Kapitalizm günümüzde yeni bir evre geçirmekte. ABD'den başlayan akım büyük şirketlerin baş yöneticilerini sorguluyor. Bağımsız denetim şirketleri büyüteç altında. Borsaların ve borsa şirketlerinin yöneticileri araştırma ve inceleme kapsamında. ABD'de onlarca hukuki dava gündemde. Kısacası kapitalizm ciddi bir kabuk değiştirme sürecine girmiş bulunmakta. Bu gelişmeler önümüzdeki yıllarda önce diğer sanayi ötesi ülkelere ve ardından Türkiye gibi yükselen piyasalara yayılacak. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Bu değişimden 'bihaber' ülke iktidarı ve bürokrasisi ise son “Tekel İhalesi” ile bir defa daha duvara çartptı. Tekel’e verilen tekliflerin 'yetkililerin' beklentisinin ne kadar altında olduğu ortaya çıkınca 'yetkili ağızlardan' inciler döküldü. Dökülen inciler arasında en çarpıcı bulduğum ve bu haftaki analizimizin başlığını şekillendiren demeç Tekel Genel Müdürü’nden geldi: " Bu teklifler Tekel'e hakarettir".
Hamasi değerlendirmeler yaparak, şişirilen değerlerin balon gibi nasıl söndüğünü geçmişte çok gördük. Ama ne yazık ki her bir hayal kırıklığı çabuk unutuldu. Hatırlarsanız geçtiğimiz yıllarda THY ve Telekom satışına teklif veren bile çıkmadı. Banka özelleştirmeleri ise hüsran oldu. TÜPRAŞ ihalesini alan Uzanlar’ın durumu ise malum.
Kapitlalizme Alerjik miyiz ?
Osmanlı ve Türk iktisat tarihinin nasıl bir senteze uzandığı konusu bu yazının amacını aşar. Ancak bazı ana hatlar üzerinde 'fikir gezdirmek' mümkün. Bundan 8-9 sene önce üniversiteye giriş sınavında sorulan 'Atatürk'ün İktisat Politikasının Özellikleri' sorusunun doğru yanıtı 'Yabancı Sermayeye karşı olmak’tı. O yıllarda Üniversiteye girenlerin bir kısmı bugün kamu personeli.
Cumhuriyet dönemi boyunca devlet eli ile yaratılan 'milli burjuva' ve onu denetleyen bürokrasi gerilimli bir muhabbet içinde bulunmuştur. Her iki grupta diğerinin hangi 'semtten' geldiğini bilir. 'Milli burjuva ve bürokrasi sürekli hem 'severim hem döverim' ortamında 80 yıldır seviyeli (!) bir beraberlik yaşar.
Kendi burjuvasına sınırlı toleransı olan bürokrasinin daha 'kanlı ve canlı' yabancı sermayeye sempati duymasi beklenemez. Bu psikolojiye birde Cumhuriyet döneminin henüz çağdaş tanımı yapılmamış 'devlet' kavramını eklerseniz ortaya tatsız tutsuz bir bulamaç çıkar. Bugün Türkiye Cumhuriyet'inin Hazine Müsteşarı kendisini "Beyt-ül Mülk" ün bekçisi olarak görür . Müşteşar Beyefendinin Mülkiyeli mektep arkadaşları arasında lakabı budur.
Devlet ve kamu kavramının birbirine karıştığı, hükümetlerin ortalama ömrünün 1.5 yıl olduğu bir ülkede, bürokrasinin 'firavun-kral' olması doğaldır. Dizginlerin kemikleşmiş bürokratik kadroların elinde olması kaçınılmazdır. Ancak durumun başka bir doğal uzanısıda ne yazık ki hukuk faciaları olarak günlük yaşamada karşımıza çıkmakta.
Günümüzde evrensel kriterlerden uzak 'mevzuat hukuku' Türkiye'nin çağdaş bir ülke olmasına en büyük engeli oluşturmaktadır. Ülkemizde yaşanan hukuk fiyaskolarına örnek bulmak kolay. En çarpıcı örneklerden birisi son çıkan affın dayandığı hukuk anlayışıdır. Kız çocuklarını iğfal edip öldüren suçluları tahliye eden devletin, kamuya karşı işlenen suçları af kapsamı dışında bırakması mükemmel bir Narsist davranıştır. İkinci örnek ise yakında çıkacak 'Hortumcular' kanununun hukuk felsefesidir. Bürokratlarının görülmemiş ( diktarörlükler hariç) subjektif yetkilerle donatılması sanki bankaların içinin boşaltılmasını önleyeci olarak görülmektedir.
