Hatay’ın sınır komşusu Suriye’nin İdlip vilayeti uzun süredir başta HTŞ olmak üzere çok sayıda cihatçı selefi örgütün yuvası haline gelmiş, Cihadistan’a dönüşmüştü (HTŞ: Heyet Tahrir el-Şam).
HTŞ liderliğindeki cihatçı örgütler tüm dünyayı şaşırtarak 27 Kasım’da büyük bir saldırı başlattı ve Suriye’nin en büyük şehri Halep’i iki günde ele geçirdiler. Önceden ayarlandığı üzere bir tümeni hemen cihatçılar tarafına geçen Esed’in Suriye Arap Ordusu, ciddi direniş gösteremeden şehri terk etti. Halbuki Halep’i 2016’da iki yıl savaşarak geri alabilmişlerdi.
Halep Suriye ekonomisinin merkezi. Bu yazı kaleme alındığı sırada HTŞ, Şam’a giden M5 karayolunda kontrolü ele geçirmiş Hama’yı da almıştı. En büyük beş şehirden dördü Halep-Hama-Humus-Şam’ı birbirine bağlayan ve iç savaştan kısa süre önce gezdiğim M5 karayolu, Suriye’nin şah damarıdır.
HTŞ’nin arkasında kimler var, amaç ne? ABD Dışişleri Bakanlığı ketum ve sade suya tirit açıklamalarla yetiniyor: “Suriye’deki gelişmeleri yakından izliyor ve tüm tarafları çatışmaları azaltmaya ve sivilleri, altyapıyı korumaya çağırıyoruz, vs.”
Ama elimizde ABD-İsrail işbirliğinin HTŞ’yi desteklediğini işaret eden bol veri mevcut.
Sekiz sene önce aynı bölgedeki çatışmalarda, HTŞ dahil İdlip’teki cihatçıların CIA tarafından silahlandırıldığını biliyoruz. İzleyen yıllarda İdlip’teki IŞİD liderleri CIA tarafından düzenlenen nokta operasyonlarla imha edilirken, HTŞ’nin ‘dost terörist’ görülen liderlerine dokunulmadı. CIA-HTŞ arasındaki iletişim kanalları daima açık ve canlı kaldı. İsrail’in Suriye’deki cihatçı örgütlere askeri destek verdiğini daha önce bizzat İsrailli yetkililer açıkladı.
Batı medyasında HTŞ militanlarından söz edilirken artık “teröristler” veya “cihatçılar” yerine “silahlı muhalif gruplar” veya “isyancılar” sıfatları tercih ediliyor; yani diktatöre karşı ayaklananlar.
HTŞ savaşta ağır silahlar, roketler, gece görüş ekipmanları, İHA ve SİHA’lar kullanıyor, aylardır süren planlama yaptıkları anlaşılıyor. Bu silahların CIA koordinasyonu veya onayı olmadan temin edilmesi zor; zaten o durumda ABD epey gürültülü protesto sergilemiş olurdu. Washington’un istihbarat desteğini esirgemediği de muhakkak.
ABD, Esed rejiminin iktidarını yeniden tesis etmesine şiddetle karşı olduğunu defalarca açıkladı. O siyaseti Fırat’ın doğusunda Kürtler üzerinden uyguluyor, İsrail’le tam mutabakat içindeler.
Washington elbette Suriye’de yeni bir cephe açılmasının Rusya’nın işini Ukrayna’da zorlaştıracağını da hesapladı. Bir yandan da Esed’e, İran’la ilişkilerini kes Suriye’ye uygulanan yaptırımları kaldıralım diyor. Ama bu boş bir Washington hamlesi, Esed’in böyle bir adım atması, hele şu günlerde hiç gerçekçi değil.
ABD-İsrail ikilisinin son otuz yıldır bölgede temel hedefi üç ülkenin istikrarsızlaştırılması: Suriye, Irak ve İran. İstikrarsızlaştırmak; zayıf düşürmek, geriletmek, gerekirse parçalamak gibi hedefleri kapsıyor.
