Ey Roza Kızma Horoza

Haber3.com yazarı R. Bülend Kırmacı yazdı: Düne kadar “salgın” ile boğuşan ülkemiz, son deprem felaketinin yanı sıra zam sağanağı altında sandığa gidecek…

R. Bülend Kırmacı r.b.kirmaci@gmail.com

Bazen mesajları böyle hicivli bir üslupla vermek, ciddi konular üzerinde özeleştiriyi kolaylaştırıyor. Öyle yapalım, bu kez de öylesine yazalım dedik. Umarım beğenirsiniz.

Türkiye, Cumhuriyet’in 100. yılında olağanüstü zorluklar içinde bir seçime gidiyor.

Düne kadar “salgın” ile boğuşan ülkemiz, son deprem felaketinin yanı sıra zam sağanağı altında sandığa gidecek…

 Millet İttifakı’nın “parlamenter sisteme dönüş” söz-verimi karşısında Cumhur İttifakının dış konjonktüre de odaklı “güçlü ve istikrarlı devlet” vurgusu sandıkta sınanacak.

 Ben seçilmeye talip olanlardan çok seçmenin tercihlerini belirlerken ön planda tuttuğu / tutması gereken olgularla ilgilenmek istiyorum…

 Bu seçimde altı milyonu “ilk defa oy kullanacaklar” ile 60 milyon 904 bin 499 kişi ülke içinde ve de yurt dışında 3 milyon 286 bin 786 kişi oy verecek.

(Dile kolay seçmen sayımız bir çok dünya ülkesinin nüfusundan çok. İki yüz bin civarında sandıkla şenlik bizi beliyor!)

 Yukarıda da ifade ettiğim gibi 2023 seçimlerinde partiler kadar “sistem” de oylanmış olacak. Ancak nihai koşulda seçmenin tavrını; geçim zorlukları, işsizlik, yatırımların dağılımı, deprem yaraları, terörle savaşım gibi olgular belirleyecek.

 Beklenir ki, her kesim, herkes, önce ülkenin ve hemen sonrasında kendi sınıfının çıkarları doğrultusunda oy kullansın. Bu bilinç ne denli sandığa yansırsa, bundan Türkiye’de kazanır. Eğer seçmeler türlü çeşitli yönlendirmelerin etkisi altında kalır ve kendi koşullarını tekzip eden tarzda oy kullanırlarsa, bütün toplum da, ülke de kaybeder.

(Satırlarım hiçbir siyaseti işaret etmiyor, sadece demokrasinin bilinç düzeyine yansıması umudunu içeriyor.)

 Aynı şeyleri yaparak, farklı sonuçlar beklemekse, en hafif deyimiyle saflıktır. Dolayısıyla kendisini yakın hissettiği partinin veya siyasal yönetimin, listesiyle, programıyla, hedefleriyle tutarlı olmasını beklemek seçmenin sandık öncesi hakkı ve görevidir.

 Sandıkta kerhen oy vermek veya “elim kırılaydı” demek ise, işlevsiz bir savunma mekanizmasıdır.. Hele ki, aklına yatmayan tercihler yaptıktan sonra “eleştiri getirmek” yararsız bir tutumdur…

 Benzeri yanılgıları alışkanlık haline getirenlere “iş işten geçtikten sonra” söylenecek tek şey: “ey roza kızma horoza” olsa gerekir!

 Seçimde “sistem” de oylanacak dedik…

Ancak sistem ne olursa olsun onu işler hale getiren çarklarda bozukluk vardır, dolayısıyla, her sonuçta bu bozuk parçaların değişimi gerekir…

 Örneğin, “yüksek oy barajları”, “adaylık önerisinde e-devleti kullanamamak”, yanı sıra partilere Hazine katkısı ve siyasetin finansmanının saydam olmaması

 Bunları aşmalı, yasasıyla, yapısıyla parti siyasetini saydamlaştırmalı ve seçim sistemini demokratikleştirmeliyiz.

 O arada, siyaset, sırf “popüler” diye, sırf daha önce çeşitli “unvanlar” taşımış diye, vitrin mankenleriyle ve kanı donmuş kokteyl kuşları ile yapılmaz.

 Siyaset, emeği ile alın-teri ile halkına adanmış, ulusal değerleri benimsemiş, halkına güvenen ve güven veren kadın-erkek yiğitler ile yapılır

(Yani temsilcilerin “atanması” pardon “seçimi” önemlidir…)

 Bu bağlamda, liyakat, emek, söz-verim, sadakat ve halktan olmak asl’olandır ve halk bunu hemen anlar...

