Değerli bir medya mensubu bu konuda bir yazı yazdı. Yazının konusu kaşarlaşmış bir köşe yazarı ile ‘sucuk gibi ıslanmış’ bir belediyecinin TV’de kapışması. Tipik ‘Törkiş’ bir durum. Yani sizin anlayacağınız tam ‘yengen’ ortam. Değerli köşe yazarının sentezi gazetecinin servetini açıklama zorunluluğunun olmaması. Medeni ülkelerde ise gazetecinin servet beyanı yapmasının zorunlu olduğu doğrultusunda. Tamamen katılıyorum. Gazeteci, modern tanıtımı ile medya mensubu diyelim, demokrasinin sigortasıdır. Bağımsızdır, etiktir ve Batı’da ’watch dog’ olarak tanımlanan, ’bekçi, gardiyan’ bir kurumun üyesidir. Ancak burası Türkiye ve medya mensubu da duruma göre her pozisyonda oynayan bir oyuncudur. Tıpkı mahalle maçı gibi. Ne sahanın sınırları, ne futbolcuların mevkii ne de maçın skoru bellidir. Bir ekleme daha yapmak istiyorum. Burada konusunu ettiğim büyük medya mensuplarıdır. Marjinal medya konumuzun dışındadır. Türkiye’de marjinal medyada, 2000 adet satan gazete, 500 adet satan dergi, 100 kişinin okuduğu sitelerde medyacılık oynayanlar zaten konumuz dışındadır. Onların yaptıkları plastik gazetecilik genelde ideolojik değildir, olsa olsa psikopatlıktır. Sermaye Birikimi Türkiye’de büyük medya sermaye birikim aracıdır. Medya patronları ekonominin kontrolünü elinde tutan, hükümet ve bürokrasiyle iyi ilişkiler içinde olmak zorundadırlar. Patronun işlerini Ankara’da takip eden medya mensubu da boğazına kadar akçeli işlerin içindedir. Bu işler atlı karınca gibi dönerken, konunun içinde olan medya mensubunun da bir ’pamuk helva’ kapması dayanılmazdır. Küçük bir çocuğun ellerini pembe şekere uzatması kadar doğaldır. Binilen salıncağın büyüklüğüne göre pamuk helvanın büyüklüğü değişir. Bazen bir otomobil, bazen ufak bir tekne, bazen mükellef bir villa, bazen de bedavadan bir yurt dışı gezisi. İşler Büyüdükçe Medya, basın yayın kendi içinde karlı sektörler değildir. İşlerin yürümesi ve faaliyetlerin devamı için iki alternatif vardır, ya medya patronu olarak devletle karlı işlere girerek zarar eden medya sektörünü çapraz sübvanse etmek, ya da devletle karlı fakat gölgeli iş yapan birisi olarak medya patronu zırhına bürünmek. Her iki konum da medya patronunu politikacı ile işbirliğine yöneltir. Medya ve politikacı Anonim Şirketir. Bu işbirliğinin en güzel örneği geçmişte Sabah Gazetesinin patronu Dinç Bilgin ve Demirel’in kamu bankalarından sorumlu Devlet bakanı Cavit Çağlar arasında yaşanmış ve 600 milyon dolarcık bir paranın buharlaşmasına yol açmıştır. Bütün bu mekanizmaların içinde, çark, vida, çivi olarak yer alan gazeteciler, program yapımcıları, Ankara temsilcileri sermaye birikim savaşının içindedir. Hem kan alır hem kan verirler. Sermaye birikim paylaşımı sade medya için değil politikacı için de geçerlidir. Türkiye’de politika da tıpkı medya gibi bir sermaye birikim aracı olarak kullanılmaktadır. Sermaye Birikim Savaşları Politikacıları, Adalet mekanizması, Silahlı Kuvvetleri, Bürokrasisi ve Medyası ile herkesin her konuda konustuğu ve eylem yaptığı