Bu politikayı şekillendiren ilk resmi belge “Kesin Kopuş” (A Clean Break) adını taşır. 1996’da ilk kez Başbakan olan Netanyahu için Amerikalı aşırı muhafazakarların (neo-con) yer aldığı bir heyet tarafından kaleme alınmıştı. Kesin kopuş, İsrail’in o zamana dek izlediği “barış için toprak” politikasının terk edilmesini ifade eder.
Ama son gelişmelerin birinci sorumlusu ABD-İsrail ikilisi mi?
Ankara ne yapıyor? İdlip vilayetinin sınırları Suriye’de tamamen Suriye Arap Ordusu tarafından çevrili ve onların kontrolünde. Hava sahası Rus ordusu tarafından denetleniyor. Deniz sınırı yok. Yukarıda değindiğimiz silahların İdlip’e ulaşması için tek mümkün görünen yol Hatay sınırı. Cilvegözü (Bab el Heva) sınır kapısının İdlip’i besleyen geçit olduğu biliniyor.
İdlip’te HTŞ’ye ilaveten Nurettin Zengi, Feylak el Şam, Türkistan milisleri gibi çok sayıda cihatçı selefi örgüt aktif. HTŞ ve bu örgütlerden bazıları ile Ankara’nın arasının iyi olduğu, zaman zaman onlara koruma sağladığı biliniyor.
Ankara’nın gönderdiği birlikler çok zorlanmadan İdlip’te varlıklarını sürdürdü, askeri gözlem noktaları oluşturdu. O nedenle Rusya ve İran’ın da yer aldığı Astana sürecinde İdlip’te cihatçı örgütlerin silahsızlandırılması gibi görevler Ankara’ya bırakıldı. Rusya da Fırat’ın batısındaki Kürtlerin o bölgeyi boşaltmasını sağlayacaktı. Bu mutabakatlar gerçekleşmedi.
Bölgeyi yakından tanıyan ABD’nin eski Suriye büyükelçisi Robert Ford “İdlip’e insani yardım, gaz, silahlar hatta askeri üniformaların hepsi Türkiye’den gidiyor” diyor.
ABD derin devletiyle iyi ilişkileri olan NY Times gazetesi, alevlenen iç savaşla ilgili “Türkiye ve ABD’nin ikisi de Suriye’deki (muhalif) silahlı gurupları destekliyor” haberini geçti.
HTŞ ile beraber savaşan Suriye Milli Ordusu’nun Ankara’nın denetimi altında olduğu biliniyor.
On gün önce İsrail istihbarat örgütü Şin Bet’in başkanının Ankara’ya gizli bir ziyaret yaptığını İsrail medyasından öğrendik.
ABD ve İngiliz emekli istihbarat subayları ve diplomatları tarafından kurulan Soufan Center kaynaklı haber ise dikkat çekici: “Türkiye müdahale edince Halep saldırısı ertelendi, zamanlaması değişti.”
Zamanlamanın değişmesi belli ki Ankara’nın Şam’la yürüttüğü müzakerelerin akışına bağlıydı.
Bütün bunlar, HTŞ ve yandaşı grupların Suriye’de iç savaşı yeniden başlatmasının büyük olasılıkla Ankara’nın ABD-İsrail ikilisiyle yürüttüğü eşgüdüm altında gerçekleştiğine, ama baş oyuncunun Ankara olduğuna işaret ediyor.
HTŞ’nin kullandığı İHA ve SİHA’lar çok etkili oldu. Rusya’nın resmi TASS ajansına göre Ukrayna’nın istihbarat teşkilatı teröristlerle işbirliği yaptı, onlara dron verdi ve nasıl yapılacağını öğretti. Bu bilgi doğruysa, acaba Ukrayna istihbaratı İdlip’e nasıl ulaştı?