Ne var ki sosyal ve ekonomik gerçekleri sadece 'ferman' gibisinden kanun çıkararak çözeceğini sanan idareler, bürokrasilerin devlet fetişizmini beslemekten başka bir işe yaramamaktadır.
Değerli okurlar, devlet aygıtı ve onu yöneten kadroların ruh halini yukarıda kısaca analiz ettikten sonra tekrar özelleştirme konusuna dönecek olursak, eklenecek fazla bir şey kalmıyor.
Sizlere 17 Ocak 2003 tarihli yazımdan bir alıntı yapmak istiyorum. O tarihte yazdığım analizin son paragrafını aynen yayınlıyorum.
Artık uyanıp 'Starbucks' kahvesini tatmanın zamanı geldi !!!
Realite Check-Up :
Bendeniz bu satırları yazarken, AK Parti hükümeti iddialı bir özelleştirme programı açıkladı. Ben henüz bunun ne kadar gerçekçi olduğunu düşünmeden, medyada iki yorum izledim. Birincisi, Ankara Ticaret Odası Başkanı'ndan geldi. Oda Başkanı bir tüccar olarak özelleştirme adaylarının ucuza gitmesinden yana olmadığı mealinden bir şeyler söyledi ve Türk Telekom'u örnek verdi. İkinci yorumcu bir sendika başkanı idi. O başkan da kendi yorumunda özelleştirmenin ideolojik boyutundan söz edip bunun aslında küreselleşme stratejisinin bir parçası olduğunu belirtti. Türk Telekom, Türk Hava Yolları, Tekel vb. gibi satılması düşünülen varlıklar 19. yüzyıl iş modellerine göre kurulmuş kurumlardır. Bankacıların 'jargonu' ile 'cash-on-cash' karda değil, zarardadırlar. Bu kurumların başlarını su üzerinde tutabilmelerinin tek nedeni 'monopol' konumlarını kullanarak uygulayabildikleri 'tekelci' fiyat politikalarıdır. Somut bir örnek vermek gerekirse, bugün ABD'de yaşayan bir Türk, memleketini aramak için dakikada 25 sent ödemekte. Buna karşılık bir Alman 7 cent bir Avustralyalı 8 sent ödemek zorunda. Bilmem fiyat farkının aranan ülkenin Telekom şirketi ile doğrudan ilgili olduğunu hatırlatmakta fayda var mı ?.... Aradaki farkta şişirilmiş partizan kadroların cebine maaş olarak gitmekte. Telekom'un özellleştirmesine karşı çıkan eski bakanlardan birisinin bunu milliyetçilik ve saçı bitmemiş öksüz edebiyatı ile sunmasını herhalde hatırlarsınız.
Değerli okurlarım biraz gerçekçi olmak gerekirse bu kurumları, çalışanların istihdamını süreli olarak garanti eden, belirli yatırım harcamalarını taahhüt eden yatırımcılara 'bila bedel' yani ücretsiz olarak devretmekte fayda vardır. Uyanık ve esnafça yaklaşımların bugünün ekonomi politikasında yeri yoktur. Kamunun iç borca yüzde 70 faiz ödediği ortamda 'özelleştirme' gelirleri üzerine hayal kurmak gerçekçi olmaz. Siyasi olarak bu gerçeği telaffuz edecek cesaret bu hükümette yoksa, o zaman mertçe davranıp, Özelleştirme Kurumu'nun kapısına bir kilit asıp, güzel bir kebapcıya kiraya vermek, daha ekonomik olur. Aksi takdirde özelleştirme geçmişte olduğu gibi şişirilmiş parti kadrolarına hizmet veren 'tekelci kamu kurumu' olarak tüketiciyi sömürmeye devam eder.
