1990’larda sosyalist sistem çökünce emperyalizm “tekleşti” ve yöntem değiştirdi, “Komünizm tehlikesi” bitince bizim coğrafyada, yani Balkanlarda, Kafkaslarda, Ortadoğuda etnik yada dini kimlikleri öne çıkardı.
NATO ile birlikte 1950’lerde komünizme karşı “Yeşil Kuşak’ oluşturmak amacıyla bölgemizde İslamcı grupları güçlendiren emperyalizm, SSCB’nin Afganistan’ı işgaliyle birlikte bu kez de aynı gücü daha da siyasileştirerek silahlı güce dönüştürdü.
Bölgenin demografik yapısı değişti, yan yana yaşamayı öne çıkaran çok kültürlülük yerini tekçi anlayışa bıraktı. Ayrışma Müslüman Hristiyan ayrışmasını aşarak, Sünni Şii ayrışması başta olmak üzere etnik ve dini kimlik temelli bölündü, cihat ve ölüm “normalleşti”…
Emperyalizm, bölgenin bütün demokratik yapılanmalarını önce “komünist” sonra “terörist” diye tasfiye etti ya da belini kırdı, bölgeyi hem çoraklaştırdı, hem de sonu gelmeyen ve kendi içinde çatışan bir bölgeye dönüştürdü, Suriye, Yemen, Irak, Afganistan gibi ülkeleri felç etti. Kaos ve savaş istikrarsızlığı besledi.
2010’larda ABD’nin, AB’nin, dolayısıyla NATO’nun başlattığı ve Erdoğan’ın da doğrudan desteklediği “Arap Baharı” kaosu ve iç savaşları daha da büyüttü ve savaş bölgede normal göç hareketlerini aşan kitlesel göçlere neden oldu. Milyonlarca Suriyeli kendi ülkesini terk etti, Türkiye ve Ürdün başta olmak üzere bir çok ülkeye göç etti. Bu göç dalgası daha sonra ve özellikle bugün Afganistanlılardan oluşan büyük göç dalgasıyla buluştu.
Bu sonuçlara bakarak değerlendirirsek, birincisi bu göç dalgası bölgede kaos ve çatışmalar sürdükçe devam eder, sınırlara çekilen tel örgüler ya da duvarlar bu göç dalgasını durduramaz; İkincisi bu göç dalgası Türkiye başta olmak üzere yabancı düşmanlığını ve nefreti körükler ve yeni çatışmalara zemin oluşturur.
Nitekim yapılan araştırmalar bunu doğruluyor. Aksoy Araştırma’ya göre Türkiye nüfusunun yüzde 85,2’si bu gelişmelerden endişeli, Metropol de benzer sonuçlarla bunu doğruluyor. Üstelik göç hareketlerinden endişeli olanların partilere dağılımında CHP’liler en önde. AKP seçmeninin yüzde 78,5’i, MHP seçmeninin yüzde 79,4’ü
CHP ve İYİ Parti seçmenin ise yüzde 90’ı endişeli!
“Suriyelileri ve Afganlıları istemiyoruz” tepkisine rağmen, deyim yerindeyse bu gerçekliğin üzerine “benzinle giden” başka bir gerçeklik daha var. O gerçeklik de şu; İster siyasi, ister ekonomik nedenlerle ülkelerinden göç etmiş olan insanların yaklaşık yüzde 80’i daha sonra kendi ülkelerine dönmüyor. Bu gerçek yalnızca Avrupa’daki göç hareketlerine özgü de değil. ABD’de de böyle, Latin Amerika’da da böyle, bizim coğrafyada da böyle…
Yani söylemek istediğim şu: Bu büyük göç dalgası duygusal reflekslerle ya da “göndereceğiz” söylemleriyle çözülemez. Tartışmayı göç eden kişiler üzerinden değil, göçe neden olan siyaset üzerinden yürütmeli! Çünkü dünyanın hiçbir yerinde tam anlamıyla çözülememiş ve Avrupa başta olmak üzere yabancı düşmanı, faşist ve ırkçı hareketleri büyütmüş bu büyük sorun karşısında aklı ve bilimsel gerçekleri öne çıkaran daha sağduyulu bir yaklaşıma ihtiyaç vardır.
Bunlardan birincisi, en hızlı bir biçimde Türkiye’de bir Göç ve Entegrasyon Bakanlığı kurmak, ikincisi, adına ne dersek diyelim, göçmenleri, sığınmacıları, mültecileri bir “pazarlık aracı” olmaktan çıkarmak, üçüncüsü ise bölgede yaşanan sorunları, BM başta olmak üzere uluslararası alana taşıyarak, bölge ülkeleriyle birlikte barış ve istikrar için uluslar arası çözüm üretmektir.