Şimdi ne olacak? Yanıt için henüz erken. Ancak Esed rejimi penceresinden iki temel olasılık görünüyor.
– İyi ihtimal. Rusya ve İran’ın desteğiyle Esed rejimi bir süre sonra tekrar iktidarını sağlamlaştırır, cihatçı militanlar ağır ve kanlı bir bedel ödeyebilir. Burada alt seçeneklerden biri, Astana sürecinin devreye girmesiyle Ankara ile Esed rejiminin anlaşması.
– Kötü ihtimal. İç savaş ve istikrarsızlık yıllarca sürer. Esed iktidarı düşerse, değişik gruplar arasında daha kanlı bir iktidar savaşı ve hesaplaşma başlar. Ülke parçalanabilir, Esed’in (veya Nusayrilerin) elinde küçük bir parça kalabilir.
Ama bu ihtimallerin hepsi Türkiye için kötü ve risk dolu.
ABD-İsrail’in amaçları ve Türkiye’nin çıkarları bağdaşmıyor. Onların hedefi Suriye’yi de-stabilize etmek; zayıf düşürmek, geriletmek veya parçalamak.
Türkiye’nin çıkarları, Suriye’nin istikrarını ve Şam’da güçlü bir hükümeti gerektiriyor. Eğer Suriye veya diğer komşu ülkelerdeki rejimleri beğenmeyenler varsa, işi zamana ve o ülkelerin iç dinamiklerine bırakmalı, hele sonu bilinmez dışardan askeri müdahale maceralarından kaçınmalı.
Ankara Fırat’ın doğusunda ABD-İsrail siyasetine karşı çıkarken, aynısını batıda onlarla beraber uyguluyor.
Yukarıdaki olasılıkların Türkiye açısından muhtemel sonuçları:
– Ülkedeki 3 milyonu kayıtlı toplam 4 milyonu aşkın Suriyeli göçmenin geri dönüşü istikrarsızlık sürdükçe mümkün olmayacak, yıllar geçtikçe dönüşleri giderek zorlaşacak.
– Hastaneler ve okullar bombalanıyor, on binler evlerini bırakıp kaçıyor. Halep bölgesi yeni Gazze olabilir. Savaş ve parçalanma yeni göç dalgaları yaratabilir.
– Fırat’ın doğusundaki PKK/YPG bağlantılı oluşumun manevra alanı genişleyecek.
– ABD’nin Suriye’deki askerlerini geri çekmesi gerekiyor. Trump yönetiminin o kararı vermesi bekleniyordu, ama alevlenen iç savaş ABD’nin bu kararını zorlaştıracak.
– Gelişmelere bağlı olarak Türkiye doğrudan savaşa girmek zorunda kalabilir.
– Ödeyeceğimiz ekonomik bedel katlanarak artacak.
– Suriye’de yükselen istikrarsızlık, Gazze savaşına ilaveten, Ortadoğu kökenli terör örgütlerinin güçlenmesini teşvik eden ikinci gelişme olabilir.
Ankara-Şam mutabakatı sağlanır mı? Suriye kökenli bir gazeteciye göre, Rusya’nın araya girmesiyle Ankara ile Esed rejimi arasında görüşmeler Antalya’da başladı bile.
Aynı kaynağa göre iki tarafın pozisyonu arasındaki fark yaz aylarında epey azalmıştı. Suriye’deki TSK birliklerinin hemen değil 3 ila 5 yıllık bir program çerçevesinde çekilmesi, PKK bağlantılı oluşumun elemine edilmesi, Suriyeli göçmenlerin geri dönüşü, Türkiye’nin revize edilecek Adana Mutabakatı (1988) çerçevesinde sıcak takip hakkı konularında anlaşma sağlanmıştı.
