Son günlerde futbol ve futbolcular gündeme gelince ben de konuyla ilgili fikir gezdirmek ve fikirlerimi paylaşmak üzere bilgisayarımın başına oturdum.
Futbol topu yuvarlak fakat futbol sahası dikdörtgen. İşin içinde ayak ve kafa var. Bir de sınırlı el kol hareketleri…
Dolasıyla 22 oyuncu, bir sürü hakemle beraber hareket halindeki topla dikdörtgen saha içinde yaşanan olasılıklar sonsuz!
Geçenlerde futbolda tanıdık simalarla ortaya çıkan parasal saadet üçgeni ve hakeme canlı yayında atılan yumruk, futbolu toplumsal bir olgu olarak tekrar gündeme getirdi.
Futbolcuların para kaybettiği “Ponzi tezgâhı” kapitalist sistemlerde sık rastlanan bir olgu. Ancak bu defa bu kadar dikkat çekmesi düzenekteki oyuncuların (her iki anlamda da) futbol üzerinden kazandıkları ve toplumsal kanaat önderi pelerini giymiş olmasından kaynaklanmakta.
Kısacası futbol içinde yer alan bazı karakterler, (futbolun genel anlamda toplumsal ağırlığından dolayı olsa gerek) hakketmedikleri bir özgül ağırlığa sahip olabiliyorlar.
Modern çağda sporun toplumsal gücünü Naziler keşfetti. Sonradan spor dalları içinde en basit ve pratik olan spor dalı futbol, özellikle Latin diktatörlerin elinde toplumsal anestezi gazı oldu. Hele işin içine (Freudiyan anlamda) toplumsal cinsellik sembolleri de girince, futbol da genç nüfusu bol ve geri kalmış ülkelerde duygusal boşalma aracı oldu.
Futbolun ekonomik oluşumuna baktığımızda sermaye yoğunluğu gerektirmeyen en ‘ucuz’ kitle sporu olduğunu görüyoruz. Sadece bir top 22 kişiyi meşgul edebiliyor. Kaleler ikişer taştan olduktan sonra her açık alan futbol sahasına dönüşebiliyor. Hâlbuki diğer sporlar çok daha sermaye yoğun ve ciddi yatırım gerektirmekte. Basketbol için pota dikmek, topun zıplayacağı alan inşa etmek gerekiyor. Topu bile futbol topundan pahalı. Voleybol için de aynı şeyler geçerli. Yüzme sporuna girmiyorum bile.
Futbolun gerçekleştirmesi son derece kolay bir kitle sporu. Reklamcıların gelir seviyesine göre 5’e böldükleri toplumsal katmanlardan örnek alırsak, (A sınıfı hariç) B’den E’ye tüm gençler hayatlarının bir bölümünde futbol topuyla haşır neşir oluyor.
Sonuç olarak, yetişkinler olarak futbolla hemen her erkeğin kişisel bağlantısı bulunuyor. Bu rakam gelir seviyesi düşük ve orta olan ülkelerde daha yaygın. Neticede futbol kişisel boyutu olan ciddi bir toplumsal dinamizm aracı. Ve gerektiğinde futbol topu iktidarın elinde toplumsal manivelaya dönüşmekte.
Unutmayalım ki siyasi manivela kullanımının tersi de mümkün. Gezi olaylarında gördüğümüz gibi BJK’nin Çarşı Grubu gösterilerde öne çıkmıştı.
Türkiye’de futbol takımlarıyla ilgili tarihsel bir sosyo-ekonomik çalışmadan haberdar değilim. Ancak bekli de son zamanların en kritik Futbol Federasyonunda yönetim kurulu üyesi olarak çalışmış olmam ve doğma büyüme İstanbullu olmam nedeniyle bazı sezilerim var.
Çocukluğumdan bu yana Vefa, Beykoz, Karagümrük, İstanbulspor takımlarını ve tabii ki 3 büyükleri İstanbul’un eski statlarında seyretmişliğim var.