kaos ortamında medya mensuplarının hak etmedikleri önemi kazanması doğaldır. Eğer büyük medya ile hükümet arasında sürtüşme yoksa paylaşım uyum içinde olur. Eğer sürtüşme varsa ve sermaye birikimi ‘adil’ dağıtılmıyorsa savaşlar başlar. Savaşlar manşetlerde, kararnamelerde ve sansasyonel TV programlarında ortaya çıkar. Belli programların yayınlanması veya yayınlanmamasi tarifeye tabidir. Bunu bütün medya mensupları bilir ama ’katır katırı öpmez’ prensibi geçerlidir. Sonunda varoşlardaki lümpenlerin sandıkta belirmesi ile ortaya çıkan demokrasi tablosunda sadece tellaklar değişir ama hamam ve tas aynı kalır. Gazeteci Kanun Önünde Farklı mıdır ? Benim bildiğim kadarı ile gazeteciler telif hakkı garabeti adı altında aldıkları ücretler konusunda vergi ödemezler veya daha az vergi öderler. Hergün köşesinde fazla zahmet etmeden yazdığı ’laga luga hikayeleri’ örneğin bir Orhan Pamuk’un yazdığı eserle bir tutulan gazeteci, telif hakkı adı altında gelir vergisi ödememektedir. Ve Türkiye Cumhuriyetinde hiç kimse korkudan bu konuya değinememektedir. Çünkü, silahlar, pardon, manşetler, makaleler ve kameralar bu soruyu soranI anında linç eder. Sonuçta gazetecilik Türkiye gibi bir ülkede sermaye birikimi aracıdır. Türkiye gibi traji-komik bir ülkede ve her platformun politik yatırım aracı ve sermaye birikim enstrümanı olduğu bir ülkede gazeteci servet bildirimi yapmak zorundadır. Çünkü Türkiye’de sivil toplum cılızdır. Cılız toplumlarda kanlı-canlı medya örnek teşkil etmek zorundadır.
">
Değerli bir medya mensubu bu konuda bir yazı yazdı. Yazının konusu kaşarlaşmış bir köşe yazarı ile ‘sucuk gibi ıslanmış’ bir belediyecinin TV’de kapışması. Tipik ‘Törkiş’ bir durum. Yani sizin anlayacağınız tam ‘yengen’ ortam. Değerli köşe yazarının sentezi gazetecinin servetini açıklama zorunluluğunun olmaması. Medeni ülkelerde ise gazetecinin servet beyanı yapmasının zorunlu olduğu doğrultusunda. Tamamen katılıyorum. Gazeteci, modern tanıtımı ile medya mensubu diyelim, demokrasinin sigortasıdır. Bağımsızdır, etiktir ve Batı’da ’watch dog’ olarak tanımlanan, ’bekçi, gardiyan’ bir kurumun üyesidir. Ancak burası Türkiye ve medya mensubu da duruma göre her pozisyonda oynayan bir oyuncudur. Tıpkı mahalle maçı gibi. Ne sahanın sınırları, ne futbolcuların mevkii ne de maçın skoru bellidir. Bir ekleme daha yapmak istiyorum. Burada konusunu ettiğim büyük medya mensuplarıdır. Marjinal medya konumuzun dışındadır. Türkiye’de marjinal medyada, 2000 adet satan gazete, 500 adet satan dergi, 100 kişinin okuduğu sitelerde medyacılık oynayanlar zaten konumuz dışındadır. Onların yaptıkları plastik gazetecilik genelde ideolojik değildir, olsa olsa psikopatlıktır. Sermaye Birikimi Türkiye’de büyük medya sermaye birikim aracıdır. Medya patronları ekonominin kontrolünü elinde tutan, hükümet ve bürokrasiyle iyi ilişkiler içinde olmak zorundadırlar. Patronun işlerini Ankara’da takip eden medya mensubu da boğazına kadar akçeli işlerin içindedir. Bu işler atlı karınca gibi dönerken, konunun içinde