekte de, yani 1920’lerin İtalya’sında da, 1930’ların Almanya’sında da sosyal demokratlar ve komünistler de faşizme alternatif olarak büyüyorlardı…

Devleti elinde tutan sermaye güçleri, bürokrasi ve ordu, yani İtalya’nın ve Almanya’nın oligarşik yapısı “komünist tehlikeye” karşı her yerde yaptığını yaptı, Kara Gömleklileri, Kahverengi Gömleklileri “önce komünistlere karşı”, sonra da sırasıyla sendikacılara, aydınlara, her türlü muhalifle karşı  sokağa sürdü. Tıpkı bizde de 1960’ların sonunda itibaren komünist tehlikeye karşı sokağa sürülen “Komandolar” ve “Akıncılar” gibi…

TAM DA SIRASI!

İçinde bulunduğumuz koşullarda soru çok net:

Yumrukları sıkmaya devam mı edeceğiz, elimizi açacak mıyız?

Kutuplaştırmadan mı yana olacağız, diyalogdan mı yana olacağız?
Sokağın hukukunu mu, hukukun üstünlüğünü mü tercih edeceğiz?

Tam da bu soruların konuşulduğu, konuşulmak zorunda olunduğu bir ortamda İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun iki kadın Genel Başkan, Meral Akşener ve Pervin Buldan şahsında 8 Mart vesilesiyle attığı mesaj, “şimdi sırası mıydı” diye görülmek yerine, kutuplaşma ve nefret yerine, diyalog ve demokrasi kültürü için yeni bir şans olarak görülmelidir!

İmamoğlu, tıpkı daha önce Diyarbakır Belediye Başkanı’nı ziyaret ettiği gibi, bu mesajıyla da doğru bir hamle yapmıştır, keşke bu tür hamleler siyasi partiler, milletvekilleri, akademisyenler, meslek odaları arasında da giderek artsa…
Bu tür hamlelerin artması diyalogu geliştirir, Türkiye’yi küçültmez, tam tersine Türkiye’yi büyütür, yan yana yaşama kültürünü, farklı olana saygı duymayı öne çıkarır, hukuku ve demokrasiyi evrensel ölçülere taşır, Türkiye’yi model ülke yapar…
CHP, İYİ Parti, SP ve DP nefret dilini yenebilirlerse, bu saldırı dalgasını boşa çıkartıp, bu gelişmeyi bir şansa dönüştürürlerse, Millet İttifakı daha da büyür, Demokrasi İttifakı’na dönüşür, Türkiye normalleşir…

 10 Mart 2021, İstanbul

Necdet Saraç

">

AKP-MHP blokunun sabah akşam hem de dozu arttırarak nefret dilini öne çıkardığı ve nefret dilinin kürsülerden şiddet olarak sokağa yansıdığı bir dönemi yaşıyoruz…

Üstelik şiddet, hepimizin gözü önünde cezasız kalmaya devam ettiği gibi, iktidar bloku bütün saldırılara yalandan bir gerekçe bulmayı da ihmal etmiyor:

Kılıçdaroğlu’nu Çubuk’ta devlet erkanının gözü önünde ve Madımak’ı akıllara getirecek şekilde “yakın evi yakın” sloganları eşliğinde yaklaşık 2,5 saat süren linç girişimiyle karşı karşıya kalması nedeniyele açılan dava “linç değil, bir protesto eylemi” yorumlarıyla yürüyor, TİP milletvekili Barış Atay’a saldırıya da, “o sizin bildiğiniz gibi bir saldırı değildi, tesadüftü” deniyor… Selçuk Özdağ, Orhan Uğuroğlu ve Afşin Hatipoğlu’na aynı gün içinde yapılan planlı ve organize saldırılar ise neredeyse saldırıya uğrayanların “kendi tertibi” olarak sunuluyor ve işin trajik yanı bu yaklaşımın ciddi alıcısı da oluyor…

En son gazeteci Levent Gültekin’in hem de kentin göbeğinde, HALK TV’nin önünde saldırıya uğraması, bu saldırı dalgasının son halkası olsa da, son gibi durmuyor!   Çünkü siyasi ortam, son günlerde sıkça kullanıldığı gibi, “büyük ortağa laf söyleyenin hapse atıldığı, küçük ortağa laf söyleyenin saldırıya uğradığı” bir siyasi ortama dönüştü…

“Bu ülkede hiç kimsenin can ve mal güvenliği yok” dediği için Kılıçdaroğlu’na demediğini bırakmayanlar, susarak saldırılara fiili olarak zemin hazırlamaya devam edince, düello kültürü yerine pusu kültürü ile yetişenler de bu kötü ve korkaklıktan beslenen geleneklerini devam ettiriyorlar…

Kendilerinin aleyhinde yapılan bir sosyal medya paylaşımı yapanı bir-iki saatte bulup, tutuklatan iktidar Levent Gültekin’e saldırıyı yapanları henüz “bulamadığı” gibi, takip edebildiğim kadarıyla saldırıyı kınamadı bile!

