Yıktığı sistemlerin, kurduğu düzenlerin ve buna dair kabulün hasılası içinde insan, insan olur.
Bütün bir yaşam, ihtiyaç taşlarının istiflenmesi, mutluluk basamaklarında yükselmek içindir.
Acı-severlik, çilekeşlik ritüeline ait seçimlerin dışında, bu her yerde, dilde ve tende, böyledir.
Mutluluk ve ihtiyaç silsilesinde ne servet ne de makam, mutlaktır. Bazen de ters orantılıdır.
İnsana, doğasında arıza yoksa doğayı ve çocukları sevmek gerekir. Aş gerekir, aşk, gerekir.
İnsana bir de toplum ve o topluma da, devlet / düzen gerektir. İş gerekir, güvence, gerektir.
İşte o insan –ve sevdikleri için, özgürlüğün, maddi ilişkilerin, kamunun ne sunduğu önemlidir.
Eğer, paranız üzerinden özgürlüğünüz kısıtlanıyorsa, yasalar yetersizdir…
Örneğin, toprağın hasadı tarlanın tohumunu karşılamazsa haciz yer, hapse düşersiniz.
Eğer, özgürlüğünüz üzerinden paranız çalınıyorsa, orada yasa değil bir tür zoralım vardır…
Örneğin, yönetimi eleştirmenin bedeli iş yerinize mali baskı olarak dönebilir.
Oysa, birey ve toplum ekonomide ve yönetimde iz sahibidir, söz sahibi olmayı da hak eder.
O nedenle, özgürlük, sınıf kavramını aşan bir kabule, daraltıcı yorumun reddiyesine dayanır.
Gelelim toplum ile bireyin ilişkisine…
Siyasetin rengi ne olursa olsun: Kaliteli bir eğitim ve sağlık hizmetinde eşitlik aranmaktadır.
Bu hizmetler, cüzdanları boşaltacak değil, vicdanları doyuracak, şekilde yapılanmalıdır.
Hiç ama hiçbir zaman bireyin şansı başkalarının şanssızlığı üzerine kurulmamalıdır.
Başkalarının şansı, bireyin şanssızlığına yol açmamalıdır. Kumar kapitalizmi iğfalcidir.
Başlama vuruşunda eşitlik, oyunda hakkaniyet.. Bitiminde “helal olsun” dedirten bir düzen…
Ya da Hugo’nun dediği gibi: “Yardım edilmiş yoksullardan, yoksulluğun kaldırılması”na…
Erişmek istiyorsak eğer; o çocuğun adı “Sosyal” soyadı “Adalet” olsa gerek…
Aile adıyla Sosyal Haklar Düzeni diyorum ben buna. Verdiğimiz kadar, ihtiyacımız kadar!
Varalım Devlet’e…
‘Ulus devlet’, tarihin sonu ile medeniyetler çatışması dişlileri arasında buğday tanesi misali.
Ve ‘öğütülürse’ geriye sanki Kent Devletleri kalacak. Köle pazarları kurulacak, belki de,
Bilim yuvaları, gazeteler, tıpkı “köyle birlikte köylünün satılması” gibi el değiştirecek.
Mali fonlar afyon oldu; hazineler çoktan soyuldu, kartlar dağıtılıyor, yoksula hep kefen.
Bir serseri para var, bir de serserinin kurşunu… Silahın üstüne yatan, ananın sütünü bozanlar!
Oysa bireyin, dışlanmadığı bir topluma, toplumun ezilmediği bir devlete,
Devletin de korkulmaktan çok saygı gördüğü bir düzene, gerek var…
Ancak böyle bir düzende birey umutlu, toplum mutlu, yönetimler kıvançlı olabilir.
Ulus devlet, modern toplum nüvesiyle bağımsız bir çiçek gibi insanlık bahçesinde olmalı.
Uğruna ömürler harcanılan; insan doğmak, insanca yaşamak, şükürler içinde vedalaşmaktır.