Sıcak takip hakkının 15 veya 30 km olması ile PKK bağlantılı oluşum elemine edilirken Türkiye sadece hava desteği mi verecek veya karadan da askeri destek sağlayacak mı konularında mutabakata henüz varılamamıştı.
Ankara’nın desteklediği değişik silahlı grupların durumu ise çetin bir sorun gibi görünüyor.
Umalım ki şimdi alevlenen iç savaşın baskısı altında mutabakat sağlansın. Ancak;
– Bugüne dek mutabakata varılamayışının en büyük nedeni iki taraf arasındaki güven bunalımı idi. Ankara’nın mutabakat müzakereleri yaptığı günlerde HTŞ’ye askeri destek sağlandığı ve savaşın başlaması için ABD-İsrail’le eşgüdüm içinde hareket ettiği net şekilde ortaya çıkarsa, güven bunalımı yoğunlaşacak. Şimdi mutabakat sağlansa bile derinleşen güvensizlik, uygulamayı olumsuz etkileyecek.
– Dış destekle beslenen cihatçı örgütlerin hepsinin kendi bağımsız hedefleri var. Ankara’nın bunlar üzerindeki değişik ölçülerdeki ağırlığı, onları tamamen kontrol ettiği veya her kararını kabul ettireceği anlamına gelmiyor. Cihatçı selefi militanların kontrol ettiği alan şimdi iki mislinden fazla büyüdü, niçin o alanları gönüllü terk etsinler? ABD-İsrail’in istediği iç savaşın bitmesi şimdi daha zor.
Harita: Cihatçı örgütlerin 27 Kasım öncesinde kontrol ettiği (İdlip, açık mavi) ve sonrasında ele geçirdiği (koyu mavi) alanlar.
100 yıllık Cumhuriyet döneminin en başarısız dış politikası Suriye meselesi, şimdi daha da riskli ve tehlikeli bir noktaya getirildi. Buna karşılık iktidarın stratejisi nedir, belli değil.
Yeni başlayan Öcalan açılımı da Suriye’de tırmanan iç savaştan etkilenecek. 2010’lardaki çözüm sürecinde AKP’nin temel hedefi anayasa değişikliği yaparak başkanlık sistemini getirmekti. Selahattin Demirtaş oyunu bozdu, süreç çöktü. Benzer şekilde, iktidarın şimdi başlattığı Öcalan açılımının temel amacı Erdoğan’ın tekrar CB adaylığını sağlamak.
Erdoğan tekrar adaylık hedefine bir şekilde ulaşabilir; ama Suriye’de başlayan kriz muhtemelen, Öcalan açılımının daha büyük amaçlar pek taşımadığının anlaşılmasını kolaylaştıracak.
Muhalefet ne yapıyor? Uykuda geziniyor.
Muhalefetimiz, üç yıldır devam eden ve Avrasya’daki jeopolitik dengeleri yeniden tanımlayacak Ukrayna savaşı hakkında üç tane anlamlı cümle kuramadı.
Suriye’de tırmanan kriz Türkiye’nin hayati çıkarlarını tehdit ediyor. Sınırımızın dibinde yeni bir Gazze oluşabilir.
Ana muhalefet genel başkanı bu haftaki grup konuşmasında Suriye’deki gelişmelere geniş yer verdi. Dikkatle okudum; ne istediklerini, neler önerdiklerini anlamak kolay değil. Zaten kendisi de pek emin değil, “devlet bizi ivedilikle bilgilendirsin” diyor.
Böyle durumlarda “devlet” bilgilendirse bile, bunu ancak iktidarın işine geldiği doğrultu ve ölçüde yapar.
Halbuki politika oluşturmaya rahatça yetecek enformasyon açık kaynaklarda mevcut.
Muhalefetin somut ve gerçekçi öneriler, eleştiriler ortaya koyması, ısrarla konunun üstüne gitmesi ve öylelikle ülkeyi iyi yönetebileceğini seçmene göstermesi gerekiyor.
Ama umut pek yok.