25 Ağustos 2021, İstanbul
Necdet Saraç
">
1990’larda sosyalist sistem çökünce emperyalizm “tekleşti” ve yöntem değiştirdi, “Komünizm tehlikesi” bitince bizim coğrafyada, yani Balkanlarda, Kafkaslarda, Ortadoğuda etnik yada dini kimlikleri öne çıkardı.
NATO ile birlikte 1950’lerde komünizme karşı “Yeşil Kuşak’ oluşturmak amacıyla bölgemizde İslamcı grupları güçlendiren emperyalizm, SSCB’nin Afganistan’ı işgaliyle birlikte bu kez de aynı gücü daha da siyasileştirerek silahlı güce dönüştürdü.
Bölgenin demografik yapısı değişti, yan yana yaşamayı öne çıkaran çok kültürlülük yerini tekçi anlayışa bıraktı. Ayrışma Müslüman Hristiyan ayrışmasını aşarak, Sünni Şii ayrışması başta olmak üzere etnik ve dini kimlik temelli bölündü, cihat ve ölüm “normalleşti”…
Emperyalizm, bölgenin bütün demokratik yapılanmalarını önce “komünist” sonra “terörist” diye tasfiye etti ya da belini kırdı, bölgeyi hem çoraklaştırdı, hem de sonu gelmeyen ve kendi içinde çatışan bir bölgeye dönüştürdü, Suriye, Yemen, Irak, Afganistan gibi ülkeleri felç etti. Kaos ve savaş istikrarsızlığı besledi.
2010’larda ABD’nin, AB’nin, dolayısıyla NATO’nun başlattığı ve Erdoğan’ın da doğrudan desteklediği “Arap Baharı” kaosu ve iç savaşları daha da büyüttü ve savaş bölgede normal göç hareketlerini aşan kitlesel göçlere neden oldu. Milyonlarca Suriyeli kendi ülkesini terk etti, Türkiye ve Ürdün başta olmak üzere bir çok ülkeye göç etti. Bu göç dalgası daha sonra ve özellikle bugün Afganistanlılardan oluşan büyük göç dalgasıyla buluştu.
Bu sonuçlara bakarak değerlendirirsek, birincisi bu göç dalgası bölgede kaos ve çatışmalar sürdükçe devam eder, sınırlara çekilen tel örgüler ya da duvarlar bu göç dalgasını durduramaz; İkincisi bu göç dalgası Türkiye başta olmak üzere yabancı düşmanlığını ve nefreti körükler ve yeni çatışmalara zemin oluşturur.
Nitekim yapılan araştırmalar bunu doğruluyor. Aksoy Araştırma’ya göre Türkiye nüfusunun yüzde 85,2’si bu gelişmelerden endişeli, Metropol de benzer sonuçlarla bunu doğruluyor. Üstelik göç hareketlerinden endişeli olanların partilere dağılımında CHP’liler en önde. AKP seçmeninin yüzde 78,5’i, MHP seçmeninin yüzde 79,4’ü
CHP ve İYİ Parti seçmenin ise yüzde 90’ı endişeli!
“Suriyelileri ve Afganlıları istemiyoruz” tepkisine rağmen, deyim yerindeyse bu gerçekliğin üzerine “benzinle giden” başka bir gerçeklik daha var. O gerçeklik de şu; İster siyasi, ister ekonomik nedenlerle ülkelerinden göç etmiş olan insanların yaklaşık yüzde 80’i daha sonra kendi ülkelerine dönmüyor. Bu gerçek yalnızca Avrupa’daki göç hareketlerine özgü de değil. ABD’de de böyle, Latin Amerika’da da böyle, bizim coğrafyada da böyle…
Yani söylemek istediğim şu: Bu büyük göç dalgası duygusal reflekslerle ya da “göndereceğiz” söylemleriyle çözülemez. Tartışmayı göç eden kişiler üzerinden değil, göçe neden olan siyaset üzerinden yürütmeli! Çünkü dünyanın hiçbir yerinde tam anlamıyla çözülememiş ve Avrupa başta olmak üzere yabancı düşmanı, faşist ve ırkçı hareketleri büyütmüş bu büyük sorun karşısında aklı ve bilimsel gerçekleri öne çıkaran daha sağduyulu bir yaklaşıma ihtiyaç vardır.
Bunlardan birincisi, en hızlı bir biçimde Türkiye’de bir Göç ve Entegrasyon Bakanlığı kurmak, ikincisi, adına ne dersek diyelim, göçmenleri, sığınmacıları, mültecileri bir “pazarlık aracı” olmaktan çıkarmak, üçüncüsü ise bölgede yaşanan sorunları, BM başta olmak üzere uluslararası alana taşıyarak, bölge ülkeleriyle birlikte barış ve istikrar için uluslar arası çözüm üretmektir.
25 Ağustos 2021, İstanbul
Necdet Saraç