Evrensel hukukun yerini sokağın “çete hukuku” aldıkça bu gerçekle iç içe yaşayacağımız kesin! Geçmişte de yaşadık, bugün de yaşıyoruz. Saldırlar bir bahaneyle adeta ödüllendiriliyor, saldırıyı yapanlar karakola ve adliyeye ön kapıdan girip arka kapıdan çıkıp gidiyorlar…

Bu gerçekliğe dikkat çekip, 1920’lerin İtalya’sını ve Almanya’sını örnek verdiğimizde, kendi topraklarımızda yaşanları hatırlattığımızda ise iktidar bloku ve iktidara yakın çevreler bu gerçekle yüzleşmek istemedikleri için, sanki yaşananlar yüzlerce yıl öncesinde kalmış, böyle şeyler bir daha yaşanmazmış gibi büyük bir tepkiyle karşılıyoruz…

Oysa faşizm tıpkı şimdi olduğu gibi büyük kriz koşullarında büyür. 1920’lerin İtalya’sı, 1930’ların Almanya’sı hem ekonomik hem de siyasi krizle yüz yüze kaldığında İtalya’da “Kara Gömlekliler”, Almanya’da “Kahverengi Gömlekliler” kriz bahane edilerek sokağa sürüldüler, çünkü her iki örnekte de, yani 1920’lerin İtalya’sında da, 1930’ların Almanya’sında da sosyal demokratlar ve komünistler de faşizme alternatif olarak büyüyorlardı…

Devleti elinde tutan sermaye güçleri, bürokrasi ve ordu, yani İtalya’nın ve Almanya’nın oligarşik yapısı “komünist tehlikeye” karşı her yerde yaptığını yaptı, Kara Gömleklileri, Kahverengi Gömleklileri “önce komünistlere karşı”, sonra da sırasıyla sendikacılara, aydınlara, her türlü muhalifle karşı  sokağa sürdü. Tıpkı bizde de 1960’ların sonunda itibaren komünist tehlikeye karşı sokağa sürülen “Komandolar” ve “Akıncılar” gibi…

TAM DA SIRASI!

İçinde bulunduğumuz koşullarda soru çok net:

Yumrukları sıkmaya devam mı edeceğiz, elimizi açacak mıyız?

Kutuplaştırmadan mı yana olacağız, diyalogdan mı yana olacağız?
Sokağın hukukunu mu, hukukun üstünlüğünü mü tercih edeceğiz?

Tam da bu soruların konuşulduğu, konuşulmak zorunda olunduğu bir ortamda İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun iki kadın Genel Başkan, Meral Akşener ve Pervin Buldan şahsında 8 Mart vesilesiyle attığı mesaj, “şimdi sırası mıydı” diye görülmek yerine, kutuplaşma ve nefret yerine, diyalog ve demokrasi kültürü için yeni bir şans olarak görülmelidir!

İmamoğlu, tıpkı daha önce Diyarbakır Belediye Başkanı’nı ziyaret ettiği gibi, bu mesajıyla da doğru bir hamle yapmıştır, keşke bu tür hamleler siyasi partiler, milletvekilleri, akademisyenler, meslek odaları arasında da giderek artsa…
Bu tür hamlelerin artması diyalogu geliştirir, Türkiye’yi küçültmez, tam tersine Türkiye’yi büyütür, yan yana yaşama kültürünü, farklı olana saygı duymayı öne çıkarır, hukuku ve demokrasiyi evrensel ölçülere taşır, Türkiye’yi model ülke yapar…
CHP, İYİ Parti, SP ve DP nefret dilini yenebilirlerse, bu saldırı dalgasını boşa çıkartıp, bu gelişmeyi bir şansa dönüştürürlerse, Millet İttifakı daha da büyür, Demokrasi İttifakı’na dönüşür, Türkiye normalleşir…

 10 Mart 2021, İstanbul

Necdet Saraç

Tüm yazılarını göster