Beşiktaş, batılı sosyologlarca ‘mavi yakalı’ dediğimiz çalışan kitlelerin takımı olmaya daha yakın.
Fenerbahçe ‘eski’ değil ‘yeni’ paranın ve Cumhuriyetin yarattığı orta sınıfın takımı.
Galatasaray ise Osmanlı döneminden gelen eski İstanbul’un takımı.
Bu sezilerimi niye sizlerle paylaşıyorum?
Öyle gözüküyor ki futbol siyasi ve sosyolojik önemini hiçbir zaman yitirmeyecek.
Sonuç olarak, yeryüzü küresine benzeyen futbol topu; dünyevi meselelerde “futbolun asla sadece futbol olmadığını” kanıtlamaya devam edecek.
Öyle sanıyorum ki Dünya Kupasını izleyen herkes Katar’ın böyle bir arayış içinde olduğunu zaten hissetmiştir. Katar’ın gayreti gözden kaçmış olamaz.
Benim işaret etmek istediğim husus da Katar’ın uyguladığı yöntemle sizi tanıştırmak.
Tabii ki yöntem İngilizce medya tarafından isimlendirildi: Sportswashing! (Tam çevirisi yok ama belki “Spor üzerinden aklama” diyebiliriz.)
Evet, “Sportswashing” spor üzerinden kendini aklamanın/ispat etmenin/göstermenin en son başarılı örneğini Katar’da gördük.
Hazır konusu açılmışken altını çizmekte fayda var.
“Sportswashing” öyle sanıldığı gibi yeni bir kavram değildir.
Nazi Almanyası da 36. Berlin Olimpiyatları’nı Aryan ırkının üstünlüğünü, yani kendi ideolojisini ispat için kullanmıştır.
1978 Dünya Kupası'na ev sahipliği yapan Arjantin Cuntası da aynı yöntemi denemiş ama organizasyon sonradan ellerinde patlamıştır.
Katar’daki son Dünya Kupasında normalde 10 milyar olan bütçeler 200 milyar dolara çıktı.
Katar için önemli değil çünkü küresel kamuoyu da artık Katar diye bir ülke olduğunu biliyor ve bundan sonra kimse Katar’ı ‘hap’ yapamaz. Katar artık demir leblebidir.
Suudi Arabistan, Arjantin’i yenince Prens Salman da mili bayram ilan etti. Suudlar bir şey daha keşfetti. Futbol rüştünü ispat etmek, kabul görmek ve ulusal aidiyet için ideal bir platform.
Savaşla yapamadığını futbolla kan dökmeden, kurşun sıkmadan bol para harcayarak yapabiliyorsun.
Suudi Arabistan futbola önemli finansal kaynaklar tahsis etti. Dünya Kupasını tertiplemeye aday oldu ve küresel çapta yıldız futbolcuların piyasasını yükseltti.
Suudlar için artık futbol bir PR konusudur.
Gelecek dünya kupasının organizasyonu çerçevesinde Suudi Arabistan tüm futbol organizasyonlarına kucağını açmış durumda.
Bu bağlamda, Fenerbahçe-Galatasaray Süper Kupa finalinin S. Arabistan’da oynanmasına davetkar oldular.
Peki, Fenerbahçe yönetimi ne yaptı?
Tıpkı hizmet fakiri ilçe belediye başkanlarının yaptığı gibi, “Atatürk ilke ve devrimleri” kartını açarak bu maçın S. Arabistan’da oynamasını bloke etti.
Bu en başta miyopik bir vizyondur. Bugün Çin’de her hafta 35 milyon seyirci Manchester United maçlarını izliyor. (Bu arada ben Beşiktaşlıyım!)
Fenerbahçe gibi bir kulübün kaliteli ve yaşlanmamış yabancıları transfer etmesi için gereken para uluslararası marka olmasından geçer. O markanın oluşması için de Fenerbahçe’nin küresel tanıtıma maruz kalması gerekir. Yani küresel marka = büyük bütçe = kaliteli yabancı.