9 Kasım 2003
Washington DC
joememet@hotmail.com
Kapitalizm günümüzde yeni bir evre geçirmekte. ABD'den başlayan akım büyük şirketlerin baş yöneticilerini sorguluyor. Bağımsız denetim şirketleri büyüteç altında. Borsaların ve borsa şirketlerinin yöneticileri araştırma ve inceleme kapsamında. ABD'de onlarca hukuki dava gündemde. Kısacası kapitalizm ciddi bir kabuk değiştirme sürecine girmiş bulunmakta. Bu gelişmeler önümüzdeki yıllarda önce diğer sanayi ötesi ülkelere ve ardından Türkiye gibi yükselen piyasalara yayılacak. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Bu değişimden 'bihaber' ülke iktidarı ve bürokrasisi ise son “Tekel İhalesi” ile bir defa daha duvara çartptı. Tekel’e verilen tekliflerin 'yetkililerin' beklentisinin ne kadar altında olduğu ortaya çıkınca 'yetkili ağızlardan' inciler döküldü. Dökülen inciler arasında en çarpıcı bulduğum ve bu haftaki analizimizin başlığını şekillendiren demeç Tekel Genel Müdürü’nden geldi: " Bu teklifler Tekel'e hakarettir".
Hamasi değerlendirmeler yaparak, şişirilen değerlerin balon gibi nasıl söndüğünü geçmişte çok gördük. Ama ne yazık ki her bir hayal kırıklığı çabuk unutuldu. Hatırlarsanız geçtiğimiz yıllarda THY ve Telekom satışına teklif veren bile çıkmadı. Banka özelleştirmeleri ise hüsran oldu. TÜPRAŞ ihalesini alan Uzanlar’ın durumu ise malum.
Kapitlalizme Alerjik miyiz ?
Osmanlı ve Türk iktisat tarihinin nasıl bir senteze uzandığı konusu bu yazının amacını aşar. Ancak bazı ana hatlar üzerinde 'fikir gezdirmek' mümkün. Bundan 8-9 sene önce üniversiteye giriş sınavında sorulan 'Atatürk'ün İktisat Politikasının Özellikleri' sorusunun doğru yanıtı 'Yabancı Sermayeye karşı olmak’tı. O yıllarda Üniversiteye girenlerin bir kısmı bugün kamu personeli.
Cumhuriyet dönemi boyunca devlet eli ile yaratılan 'milli burjuva' ve onu denetleyen bürokrasi gerilimli bir muhabbet içinde bulunmuştur. Her iki grupta diğerinin hangi 'semtten' geldiğini bilir. 'Milli burjuva ve bürokrasi sürekli hem 'severim hem döverim' ortamında 80 yıldır seviyeli (!) bir beraberlik yaşar.
Kendi burjuvasına sınırlı toleransı olan bürokrasinin daha 'kanlı ve canlı' yabancı sermayeye sempati duymasi beklenemez. Bu psikolojiye birde Cumhuriyet döneminin henüz çağdaş tanımı yapılmamış 'devlet' kavramını eklerseniz ortaya tatsız tutsuz bir bulamaç çıkar. Bugün Türkiye Cumhuriyet'inin Hazine Müsteşarı kendisini "Beyt-ül Mülk" ün bekçisi olarak görür . Müşteşar Beyefendinin Mülkiyeli mektep arkadaşları arasında lakabı budur.
Devlet ve kamu kavramının birbirine karıştığı, hükümetlerin ortalama ömrünün 1.5 yıl olduğu bir ülkede, bürokrasinin 'firavun-kral' olması doğaldır. Dizginlerin kemikleşmiş bürokratik kadroların elinde olması kaçınılmazdır. Ancak durumun başka bir doğal uzanısıda ne yazık ki hukuk faciaları olarak günlük yaşamada karşımıza çıkmakta.
Günümüzde evrensel kriterlerden uzak 'mevzuat hukuku' Türkiye'nin çağdaş bir ülke olmasına en büyük engeli oluşturmaktadır. Ülkemizde yaşanan hukuk fiyaskolarına örnek bulmak kolay. En çarpıcı örneklerden birisi son çıkan affın dayandığı hukuk anlayışıdır. Kız çocuklarını iğfal edip öldüren suçluları tahliye eden devletin, kamuya karşı işlenen suçları af kapsamı dışında bırakması mükemmel bir Narsist davranıştır. İkinci örnek ise yakında çıkacak 'Hortumcular' kanununun hukuk felsefesidir. Bürokratlarının görülmemiş ( diktarörlükler hariç) subjektif yetkilerle donatılması sanki bankaların içinin boşaltılmasını önleyeci olarak görülmektedir.