">Hatay’ın sınır komşusu Suriye’nin İdlip vilayeti uzun süredir başta HTŞ olmak üzere çok sayıda cihatçı selefi örgütün yuvası haline gelmiş, Cihadistan’a dönüşmüştü (HTŞ: Heyet Tahrir el-Şam).
HTŞ liderliğindeki cihatçı örgütler tüm dünyayı şaşırtarak 27 Kasım’da büyük bir saldırı başlattı ve Suriye’nin en büyük şehri Halep’i iki günde ele geçirdiler. Önceden ayarlandığı üzere bir tümeni hemen cihatçılar tarafına geçen Esed’in Suriye Arap Ordusu, ciddi direniş gösteremeden şehri terk etti. Halbuki Halep’i 2016’da iki yıl savaşarak geri alabilmişlerdi.
Halep Suriye ekonomisinin merkezi. Bu yazı kaleme alındığı sırada HTŞ, Şam’a giden M5 karayolunda kontrolü ele geçirmiş Hama’yı da almıştı. En büyük beş şehirden dördü Halep-Hama-Humus-Şam’ı birbirine bağlayan ve iç savaştan kısa süre önce gezdiğim M5 karayolu, Suriye’nin şah damarıdır.
HTŞ’nin arkasında kimler var, amaç ne? ABD Dışişleri Bakanlığı ketum ve sade suya tirit açıklamalarla yetiniyor: “Suriye’deki gelişmeleri yakından izliyor ve tüm tarafları çatışmaları azaltmaya ve sivilleri, altyapıyı korumaya çağırıyoruz, vs.”
Ama elimizde ABD-İsrail işbirliğinin HTŞ’yi desteklediğini işaret eden bol veri mevcut.
Sekiz sene önce aynı bölgedeki çatışmalarda, HTŞ dahil İdlip’teki cihatçıların CIA tarafından silahlandırıldığını biliyoruz. İzleyen yıllarda İdlip’teki IŞİD liderleri CIA tarafından düzenlenen nokta operasyonlarla imha edilirken, HTŞ’nin ‘dost terörist’ görülen liderlerine dokunulmadı. CIA-HTŞ arasındaki iletişim kanalları daima açık ve canlı kaldı. İsrail’in Suriye’deki cihatçı örgütlere askeri destek verdiğini daha önce bizzat İsrailli yetkililer açıkladı.
Batı medyasında HTŞ militanlarından söz edilirken artık “teröristler” veya “cihatçılar” yerine “silahlı muhalif gruplar” veya “isyancılar” sıfatları tercih ediliyor; yani diktatöre karşı ayaklananlar.
HTŞ savaşta ağır silahlar, roketler, gece görüş ekipmanları, İHA ve SİHA’lar kullanıyor, aylardır süren planlama yaptıkları anlaşılıyor. Bu silahların CIA koordinasyonu veya onayı olmadan temin edilmesi zor; zaten o durumda ABD epey gürültülü protesto sergilemiş olurdu. Washington’un istihbarat desteğini esirgemediği de muhakkak.
ABD, Esed rejiminin iktidarını yeniden tesis etmesine şiddetle karşı olduğunu defalarca açıkladı. O siyaseti Fırat’ın doğusunda Kürtler üzerinden uyguluyor, İsrail’le tam mutabakat içindeler.
Washington elbette Suriye’de yeni bir cephe açılmasının Rusya’nın işini Ukrayna’da zorlaştıracağını da hesapladı. Bir yandan da Esed’e, İran’la ilişkilerini kes Suriye’ye uygulanan yaptırımları kaldıralım diyor. Ama bu boş bir Washington hamlesi, Esed’in böyle bir adım atması, hele şu günlerde hiç gerçekçi değil.
ABD-İsrail ikilisinin son otuz yıldır bölgede temel hedefi üç ülkenin istikrarsızlaştırılması: Suriye, Irak ve İran. İstikrarsızlaştırmak; zayıf düşürmek, geriletmek, gerekirse parçalamak gibi hedefleri kapsıyor.