‘Atatürk devrim ve ilkeleri’ gibi bir tabunun arkasına saklanıp böyle kararlar almal da futbolu siyasetin içine sokmaktır. Oysa futbol siyasetin içine sokulmaz çünkü siyaset futbolun içindedir.
Unutmayalım! Fatih Sultan Mehmet Kostantiniye’i fethedip çağ atlattı ama Bizans ruhunu silemedi. O, Ruh’ül Konstantiniye’nin en önemli sembolü de spor takımların siyasette araç olmasıdır.
Kaldı ki Suudi Arabistan’ı bu şekilde dışlamak en hafifinden ırkçılıktır. Tanıdığım kadarıyla Atatürk ırkçılığa şiddetle karşı çıkmış bir liderdir.
Ayrıca Türkiye’deki mürekkep yalamış her fani Türkiye’nin G-20 üyesi olmasından haz ve gurur duyar. Eee Suudi Arabistan da G-20 üyesidir.
Dünya sisteminin bir parçası olarak hayal ettiği Türkiye’yi kuran liderin ismini kullanarak niçin hem erdemini ve vizyonunu devalüasyona tabi tutuyorsunuz?
Meraklısı için son bir not geçeyim: Dünya’da 5 ülkenin anayasası yoktur. Bunlardan ikisi İsrail ve Suudi Arabistan dinsel içtihata göre hukuk sistemi kullanır.
Atatürk’ün en büyük mirası ise “laiklik” yani ‘seküler’ sistemdir.
Acaba süper kupa İsrail’de oynansa aynı Fenerbahçe yönetimi Atatürk devrim ve ilkelerinin arkasına saklanıp İsrail’de oynanacak maçı bloke eder miydi? Yoksa yönetim ucuz politika yapıp kendi ajandası doğrultusunda Suudi Arabistan’ı fırsat olarak mı kullandı.
Engin Civan
">Son günlerde futbol ve futbolcular gündeme gelince ben de konuyla ilgili fikir gezdirmek ve fikirlerimi paylaşmak üzere bilgisayarımın başına oturdum.
Futbol topu yuvarlak fakat futbol sahası dikdörtgen. İşin içinde ayak ve kafa var. Bir de sınırlı el kol hareketleri…
Dolasıyla 22 oyuncu, bir sürü hakemle beraber hareket halindeki topla dikdörtgen saha içinde yaşanan olasılıklar sonsuz!
Geçenlerde futbolda tanıdık simalarla ortaya çıkan parasal saadet üçgeni ve hakeme canlı yayında atılan yumruk, futbolu toplumsal bir olgu olarak tekrar gündeme getirdi.
Futbolcuların para kaybettiği “Ponzi tezgâhı” kapitalist sistemlerde sık rastlanan bir olgu. Ancak bu defa bu kadar dikkat çekmesi düzenekteki oyuncuların (her iki anlamda da) futbol üzerinden kazandıkları ve toplumsal kanaat önderi pelerini giymiş olmasından kaynaklanmakta.
Kısacası futbol içinde yer alan bazı karakterler, (futbolun genel anlamda toplumsal ağırlığından dolayı olsa gerek) hakketmedikleri bir özgül ağırlığa sahip olabiliyorlar.
Modern çağda sporun toplumsal gücünü Naziler keşfetti. Sonradan spor dalları içinde en basit ve pratik olan spor dalı futbol, özellikle Latin diktatörlerin elinde toplumsal anestezi gazı oldu. Hele işin içine (Freudiyan anlamda) toplumsal cinsellik sembolleri de girince, futbol da genç nüfusu bol ve geri kalmış ülkelerde duygusal boşalma aracı oldu.