Ne var ki sosyal ve ekonomik gerçekleri sadece 'ferman' gibisinden kanun çıkararak çözeceğini sanan idareler, bürokrasilerin devlet fetişizmini beslemekten başka bir işe yaramamaktadır.
Değerli okurlar, devlet aygıtı ve onu yöneten kadroların ruh halini yukarıda kısaca analiz ettikten sonra tekrar özelleştirme konusuna dönecek olursak, eklenecek fazla bir şey kalmıyor.
Sizlere 17 Ocak 2003 tarihli yazımdan bir alıntı yapmak istiyorum. O tarihte yazdığım analizin son paragrafını aynen yayınlıyorum.
Artık uyanıp 'Starbucks' kahvesini tatmanın zamanı geldi !!!
Realite Check-Up :
Bendeniz bu satırları yazarken, AK Parti hükümeti iddialı bir özelleştirme programı açıkladı. Ben henüz bunun ne kadar gerçekçi olduğunu düşünmeden, medyada iki yorum izledim. Birincisi, Ankara Ticaret Odası Başkanı'ndan geldi. Oda Başkanı bir tüccar olarak özelleştirme adaylarının ucuza gitmesinden yana olmadığı mealinden bir şeyler söyledi ve Türk Telekom'u örnek verdi. İkinci yorumcu bir sendika başkanı idi. O başkan da kendi yorumunda özelleştirmenin ideolojik boyutundan söz edip bunun aslında küreselleşme stratejisinin bir parçası olduğunu belirtti. Türk Telekom, Türk Hava Yolları, Tekel vb. gibi satılması düşünülen varlıklar 19. yüzyıl iş modellerine göre kurulmuş kurumlardır. Bankacıların 'jargonu' ile 'cash-on-cash' karda değil, zarardadırlar. Bu kurumların başlarını su üzerinde tutabilmelerinin tek nedeni 'monopol' konumlarını kullanarak uygulayabildikleri 'tekelci' fiyat politikalarıdır. Somut bir örnek vermek gerekirse, bugün ABD'de yaşayan bir Türk, memleketini aramak için dakikada 25 sent ödemekte. Buna karşılık bir Alman 7 cent bir Avustralyalı 8 sent ödemek zorunda. Bilmem fiyat farkının aranan ülkenin Telekom şirketi ile doğrudan ilgili olduğunu hatırlatmakta fayda var mı ?.... Aradaki farkta şişirilmiş partizan kadroların cebine maaş olarak gitmekte. Telekom'un özellleştirmesine karşı çıkan eski bakanlardan birisinin bunu milliyetçilik ve saçı bitmemiş öksüz edebiyatı ile sunmasını herhalde hatırlarsınız.
Değerli okurlarım biraz gerçekçi olmak gerekirse bu kurumları, çalışanların istihdamını süreli olarak garanti eden, belirli yatırım harcamalarını taahhüt eden yatırımcılara 'bila bedel' yani ücretsiz olarak devretmekte fayda vardır. Uyanık ve esnafça yaklaşımların bugünün ekonomi politikasında yeri yoktur. Kamunun iç borca yüzde 70 faiz ödediği ortamda 'özelleştirme' gelirleri üzerine hayal kurmak gerçekçi olmaz. Siyasi olarak bu gerçeği telaffuz edecek cesaret bu hükümette yoksa, o zaman mertçe davranıp, Özelleştirme Kurumu'nun kapısına bir kilit asıp, güzel bir kebapcıya kiraya vermek, daha ekonomik olur. Aksi takdirde özelleştirme geçmişte olduğu gibi şişirilmiş parti kadrolarına hizmet veren 'tekelci kamu kurumu' olarak tüketiciyi sömürmeye devam eder.
9 Kasım 2003
Washington DC
joememet@hotmail.com