">
Yıktığı sistemlerin, kurduğu düzenlerin ve buna dair kabulün hasılası içinde insan, insan olur.
Bütün bir yaşam, ihtiyaç taşlarının istiflenmesi, mutluluk basamaklarında yükselmek içindir.
Acı-severlik, çilekeşlik ritüeline ait seçimlerin dışında, bu her yerde, dilde ve tende, böyledir.
Mutluluk ve ihtiyaç silsilesinde ne servet ne de makam, mutlaktır. Bazen de ters orantılıdır.
İnsana, doğasında arıza yoksa doğayı ve çocukları sevmek gerekir. Aş gerekir, aşk, gerekir.
İnsana bir de toplum ve o topluma da, devlet / düzen gerektir. İş gerekir, güvence, gerektir.
İşte o insan –ve sevdikleri için, özgürlüğün, maddi ilişkilerin, kamunun ne sunduğu önemlidir.
Eğer, paranız üzerinden özgürlüğünüz kısıtlanıyorsa, yasalar yetersizdir…
Örneğin, toprağın hasadı tarlanın tohumunu karşılamazsa haciz yer, hapse düşersiniz.
Eğer, özgürlüğünüz üzerinden paranız çalınıyorsa, orada yasa değil bir tür zoralım vardır…
Örneğin, yönetimi eleştirmenin bedeli iş yerinize mali baskı olarak dönebilir.
Oysa, birey ve toplum ekonomide ve yönetimde iz sahibidir, söz sahibi olmayı da hak eder.
O nedenle, özgürlük, sınıf kavramını aşan bir kabule, daraltıcı yorumun reddiyesine dayanır.
Gelelim toplum ile bireyin ilişkisine…
Siyasetin rengi ne olursa olsun: Kaliteli bir eğitim ve sağlık hizmetinde eşitlik aranmaktadır.
Bu hizmetler, cüzdanları boşaltacak değil, vicdanları doyuracak, şekilde yapılanmalıdır.
Hiç ama hiçbir zaman bireyin şansı başkalarının şanssızlığı üzerine kurulmamalıdır.
Başkalarının şansı, bireyin şanssızlığına yol açmamalıdır. Kumar kapitalizmi iğfalcidir.
Başlama vuruşunda eşitlik, oyunda hakkaniyet.. Bitiminde “helal olsun” dedirten bir düzen…
Ya da Hugo’nun dediği gibi: “Yardım edilmiş yoksullardan, yoksulluğun kaldırılması”na…
Erişmek istiyorsak eğer; o çocuğun adı “Sosyal” soyadı “Adalet” olsa gerek…
Aile adıyla Sosyal Haklar Düzeni diyorum ben buna. Verdiğimiz kadar, ihtiyacımız kadar!
Varalım Devlet’e…
‘Ulus devlet’, tarihin sonu ile medeniyetler çatışması dişlileri arasında buğday tanesi misali.
Ve ‘öğütülürse’ geriye sanki Kent Devletleri kalacak. Köle pazarları kurulacak, belki de,
Bilim yuvaları, gazeteler, tıpkı “köyle birlikte köylünün satılması” gibi el değiştirecek.
Mali fonlar afyon oldu; hazineler çoktan soyuldu, kartlar dağıtılıyor, yoksula hep kefen.
Bir serseri para var, bir de serserinin kurşunu… Silahın üstüne yatan, ananın sütünü bozanlar!
Oysa bireyin, dışlanmadığı bir topluma, toplumun ezilmediği bir devlete,
Devletin de korkulmaktan çok saygı gördüğü bir düzene, gerek var…
Ancak böyle bir düzende birey umutlu, toplum mutlu, yönetimler kıvançlı olabilir.
Ulus devlet, modern toplum nüvesiyle bağımsız bir çiçek gibi insanlık bahçesinde olmalı.
Uğruna ömürler harcanılan; insan doğmak, insanca yaşamak, şükürler içinde vedalaşmaktır.