Futbolun ekonomik oluşumuna baktığımızda sermaye yoğunluğu gerektirmeyen en ‘ucuz’ kitle sporu olduğunu görüyoruz. Sadece bir top 22 kişiyi meşgul edebiliyor. Kaleler ikişer taştan olduktan sonra her açık alan futbol sahasına dönüşebiliyor. Hâlbuki diğer sporlar çok daha sermaye yoğun ve ciddi yatırım gerektirmekte. Basketbol için pota dikmek, topun zıplayacağı alan inşa etmek gerekiyor. Topu bile futbol topundan pahalı. Voleybol için de aynı şeyler geçerli. Yüzme sporuna girmiyorum bile.
Futbolun gerçekleştirmesi son derece kolay bir kitle sporu. Reklamcıların gelir seviyesine göre 5’e böldükleri toplumsal katmanlardan örnek alırsak, (A sınıfı hariç) B’den E’ye tüm gençler hayatlarının bir bölümünde futbol topuyla haşır neşir oluyor.
Sonuç olarak, yetişkinler olarak futbolla hemen her erkeğin kişisel bağlantısı bulunuyor. Bu rakam gelir seviyesi düşük ve orta olan ülkelerde daha yaygın. Neticede futbol kişisel boyutu olan ciddi bir toplumsal dinamizm aracı. Ve gerektiğinde futbol topu iktidarın elinde toplumsal manivelaya dönüşmekte.
Unutmayalım ki siyasi manivela kullanımının tersi de mümkün. Gezi olaylarında gördüğümüz gibi BJK’nin Çarşı Grubu gösterilerde öne çıkmıştı.
Türkiye’de futbol takımlarıyla ilgili tarihsel bir sosyo-ekonomik çalışmadan haberdar değilim. Ancak bekli de son zamanların en kritik Futbol Federasyonunda yönetim kurulu üyesi olarak çalışmış olmam ve doğma büyüme İstanbullu olmam nedeniyle bazı sezilerim var.
Çocukluğumdan bu yana Vefa, Beykoz, Karagümrük, İstanbulspor takımlarını ve tabii ki 3 büyükleri İstanbul’un eski statlarında seyretmişliğim var.
Beşiktaş, batılı sosyologlarca ‘mavi yakalı’ dediğimiz çalışan kitlelerin takımı olmaya daha yakın.
Fenerbahçe ‘eski’ değil ‘yeni’ paranın ve Cumhuriyetin yarattığı orta sınıfın takımı.
Galatasaray ise Osmanlı döneminden gelen eski İstanbul’un takımı.
Bu sezilerimi niye sizlerle paylaşıyorum?
Öyle gözüküyor ki futbol siyasi ve sosyolojik önemini hiçbir zaman yitirmeyecek.
Sonuç olarak, yeryüzü küresine benzeyen futbol topu; dünyevi meselelerde “futbolun asla sadece futbol olmadığını” kanıtlamaya devam edecek.
Öyle sanıyorum ki Dünya Kupasını izleyen herkes Katar’ın böyle bir arayış içinde olduğunu zaten hissetmiştir. Katar’ın gayreti gözden kaçmış olamaz.
Benim işaret etmek istediğim husus da Katar’ın uyguladığı yöntemle sizi tanıştırmak.
Tabii ki yöntem İngilizce medya tarafından isimlendirildi: Sportswashing! (Tam çevirisi yok ama belki “Spor üzerinden aklama” diyebiliriz.)
Evet, “Sportswashing” spor üzerinden kendini aklamanın/ispat etmenin/göstermenin en son başarılı örneğini Katar’da gördük.
Hazır konusu açılmışken altını çizmekte fayda var.
“Sportswashing” öyle sanıldığı gibi yeni bir kavram değildir.
Nazi Almanyası da 36. Berlin Olimpiyatları’nı Aryan ırkının üstünlüğünü, yani kendi ideolojisini ispat için kullanmıştır.
1978 Dünya Kupası'na ev sahipliği yapan Arjantin Cuntası da aynı yöntemi denemiş ama organizasyon sonradan ellerinde patlamıştır.
