“Halktan” Olmak

Bu yazımın asli konusu, siyasetin sadece program, uygulama standardı veya söylemden ibaret...

R. Bülend Kırmacı r.b.kirmaci@gmail.com

Bu yazımın asli konusu, siyasetin sadece program, uygulama standardı veya söylemden ibaret olmadığı, en az bunlar kadar önemli olarak, kadroların, “temsil noktalarına yanıysan” (sınıfsal) kompozisyonun, başka bir anlatımla, siyasal terbiyenin de yaşamsal önemde olduğudur… Çünkü seçmen niteliğine bürünmeden yurttaş kimliğiyle halk, ilkin onu görür…

Örneğin siz uzaklarda bir köyde yaşayan yurttaşsanız sizin için devlet bir yerde kaymakam demektir. Tıpkı yurt dışında yaşayan vatandaşsanız sizin için “devletinizin” oradaki elçilik mensupları olması gibi… Siyasi Parti’yi de temsil eden, -kitabı, lideri kadar- temsilcisidir.

İşte bu anlamda özü sözü bir olmayan, konuştuğu gibi davranmayan, düşündüğü gibi yaşamayan siyasetçilerden ya da siyasal iddia sahibi geçinenlerden en hafif deyişle haz etmemişimdir.
Bunlar, siyaseti başkalaştırdıkları gibi, halka nezdinde Partiyi de yabancılaştırırlar…

Onca emeği heba eden, örgüt emekçilerinin iğneyle kazdıkları kuyuyu bulandıran tiplerdir... Bir kez böylelerine “yüz verildi mi” kendi gibileriyle çevreyi sarar; o arada vatandaşın Parti merkezlerinden uzaklaşmasına yol açar; en başta da kadın ve gençlik kollarının çekirdeğinin bozulmasına yol açarlar.

Kimdir bunlar, toparlayalım:

- Milyarlık rant davalarına bakan ama bir yoksulun davasına bakmayan hukukçular,
- Gösterişli muayenehanelerinde doktorculuk oynayıp, bir yoksula bakmayanlar,
- Belediyecilik döneminde yolsuzluklara bulaşmasına karşın mangalı soldan üfleyenler,
- Emeğin haklarını savunuyor görünüp de, kadro pazarlamasıyla palazlananlar,
- Halkçıyım deyip de, en lüks otomobillerden, en şatafatlı otellerden çıkmayanlar,
- Bir öğrenciye bile burs vermekten yüksünüp, kendi evlatlarını yaban ellerde okutanlar,
- Halkın sofrasında kaynayan aştan haberi olmayıp, ekonomiyi istatistik sananlar,
- Türkçe terimler yerine yabancı aksanıyla ite kaka konuşarak uzmanlık taslayanlar,
- Çevresine bile hayrı olmayan, apartmanda komşularına selam vermeyen nobranlar,
- Düzenli bir aile yaşantısından söz edip, bohem yaşantıya meze-malzeme olanlar,
- Kendisini seçtiren despotların yaptıklarını unutup, koltuk gidince, demokrat kesilenler,
- Bir postu rastlantıyla edinip, örgütlerin sistemli çalışmalarına dudak bükenler,
- Toplumun değer yargılarına umursamayan sanatçı müsveddelerini metah sayanlar,
- Ulus sevmeden ulusalcılık, tarihi öğrenmeden milliyetçilik, halkın halinden bilmeden solculuk taslayanlar,

Say daha sayabildiğin kadar, işte bu simyacılar bir Partinin de kimyasını bozanlardır.

Siyasete girmeleri, hele ki, makam elde etmeleri, “yararlı” değil, “zararlı” olan kişilerdir… Onlar içeri, halk dışarıdır! Bunların Partiden, özellikle de soldan uzak tutulmaları kesin bir zorunluluk, kaçınılmaz bir gerçekliktir. Yok değilse, halk kesimleri, siyasetten soğutulur…

Oysa, benim anladığım en geçerli ‘solculuk, halkı sevmekle başlar. Sağlam bir tarih bilinci ve ekonomi ve politika bilgisinin toplumla paylaşılarak olgunlaşmasıyla gelişir ve halkla temas içinde, ‘halktan olan’ temsilcilerin katkısıyla, hedefe erişir…

Öte yandan, Türkiye nüfusunun değil bir iktidar, yanı sıra bir de muhalefet partisi çıkartacak çoğunluğu, geliriyle, geçimiyle, ortalama değer yargılarıyla, soldadır. Ben gerçek solculuğu halkın ta kendisinin yaşadığını görenlerden ve inananlardanım. Yeter ki ona güvenilsin ve güven verilsin. Bu da salt Genel Başkanların yapabileceği bir şey değildir.