Bu politikayı şekillendiren ilk resmi belge “Kesin Kopuş” (A Clean Break) adını taşır. 1996’da ilk kez Başbakan olan Netanyahu için Amerikalı aşırı muhafazakarların (neo-con) yer aldığı bir heyet tarafından kaleme alınmıştı. Kesin kopuş, İsrail’in o zamana dek izlediği “barış için toprak” politikasının terk edilmesini ifade eder.
Ama son gelişmelerin birinci sorumlusu ABD-İsrail ikilisi mi?
Ankara ne yapıyor? İdlip vilayetinin sınırları Suriye’de tamamen Suriye Arap Ordusu tarafından çevrili ve onların kontrolünde. Hava sahası Rus ordusu tarafından denetleniyor. Deniz sınırı yok. Yukarıda değindiğimiz silahların İdlip’e ulaşması için tek mümkün görünen yol Hatay sınırı. Cilvegözü (Bab el Heva) sınır kapısının İdlip’i besleyen geçit olduğu biliniyor.
İdlip’te HTŞ’ye ilaveten Nurettin Zengi, Feylak el Şam, Türkistan milisleri gibi çok sayıda cihatçı selefi örgüt aktif. HTŞ ve bu örgütlerden bazıları ile Ankara’nın arasının iyi olduğu, zaman zaman onlara koruma sağladığı biliniyor.
Ankara’nın gönderdiği birlikler çok zorlanmadan İdlip’te varlıklarını sürdürdü, askeri gözlem noktaları oluşturdu. O nedenle Rusya ve İran’ın da yer aldığı Astana sürecinde İdlip’te cihatçı örgütlerin silahsızlandırılması gibi görevler Ankara’ya bırakıldı. Rusya da Fırat’ın batısındaki Kürtlerin o bölgeyi boşaltmasını sağlayacaktı. Bu mutabakatlar gerçekleşmedi.
Bölgeyi yakından tanıyan ABD’nin eski Suriye büyükelçisi Robert Ford “İdlip’e insani yardım, gaz, silahlar hatta askeri üniformaların hepsi Türkiye’den gidiyor” diyor.
ABD derin devletiyle iyi ilişkileri olan NY Times gazetesi, alevlenen iç savaşla ilgili “Türkiye ve ABD’nin ikisi de Suriye’deki (muhalif) silahlı gurupları destekliyor” haberini geçti.
HTŞ ile beraber savaşan Suriye Milli Ordusu’nun Ankara’nın denetimi altında olduğu biliniyor.
On gün önce İsrail istihbarat örgütü Şin Bet’in başkanının Ankara’ya gizli bir ziyaret yaptığını İsrail medyasından öğrendik.
ABD ve İngiliz emekli istihbarat subayları ve diplomatları tarafından kurulan Soufan Center kaynaklı haber ise dikkat çekici: “Türkiye müdahale edince Halep saldırısı ertelendi, zamanlaması değişti.”
Zamanlamanın değişmesi belli ki Ankara’nın Şam’la yürüttüğü müzakerelerin akışına bağlıydı.
Bütün bunlar, HTŞ ve yandaşı grupların Suriye’de iç savaşı yeniden başlatmasının büyük olasılıkla Ankara’nın ABD-İsrail ikilisiyle yürüttüğü eşgüdüm altında gerçekleştiğine, ama baş oyuncunun Ankara olduğuna işaret ediyor.
HTŞ’nin kullandığı İHA ve SİHA’lar çok etkili oldu. Rusya’nın resmi TASS ajansına göre Ukrayna’nın istihbarat teşkilatı teröristlerle işbirliği yaptı, onlara dron verdi ve nasıl yapılacağını öğretti. Bu bilgi doğruysa, acaba Ukrayna istihbaratı İdlip’e nasıl ulaştı?
