Türkiye’ de yazı yazmak, yazar, çizer olmak o kadar zor zanaat ki anlatamam.
Bir yeni yazıya daha başlamadan önce sancılarım tutar, yakın çevrem bilir, ne yazayım, hangi konuya değineyim diye başlarının etini yerim. Edebiyat yapmayı sevmem, sahici olsun isterim yazılarım, samimi ve gerçekçi. Tabii ki samimi derken, tüm iç dünyamı açmam beklenemez, sadece yüzde onudur belki de yansıttığım.
Öyle şimdi moda olduğu üzere, özel hayatımı anlatmayı sevmem, birilerine laf geçirmek istemem. Sadece kendi penceremden, konulara bir bakış açısı getirmeye çalışırım. Tarzım bu...
Ve mutlaka herkesin yaptığından farklı olmak isterim, dünya bir tarafa gitsin, ben başka bir tarafa... Umurumda bile değil, çoğunluktan olmak. Tam tersi ben tek olmak isterim. Marjinalliği severim. Her şeyin en güzelini, en kalitelisini, en değerlisini. Okyanusun içindeki inci tanesini ararım yaşamımda...
Gündeme bakıyorum şike iddialarına. Üzülüyorum... Aziz Yıldırım için...
Futbolun F sinden anlamam, eskiden beri yabancı futbolcu isimlerini, Yunan adaları sanardım o derece ilgisizim. Futbol fanatiklerini hiç anlamam. Koyu Beşiktaş’ lı olan eşime derim ki, takım kazanınca sen niye seviniyorsun, para mı kazanıyorsun sanki? Çok saçma olduğunu biliyorum ama takım tutma ruhunun bana ne kadar uzak olduğunu anlatmak için söylüyorum. O kadar uzak yani...
Aziz Yıldırım’ ın sağlık durumuna ve o haliyle içeri alınmasına üzülüyorum. Suçu vardır, yoktur bilemem ama insan olarak, hasta birinin içeri alınması ve sürekli hastalanması içimi acıtıyor. Ağır suçlar hariç yani, terör, masum insanları öldürmek gibi suçlar hariç, içeri atılan insanlar için üzüntü duyuyorum.
Klostrofobik biri olarak, içim acıyor...Özellikle de henüz suçu kesinleşmemişse...
Belki 200 yıl sonra insanlar artık ağır suçlar hariç hapiste olmayacak ama başka cezalar alacaklar. Amerika’ da olduğu gibi, tuvalet temizlemek, toplum hizmetinde bulunmak v.s gibi ne bileyim...
Bu gün bize çok uzak gibi görünen şeyler bir gün gerçek oluyor...
Bir diğer gündem konusu; meclisteki yemin krizi ...
Aslında tam bir demokrasi sınavı veriliyor.
Başbakan muhalefet partisini diklenmekle ancak, dik duramamakla eleştiriyor. Onlarda biz neyin altına imza attığımızı biliyoruz, asıl omurgasız sizsiniz diyor. Kürt partisinin beklentileri ve neyi almak istedikleri aşikar, onlar da demokratik yollardan ne kadar taviz koparabiliriz diye bakıyor. Özgürlüklerin sınırları zorlanıyor, ilerideki günlerde hep birlikte biz de göreceğiz, o özgürlüklerin sınırları nereye kadar genişleyecek...
A.K.P her ne kadar önemli bir oy potansiyeliyle tek parti olarak iktidara gelmişse ve mecliste en çok onların sözü geçse de aslında hedefte olması dolayısıyla büyük bir sorumluluk taşıyor ve büyük bir demokrasi sınavı veriyor. Çünkü bu güne kadar yaptıkları ve yapacaklarıyla Türkiye’ nin geleceğini yazıyor...
">
Türkiye’ de yazı yazmak, yazar, çizer olmak o kadar zor zanaat ki anlatamam.
Bir yeni yazıya daha başlamadan önce sancılarım tutar, yakın çevrem bilir, ne yazayım, hangi konuya değineyim diye başlarının etini yerim. Edebiyat yapmayı sevmem, sahici olsun isterim yazılarım, samimi ve gerçekçi. Tabii ki samimi derken, tüm iç dünyamı açmam beklenemez, sadece yüzde onudur belki de yansıttığım.
Öyle şimdi moda olduğu üzere, özel hayatımı anlatmayı sevmem, birilerine laf geçirmek istemem. Sadece kendi penceremden, konulara bir bakış açısı getirmeye çalışırım. Tarzım bu...
Ve mutlaka herkesin yaptığından farklı olmak isterim, dünya bir tarafa gitsin, ben başka bir tarafa... Umurumda bile değil, çoğunluktan olmak. Tam tersi ben tek olmak isterim. Marjinalliği severim. Her şeyin en güzelini, en kalitelisini, en değerlisini. Okyanusun içindeki inci tanesini ararım yaşamımda...
Gündeme bakıyorum şike iddialarına. Üzülüyorum... Aziz Yıldırım için...
Futbolun F sinden anlamam, eskiden beri yabancı futbolcu isimlerini, Yunan adaları sanardım o derece ilgisizim. Futbol fanatiklerini hiç anlamam. Koyu Beşiktaş’ lı olan eşime derim ki, takım kazanınca sen niye seviniyorsun, para mı kazanıyorsun sanki? Çok saçma olduğunu biliyorum ama takım tutma ruhunun bana ne kadar uzak olduğunu anlatmak için söylüyorum. O kadar uzak yani...
Aziz Yıldırım’ ın sağlık durumuna ve o haliyle içeri alınmasına üzülüyorum. Suçu vardır, yoktur bilemem ama insan olarak, hasta birinin içeri alınması ve sürekli hastalanması içimi acıtıyor. Ağır suçlar hariç yani, terör, masum insanları öldürmek gibi suçlar hariç, içeri atılan insanlar için üzüntü duyuyorum.
Klostrofobik biri olarak, içim acıyor...Özellikle de henüz suçu kesinleşmemişse...
Belki 200 yıl sonra insanlar artık ağır suçlar hariç hapiste olmayacak ama başka cezalar alacaklar. Amerika’ da olduğu gibi, tuvalet temizlemek, toplum hizmetinde bulunmak v.s gibi ne bileyim...
Bu gün bize çok uzak gibi görünen şeyler bir gün gerçek oluyor...
Bir diğer gündem konusu; meclisteki yemin krizi ...
Aslında tam bir demokrasi sınavı veriliyor.
Başbakan muhalefet partisini diklenmekle ancak, dik duramamakla eleştiriyor. Onlarda biz neyin altına imza attığımızı biliyoruz, asıl omurgasız sizsiniz diyor. Kürt partisinin beklentileri ve neyi almak istedikleri aşikar, onlar da demokratik yollardan ne kadar taviz koparabiliriz diye bakıyor. Özgürlüklerin sınırları zorlanıyor, ilerideki günlerde hep birlikte biz de göreceğiz, o özgürlüklerin sınırları nereye kadar genişleyecek...
A.K.P her ne kadar önemli bir oy potansiyeliyle tek parti olarak iktidara gelmişse ve mecliste en çok onların sözü geçse de aslında hedefte olması dolayısıyla büyük bir sorumluluk taşıyor ve büyük bir demokrasi sınavı veriyor. Çünkü bu güne kadar yaptıkları ve yapacaklarıyla Türkiye’ nin geleceğini yazıyor...