Benim için solun temel değerleri ve pratiği, bir parçası bulunduğum halkın içinde ve gündelik yaşamında, yaşatılmaktadır:

- Evine namusuyla ekmek götürmek isteyen babalar,
- Azığını katığını muhtaç olanla yüksünmeden paylaşan köylüler,
- Sendikalarına aidat ödemek için o ay aşından kesen işçiler,
- Ta ücra bir yerde çocukları eğitmeye çalışan öğretmenler,

-         Birbirleriyle dayanışma içinde olan küçük esnaflar,
-         Ben de vatandaşım, vatandaşın işine yardımcı olayım diyen memurlar,
-         Sabahlara kadar bilim için çalışan araştırmacılar,
-         Bir kişiye bile olsun yardım etmenin huzurunu duyabilen hekimler,
-         Parası olmasa da bir yurttaşın haklı davasını üstlenebilen avukatlar,
-         Alışveriş yaparken yerli mallarına öncelik veren tüketiciler,
-         Koşulları uygun olduğu için gençlerin okumasına katkı yapan varlıklı insanlar,
-         Kalemini dürüstlükle değerlendiren gazeteciler-yazarlar,
-         Sınırları gözünü kırpmadan bekleyen Mehmetçikler,
-         “Vatan sağ olsun” diyen şehit anaları,

İşte bu insanların hepsi “soldayım” demeseler bile her biri özde ‘solcu gibi davranan ve yaşayan, o arada olduğu gibi de görünen insanlardır… Siyaseti solda yapanların bu değerlere, ilkelere, yaşam biçimine önem vermesi kadar, siyasetin temsil noktalarında, bu anlayıştan gelen ve geldiği yeri asla unutmayacak, düşünüşü ve ahlakı doğru insanların, daha çok yer bulmasını dilerim. Öyle ki, yıllardır yakınılan aydın-halk kopukluğu gibi, halk-Parti iletişimsizliği de bir büyük ölçüde aşılsın… ‘Değerler’ ile ilkeler, pratikle teori, halk ile Parti daha çok birleşsin...

">

Bu yazımın asli konusu, siyasetin sadece program, uygulama standardı veya söylemden ibaret olmadığı, en az bunlar kadar önemli olarak, kadroların, “temsil noktalarına yanıysan” (sınıfsal) kompozisyonun, başka bir anlatımla, siyasal terbiyenin de yaşamsal önemde olduğudur… Çünkü seçmen niteliğine bürünmeden yurttaş kimliğiyle halk, ilkin onu görür…

Örneğin siz uzaklarda bir köyde yaşayan yurttaşsanız sizin için devlet bir yerde kaymakam demektir. Tıpkı yurt dışında yaşayan vatandaşsanız sizin için “devletinizin” oradaki elçilik mensupları olması gibi… Siyasi Parti’yi de temsil eden, -kitabı, lideri kadar- temsilcisidir.

İşte bu anlamda özü sözü bir olmayan, konuştuğu gibi davranmayan, düşündüğü gibi yaşamayan siyasetçilerden ya da siyasal iddia sahibi geçinenlerden en hafif deyişle haz etmemişimdir.
Bunlar, siyaseti başkalaştırdıkları gibi, halka nezdinde Partiyi de yabancılaştırırlar…

Onca emeği heba eden, örgüt emekçilerinin iğneyle kazdıkları kuyuyu bulandıran tiplerdir... Bir kez böylelerine “yüz verildi mi” kendi gibileriyle çevreyi sarar; o arada vatandaşın Parti merkezlerinden uzaklaşmasına yol açar; en başta da kadın ve gençlik kollarının çekirdeğinin bozulmasına yol açarlar.