Şimdi ne olacak? Yanıt için henüz erken. Ancak Esed rejimi penceresinden iki temel olasılık görünüyor.
– İyi ihtimal. Rusya ve İran’ın desteğiyle Esed rejimi bir süre sonra tekrar iktidarını sağlamlaştırır, cihatçı militanlar ağır ve kanlı bir bedel ödeyebilir. Burada alt seçeneklerden biri, Astana sürecinin devreye girmesiyle Ankara ile Esed rejiminin anlaşması.
– Kötü ihtimal. İç savaş ve istikrarsızlık yıllarca sürer. Esed iktidarı düşerse, değişik gruplar arasında daha kanlı bir iktidar savaşı ve hesaplaşma başlar. Ülke parçalanabilir, Esed’in (veya Nusayrilerin) elinde küçük bir parça kalabilir.
Ama bu ihtimallerin hepsi Türkiye için kötü ve risk dolu.
ABD-İsrail’in amaçları ve Türkiye’nin çıkarları bağdaşmıyor. Onların hedefi Suriye’yi de-stabilize etmek; zayıf düşürmek, geriletmek veya parçalamak.
Türkiye’nin çıkarları, Suriye’nin istikrarını ve Şam’da güçlü bir hükümeti gerektiriyor. Eğer Suriye veya diğer komşu ülkelerdeki rejimleri beğenmeyenler varsa, işi zamana ve o ülkelerin iç dinamiklerine bırakmalı, hele sonu bilinmez dışardan askeri müdahale maceralarından kaçınmalı.
Ankara Fırat’ın doğusunda ABD-İsrail siyasetine karşı çıkarken, aynısını batıda onlarla beraber uyguluyor.
Yukarıdaki olasılıkların Türkiye açısından muhtemel sonuçları:
– Ülkedeki 3 milyonu kayıtlı toplam 4 milyonu aşkın Suriyeli göçmenin geri dönüşü istikrarsızlık sürdükçe mümkün olmayacak, yıllar geçtikçe dönüşleri giderek zorlaşacak.
– Hastaneler ve okullar bombalanıyor, on binler evlerini bırakıp kaçıyor. Halep bölgesi yeni Gazze olabilir. Savaş ve parçalanma yeni göç dalgaları yaratabilir.
– Fırat’ın doğusundaki PKK/YPG bağlantılı oluşumun manevra alanı genişleyecek.
– ABD’nin Suriye’deki askerlerini geri çekmesi gerekiyor. Trump yönetiminin o kararı vermesi bekleniyordu, ama alevlenen iç savaş ABD’nin bu kararını zorlaştıracak.
– Gelişmelere bağlı olarak Türkiye doğrudan savaşa girmek zorunda kalabilir.
– Ödeyeceğimiz ekonomik bedel katlanarak artacak.
– Suriye’de yükselen istikrarsızlık, Gazze savaşına ilaveten, Ortadoğu kökenli terör örgütlerinin güçlenmesini teşvik eden ikinci gelişme olabilir.
Ankara-Şam mutabakatı sağlanır mı? Suriye kökenli bir gazeteciye göre, Rusya’nın araya girmesiyle Ankara ile Esed rejimi arasında görüşmeler Antalya’da başladı bile.
Aynı kaynağa göre iki tarafın pozisyonu arasındaki fark yaz aylarında epey azalmıştı. Suriye’deki TSK birliklerinin hemen değil 3 ila 5 yıllık bir program çerçevesinde çekilmesi, PKK bağlantılı oluşumun elemine edilmesi, Suriyeli göçmenlerin geri dönüşü, Türkiye’nin revize edilecek Adana Mutabakatı (1988) çerçevesinde sıcak takip hakkı konularında anlaşma sağlanmıştı.