olan medya mensubunun da bir ’pamuk helva’ kapması dayanılmazdır. Küçük bir çocuğun ellerini pembe şekere uzatması kadar doğaldır. Binilen salıncağın büyüklüğüne göre pamuk helvanın büyüklüğü değişir. Bazen bir otomobil, bazen ufak bir tekne, bazen mükellef bir villa, bazen de bedavadan bir yurt dışı gezisi. İşler Büyüdükçe Medya, basın yayın kendi içinde karlı sektörler değildir. İşlerin yürümesi ve faaliyetlerin devamı için iki alternatif vardır, ya medya patronu olarak devletle karlı işlere girerek zarar eden medya sektörünü çapraz sübvanse etmek, ya da devletle karlı fakat gölgeli iş yapan birisi olarak medya patronu zırhına bürünmek. Her iki konum da medya patronunu politikacı ile işbirliğine yöneltir. Medya ve politikacı Anonim Şirketir. Bu işbirliğinin en güzel örneği geçmişte Sabah Gazetesinin patronu Dinç Bilgin ve Demirel’in kamu bankalarından sorumlu Devlet bakanı Cavit Çağlar arasında yaşanmış ve 600 milyon dolarcık bir paranın buharlaşmasına yol açmıştır. Bütün bu mekanizmaların içinde, çark, vida, çivi olarak yer alan gazeteciler, program yapımcıları, Ankara temsilcileri sermaye birikim savaşının içindedir. Hem kan alır hem kan verirler. Sermaye birikim paylaşımı sade medya için değil politikacı için de geçerlidir. Türkiye’de politika da tıpkı medya gibi bir sermaye birikim aracı olarak kullanılmaktadır. Sermaye Birikim Savaşları Politikacıları, Adalet mekanizması, Silahlı Kuvvetleri, Bürokrasisi ve Medyası ile herkesin her konuda konustuğu ve eylem yaptığı kaos ortamında medya mensuplarının hak etmedikleri önemi kazanması doğaldır. Eğer büyük medya ile hükümet arasında sürtüşme yoksa paylaşım uyum içinde olur. Eğer sürtüşme varsa ve sermaye birikimi ‘adil’ dağıtılmıyorsa savaşlar başlar. Savaşlar manşetlerde, kararnamelerde ve sansasyonel TV programlarında ortaya çıkar. Belli programların yayınlanması veya yayınlanmamasi tarifeye tabidir. Bunu bütün medya mensupları bilir ama ’katır katırı öpmez’ prensibi geçerlidir. Sonunda varoşlardaki lümpenlerin sandıkta belirmesi ile ortaya çıkan demokrasi tablosunda sadece tellaklar değişir ama hamam ve tas aynı kalır. Gazeteci Kanun Önünde Farklı mıdır ? Benim bildiğim kadarı ile gazeteciler telif hakkı garabeti adı altında aldıkları ücretler konusunda vergi ödemezler veya daha az vergi öderler. Hergün köşesinde fazla zahmet etmeden yazdığı ’laga luga hikayeleri’ örneğin bir Orhan Pamuk’un yazdığı eserle bir tutulan gazeteci, telif hakkı adı altında gelir vergisi ödememektedir. Ve Türkiye Cumhuriyetinde hiç kimse korkudan bu konuya değinememektedir. Çünkü, silahlar, pardon, manşetler, makaleler ve kameralar bu soruyu soranI anında linç eder. Sonuçta gazetecilik Türkiye gibi bir ülkede sermaye birikimi aracıdır. Türkiye gibi traji-komik bir ülkede ve her platformun politik yatırım aracı ve sermaye birikim enstrümanı olduğu bir ülkede gazeteci servet bildirimi yapmak zorundadır. Çünkü Türkiye’de sivil toplum cılızdır. Cılız toplumlarda kanlı-canlı medya örnek teşkil etmek zorundadır.