Sabah bir not gördüm. “Kitaplığı olan bir evin ruhu vardır” diyor.
Eflatun’a ait, her aklı başında insanın sahipleneceği, bir söz…
Doğru mu doğru! Düz mantık şunu söyler öyleyse: Kitap yoksa, dünyanız bomboş!
Kültür Bakanı Danışmanlığı yaptığım dönemde, köy ile kitabın buluşmasına çalıştım.
Kütüphane olmayan yerlerde kahvehanelerde bile birer raf olması, göz aşinalığı idi.
Göz-gönül ilişkisi; kitap, bir gün merak ile ele alınsa da; sonrası alışkanlık yapabilirdi.
Cumhuriyet’imiz de köy okuma odalarına önem vermiş. Sosyal boyutu olan kalkınma için…
Şimdilerde çok eleştirilen İsmet Paşa, Dünyalı eserleri tercüme ettirmiş…
Kitap açığı ve okuma açlığı çok önemli olgular. Yönetimin hedefi olmalı; ikisi de giderilmeli.
Bizim lisede kütüphane kolu vardı… Kitap paylaşımı ağabeylik-kardeşlik duygusu sağlardı.
Bazı okullarda hala gazete çıkarıyorlarmış. Dijital kitaba erişenler de varmış...
Fakat kitabın o basılı, kapaklı, sırt tutkallı klasik hali, bence insanoğlunun ortak kartviziti.
İşte o nedenle kütüphaneler, kitaplıklar, okuma odaları çok önemli.
İnsanın iyiyi, güzeli, doğruyu araması ve üretkenliği açısından yapı taşları; kitaplar.
Her evde birer kitap bölümü bulunmalı. Hayata katışmak, mesleğe hazırlanmak için.
Kimi Rus ailelerinin bir özelliği de, ailece toplanıp yüksek sesle kitap okumaktır, derler.
Zorlu iklim koşullarına, toprağın azizliğine, iş yaşamının çetrefilliğine karşı bir dayanışma.
Okumak, özellikle de, kitap okumak; özgürleşmek, doğaya uyum.
Churchill, “yarım saatlik okumanın alamayacağı kederim yoktur” dermiş. Denemesi, bedava!
Ne yazık ki bizler genel olarak okuma alışkanlığını yitirdik sayılır…
Gelişmiş ülkelerde kişi yılda beş kitap okurken, bizde, sanırım beş yılımıza bir kitap düşer.
Sözel kültür, yazılı kültüre galebe çalmış durumda; toplumsal belleğimizin zayıflığıdır…
Bunun bir nedeni de, “yazanları” sevmeyen düzendir. Özgürleşmek için yazar, tutuklanırsınız.
Yazdığını benimseyince, “ulan ne güzel yazmış bilmem nenin oğlu” deyişi de bize özgüdür.
Fakat bununla birlikte, kalem tutan ellere kurban olan gelenek de bizimdir.
Yazı sanatının her formunda azımsanmayacak eserler ile Dünya Klasiklerinin izdivacı…
Ulusal ile evrenselin etkileşimi… İşte tılsım, işte kıvılcım!
Hakkaniyet sahibi vicdanları, özgür zihinler taşır.
Zihinlerin özgürleşmesi, okumakla olur.
O nedenle hemen her evde birer kitaplık, en azından kitaplara ayrılmış bir yer olmalı.
Kitaplara ulaşılmalı, okunmalı, tartışılmalı.
Hayatı keşfetmek, yaşadığını hissetmek, bir büyük ölçüde, budur!
">
Sabah bir not gördüm. “Kitaplığı olan bir evin ruhu vardır” diyor.
Eflatun’a ait, her aklı başında insanın sahipleneceği, bir söz…
Doğru mu doğru! Düz mantık şunu söyler öyleyse: Kitap yoksa, dünyanız bomboş!
Kültür Bakanı Danışmanlığı yaptığım dönemde, köy ile kitabın buluşmasına çalıştım.
Kütüphane olmayan yerlerde kahvehanelerde bile birer raf olması, göz aşinalığı idi.
Göz-gönül ilişkisi; kitap, bir gün merak ile ele alınsa da; sonrası alışkanlık yapabilirdi.
Cumhuriyet’imiz de köy okuma odalarına önem vermiş. Sosyal boyutu olan kalkınma için…
Şimdilerde çok eleştirilen İsmet Paşa, Dünyalı eserleri tercüme ettirmiş…
Kitap açığı ve okuma açlığı çok önemli olgular. Yönetimin hedefi olmalı; ikisi de giderilmeli.
Bizim lisede kütüphane kolu vardı… Kitap paylaşımı ağabeylik-kardeşlik duygusu sağlardı.
Bazı okullarda hala gazete çıkarıyorlarmış. Dijital kitaba erişenler de varmış...
Fakat kitabın o basılı, kapaklı, sırt tutkallı klasik hali, bence insanoğlunun ortak kartviziti.
İşte o nedenle kütüphaneler, kitaplıklar, okuma odaları çok önemli.
İnsanın iyiyi, güzeli, doğruyu araması ve üretkenliği açısından yapı taşları; kitaplar.
Her evde birer kitap bölümü bulunmalı. Hayata katışmak, mesleğe hazırlanmak için.
Kimi Rus ailelerinin bir özelliği de, ailece toplanıp yüksek sesle kitap okumaktır, derler.
Zorlu iklim koşullarına, toprağın azizliğine, iş yaşamının çetrefilliğine karşı bir dayanışma.
Okumak, özellikle de, kitap okumak; özgürleşmek, doğaya uyum.
Churchill, “yarım saatlik okumanın alamayacağı kederim yoktur” dermiş. Denemesi, bedava!
Ne yazık ki bizler genel olarak okuma alışkanlığını yitirdik sayılır…
Gelişmiş ülkelerde kişi yılda beş kitap okurken, bizde, sanırım beş yılımıza bir kitap düşer.
Sözel kültür, yazılı kültüre galebe çalmış durumda; toplumsal belleğimizin zayıflığıdır…
Bunun bir nedeni de, “yazanları” sevmeyen düzendir. Özgürleşmek için yazar, tutuklanırsınız.
Yazdığını benimseyince, “ulan ne güzel yazmış bilmem nenin oğlu” deyişi de bize özgüdür.
Fakat bununla birlikte, kalem tutan ellere kurban olan gelenek de bizimdir.
Yazı sanatının her formunda azımsanmayacak eserler ile Dünya Klasiklerinin izdivacı…
Ulusal ile evrenselin etkileşimi… İşte tılsım, işte kıvılcım!
Hakkaniyet sahibi vicdanları, özgür zihinler taşır.
Zihinlerin özgürleşmesi, okumakla olur.
O nedenle hemen her evde birer kitaplık, en azından kitaplara ayrılmış bir yer olmalı.
Kitaplara ulaşılmalı, okunmalı, tartışılmalı.
Hayatı keşfetmek, yaşadığını hissetmek, bir büyük ölçüde, budur!