Sıcak takip hakkının 15 veya 30 km olması ile PKK bağlantılı oluşum elemine edilirken Türkiye sadece hava desteği mi verecek veya karadan da askeri destek sağlayacak mı konularında mutabakata henüz varılamamıştı.
Ankara’nın desteklediği değişik silahlı grupların durumu ise çetin bir sorun gibi görünüyor.
Umalım ki şimdi alevlenen iç savaşın baskısı altında mutabakat sağlansın. Ancak;
– Bugüne dek mutabakata varılamayışının en büyük nedeni iki taraf arasındaki güven bunalımı idi. Ankara’nın mutabakat müzakereleri yaptığı günlerde HTŞ’ye askeri destek sağlandığı ve savaşın başlaması için ABD-İsrail’le eşgüdüm içinde hareket ettiği net şekilde ortaya çıkarsa, güven bunalımı yoğunlaşacak. Şimdi mutabakat sağlansa bile derinleşen güvensizlik, uygulamayı olumsuz etkileyecek.
– Dış destekle beslenen cihatçı örgütlerin hepsinin kendi bağımsız hedefleri var. Ankara’nın bunlar üzerindeki değişik ölçülerdeki ağırlığı, onları tamamen kontrol ettiği veya her kararını kabul ettireceği anlamına gelmiyor. Cihatçı selefi militanların kontrol ettiği alan şimdi iki mislinden fazla büyüdü, niçin o alanları gönüllü terk etsinler? ABD-İsrail’in istediği iç savaşın bitmesi şimdi daha zor.
Harita: Cihatçı örgütlerin 27 Kasım öncesinde kontrol ettiği (İdlip, açık mavi) ve sonrasında ele geçirdiği (koyu mavi) alanlar.
100 yıllık Cumhuriyet döneminin en başarısız dış politikası Suriye meselesi, şimdi daha da riskli ve tehlikeli bir noktaya getirildi. Buna karşılık iktidarın stratejisi nedir, belli değil.
Yeni başlayan Öcalan açılımı da Suriye’de tırmanan iç savaştan etkilenecek. 2010’lardaki çözüm sürecinde AKP’nin temel hedefi anayasa değişikliği yaparak başkanlık sistemini getirmekti. Selahattin Demirtaş oyunu bozdu, süreç çöktü. Benzer şekilde, iktidarın şimdi başlattığı Öcalan açılımının temel amacı Erdoğan’ın tekrar CB adaylığını sağlamak.
Erdoğan tekrar adaylık hedefine bir şekilde ulaşabilir; ama Suriye’de başlayan kriz muhtemelen, Öcalan açılımının daha büyük amaçlar pek taşımadığının anlaşılmasını kolaylaştıracak.
Muhalefet ne yapıyor? Uykuda geziniyor.
Muhalefetimiz, üç yıldır devam eden ve Avrasya’daki jeopolitik dengeleri yeniden tanımlayacak Ukrayna savaşı hakkında üç tane anlamlı cümle kuramadı.
Suriye’de tırmanan kriz Türkiye’nin hayati çıkarlarını tehdit ediyor. Sınırımızın dibinde yeni bir Gazze oluşabilir.
Ana muhalefet genel başkanı bu haftaki grup konuşmasında Suriye’deki gelişmelere geniş yer verdi. Dikkatle okudum; ne istediklerini, neler önerdiklerini anlamak kolay değil. Zaten kendisi de pek emin değil, “devlet bizi ivedilikle bilgilendirsin” diyor.
Böyle durumlarda “devlet” bilgilendirse bile, bunu ancak iktidarın işine geldiği doğrultu ve ölçüde yapar.
Halbuki politika oluşturmaya rahatça yetecek enformasyon açık kaynaklarda mevcut.
Muhalefetin somut ve gerçekçi öneriler, eleştiriler ortaya koyması, ısrarla konunun üstüne gitmesi ve öylelikle ülkeyi iyi yönetebileceğini seçmene göstermesi gerekiyor.
Ama umut pek yok.