Kimdir bunlar, toparlayalım:

- Milyarlık rant davalarına bakan ama bir yoksulun davasına bakmayan hukukçular,
- Gösterişli muayenehanelerinde doktorculuk oynayıp, bir yoksula bakmayanlar,
- Belediyecilik döneminde yolsuzluklara bulaşmasına karşın mangalı soldan üfleyenler,
- Emeğin haklarını savunuyor görünüp de, kadro pazarlamasıyla palazlananlar,
- Halkçıyım deyip de, en lüks otomobillerden, en şatafatlı otellerden çıkmayanlar,
- Bir öğrenciye bile burs vermekten yüksünüp, kendi evlatlarını yaban ellerde okutanlar,
- Halkın sofrasında kaynayan aştan haberi olmayıp, ekonomiyi istatistik sananlar,
- Türkçe terimler yerine yabancı aksanıyla ite kaka konuşarak uzmanlık taslayanlar,
- Çevresine bile hayrı olmayan, apartmanda komşularına selam vermeyen nobranlar,
- Düzenli bir aile yaşantısından söz edip, bohem yaşantıya meze-malzeme olanlar,
- Kendisini seçtiren despotların yaptıklarını unutup, koltuk gidince, demokrat kesilenler,
- Bir postu rastlantıyla edinip, örgütlerin sistemli çalışmalarına dudak bükenler,
- Toplumun değer yargılarına umursamayan sanatçı müsveddelerini metah sayanlar,
- Ulus sevmeden ulusalcılık, tarihi öğrenmeden milliyetçilik, halkın halinden bilmeden solculuk taslayanlar,

Say daha sayabildiğin kadar, işte bu simyacılar bir Partinin de kimyasını bozanlardır.

Siyasete girmeleri, hele ki, makam elde etmeleri, “yararlı” değil, “zararlı” olan kişilerdir… Onlar içeri, halk dışarıdır! Bunların Partiden, özellikle de soldan uzak tutulmaları kesin bir zorunluluk, kaçınılmaz bir gerçekliktir. Yok değilse, halk kesimleri, siyasetten soğutulur…

Oysa, benim anladığım en geçerli ‘solculuk, halkı sevmekle başlar. Sağlam bir tarih bilinci ve ekonomi ve politika bilgisinin toplumla paylaşılarak olgunlaşmasıyla gelişir ve halkla temas içinde, ‘halktan olan’ temsilcilerin katkısıyla, hedefe erişir…

Öte yandan, Türkiye nüfusunun değil bir iktidar, yanı sıra bir de muhalefet partisi çıkartacak çoğunluğu, geliriyle, geçimiyle, ortalama değer yargılarıyla, soldadır. Ben gerçek solculuğu halkın ta kendisinin yaşadığını görenlerden ve inananlardanım. Yeter ki ona güvenilsin ve güven verilsin. Bu da salt Genel Başkanların yapabileceği bir şey değildir.

Benim için solun temel değerleri ve pratiği, bir parçası bulunduğum halkın içinde ve gündelik yaşamında, yaşatılmaktadır:

- Evine namusuyla ekmek götürmek isteyen babalar,
- Azığını katığını muhtaç olanla yüksünmeden paylaşan köylüler,
- Sendikalarına aidat ödemek için o ay aşından kesen işçiler,
- Ta ücra bir yerde çocukları eğitmeye çalışan öğretmenler,

-         Birbirleriyle dayanışma içinde olan küçük esnaflar,
-         Ben de vatandaşım, vatandaşın işine yardımcı olayım diyen memurlar,
-         Sabahlara kadar bilim için çalışan araştırmacılar,
-         Bir kişiye bile olsun yardım etmenin huzurunu duyabilen hekimler,
-         Parası olmasa da bir yurttaşın haklı davasını üstlenebilen avukatlar,
-         Alışveriş yaparken yerli mallarına öncelik veren tüketiciler,
-         Koşulları uygun olduğu için gençlerin okumasına katkı yapan varlıklı insanlar,
-         Kalemini dürüstlükle değerlendiren gazeteciler-yazarlar,
-         Sınırları gözünü kırpmadan bekleyen Mehmetçikler,
-         “Vatan sağ olsun” diyen şehit anaları,

İşte bu insanların hepsi “soldayım” demeseler bile her biri özde ‘solcu gibi davranan ve yaşayan, o arada olduğu gibi de görünen insanlardır… Siyaseti solda yapanların bu değerlere, ilkelere, yaşam biçimine önem vermesi kadar, siyasetin temsil noktalarında, bu anlayıştan gelen ve geldiği yeri asla unutmayacak, düşünüşü ve ahlakı doğru insanların, daha çok yer bulmasını dilerim. Öyle ki, yıllardır yakınılan aydın-halk kopukluğu gibi, halk-Parti iletişimsizliği de bir büyük ölçüde aşılsın… ‘Değerler’ ile ilkeler, pratikle teori, halk ile Parti daha çok birleşsin...

Tüm yazılarını göster