Katar’daki son Dünya Kupasında normalde 10 milyar olan bütçeler 200 milyar dolara çıktı.
Katar için önemli değil çünkü küresel kamuoyu da artık Katar diye bir ülke olduğunu biliyor ve bundan sonra kimse Katar’ı ‘hap’ yapamaz. Katar artık demir leblebidir.
Suudi Arabistan, Arjantin’i yenince Prens Salman da mili bayram ilan etti. Suudlar bir şey daha keşfetti. Futbol rüştünü ispat etmek, kabul görmek ve ulusal aidiyet için ideal bir platform.
Savaşla yapamadığını futbolla kan dökmeden, kurşun sıkmadan bol para harcayarak yapabiliyorsun.
Suudi Arabistan futbola önemli finansal kaynaklar tahsis etti. Dünya Kupasını tertiplemeye aday oldu ve küresel çapta yıldız futbolcuların piyasasını yükseltti.
Suudlar için artık futbol bir PR konusudur.
Gelecek dünya kupasının organizasyonu çerçevesinde Suudi Arabistan tüm futbol organizasyonlarına kucağını açmış durumda.
Bu bağlamda, Fenerbahçe-Galatasaray Süper Kupa finalinin S. Arabistan’da oynanmasına davetkar oldular.
Peki, Fenerbahçe yönetimi ne yaptı?
Tıpkı hizmet fakiri ilçe belediye başkanlarının yaptığı gibi, “Atatürk ilke ve devrimleri” kartını açarak bu maçın S. Arabistan’da oynamasını bloke etti.
Bu en başta miyopik bir vizyondur. Bugün Çin’de her hafta 35 milyon seyirci Manchester United maçlarını izliyor. (Bu arada ben Beşiktaşlıyım!)
Fenerbahçe gibi bir kulübün kaliteli ve yaşlanmamış yabancıları transfer etmesi için gereken para uluslararası marka olmasından geçer. O markanın oluşması için de Fenerbahçe’nin küresel tanıtıma maruz kalması gerekir. Yani küresel marka = büyük bütçe = kaliteli yabancı.
‘Atatürk devrim ve ilkeleri’ gibi bir tabunun arkasına saklanıp böyle kararlar almal da futbolu siyasetin içine sokmaktır. Oysa futbol siyasetin içine sokulmaz çünkü siyaset futbolun içindedir.
Unutmayalım! Fatih Sultan Mehmet Kostantiniye’i fethedip çağ atlattı ama Bizans ruhunu silemedi. O, Ruh’ül Konstantiniye’nin en önemli sembolü de spor takımların siyasette araç olmasıdır.
Kaldı ki Suudi Arabistan’ı bu şekilde dışlamak en hafifinden ırkçılıktır. Tanıdığım kadarıyla Atatürk ırkçılığa şiddetle karşı çıkmış bir liderdir.
Ayrıca Türkiye’deki mürekkep yalamış her fani Türkiye’nin G-20 üyesi olmasından haz ve gurur duyar. Eee Suudi Arabistan da G-20 üyesidir.
Dünya sisteminin bir parçası olarak hayal ettiği Türkiye’yi kuran liderin ismini kullanarak niçin hem erdemini ve vizyonunu devalüasyona tabi tutuyorsunuz?
Meraklısı için son bir not geçeyim: Dünya’da 5 ülkenin anayasası yoktur. Bunlardan ikisi İsrail ve Suudi Arabistan dinsel içtihata göre hukuk sistemi kullanır.
Atatürk’ün en büyük mirası ise “laiklik” yani ‘seküler’ sistemdir.
Acaba süper kupa İsrail’de oynansa aynı Fenerbahçe yönetimi Atatürk devrim ve ilkelerinin arkasına saklanıp İsrail’de oynanacak maçı bloke eder miydi? Yoksa yönetim ucuz politika yapıp kendi ajandası doğrultusunda Suudi Arabistan’ı fırsat olarak mı kullandı.
Engin Civan