İşte bu gerçekler, tüm anket şirketleri ve danışmanlık hizmetleri ile medya bülbüllerinden daha ağırlıklı olarak belirleyici olacaktır…

 Evet Türkiye daha nice seçimler görecektir…

Her zaman ifade ettiğim gibi; seçmenin bilinçli davranması, siyasetin saydam olması açısından özgür basın yaşamsal önemdedir. Her şeyden öte, eşit, hakça, güven içinde bir seçim için yine basınımıza büyük görevler düşmektedir…

 Son olarak: bir bireyi olmaktan onur duyduğum cefakar halkımızdan dileğim şudur: Uğur Mumcu'lar gibi, Hasan Tahsin'ler ve daha niceleri gibi, gerçekten yurtsever ve namuslu gazetecilere sahip çıkınız… Çünkü onların Tanrı'dan ve sizden başka dayanakları yoktur!

">

Bazen mesajları böyle hicivli bir üslupla vermek, ciddi konular üzerinde özeleştiriyi kolaylaştırıyor. Öyle yapalım, bu kez de öylesine yazalım dedik. Umarım beğenirsiniz.

Türkiye, Cumhuriyet’in 100. yılında olağanüstü zorluklar içinde bir seçime gidiyor.

Düne kadar “salgın” ile boğuşan ülkemiz, son deprem felaketinin yanı sıra zam sağanağı altında sandığa gidecek…

 Millet İttifakı’nın “parlamenter sisteme dönüş” söz-verimi karşısında Cumhur İttifakının dış konjonktüre de odaklı “güçlü ve istikrarlı devlet” vurgusu sandıkta sınanacak.

 Ben seçilmeye talip olanlardan çok seçmenin tercihlerini belirlerken ön planda tuttuğu / tutması gereken olgularla ilgilenmek istiyorum…

 Bu seçimde altı milyonu “ilk defa oy kullanacaklar” ile 60 milyon 904 bin 499 kişi ülke içinde ve de yurt dışında 3 milyon 286 bin 786 kişi oy verecek.

(Dile kolay seçmen sayımız bir çok dünya ülkesinin nüfusundan çok. İki yüz bin civarında sandıkla şenlik bizi beliyor!)

 Yukarıda da ifade ettiğim gibi 2023 seçimlerinde partiler kadar “sistem” de oylanmış olacak. Ancak nihai koşulda seçmenin tavrını; geçim zorlukları, işsizlik, yatırımların dağılımı, deprem yaraları, terörle savaşım gibi olgular belirleyecek.

 Beklenir ki, her kesim, herkes, önce ülkenin ve hemen sonrasında kendi sınıfının çıkarları doğrultusunda oy kullansın. Bu bilinç ne denli sandığa yansırsa, bundan Türkiye’de kazanır. Eğer seçmeler türlü çeşitli yönlendirmelerin etkisi altında kalır ve kendi koşullarını tekzip eden tarzda oy kullanırlarsa, bütün toplum da, ülke de kaybeder.

(Satırlarım hiçbir siyaseti işaret etmiyor, sadece demokrasinin bilinç düzeyine yansıması umudunu içeriyor.)

 Aynı şeyleri yaparak, farklı sonuçlar beklemekse, en hafif deyimiyle saflıktır. Dolayısıyla kendisini yakın hissettiği partinin veya siyasal yönetimin, listesiyle, programıyla, hedefleriyle tutarlı olmasını beklemek seçmenin sandık öncesi hakkı ve görevidir.

 Sandıkta kerhen oy vermek veya “elim kırılaydı” demek ise, işlevsiz bir savunma mekanizmasıdır.. Hele ki, aklına yatmayan tercihler yaptıktan sonra “eleştiri getirmek” yararsız bir tutumdur…

 Benzeri yanılgıları alışkanlık haline getirenlere “iş işten geçtikten sonra” söylenecek tek şey: “ey roza kızma horoza” olsa gerekir!

 Seçimde “sistem” de oylanacak dedik…

Ancak sistem ne olursa olsun onu işler hale getiren çarklarda bozukluk vardır, dolayısıyla, her sonuçta bu bozuk parçaların değişimi gerekir…

 Örneğin, “yüksek oy barajları”, “adaylık önerisinde e-devleti kullanamamak”, yanı sıra partilere Hazine katkısı ve siyasetin finansmanının saydam olmaması

 Bunları aşmalı, yasasıyla, yapısıyla parti siyasetini saydamlaştırmalı ve seçim sistemini demokratikleştirmeliyiz.

 O arada, siyaset, sırf “popüler” diye, sırf daha önce çeşitli “unvanlar” taşımış diye, vitrin mankenleriyle ve kanı donmuş kokteyl kuşları ile yapılmaz.

 Siyaset, emeği ile alın-teri ile halkına adanmış, ulusal değerleri benimsemiş, halkına güvenen ve güven veren kadın-erkek yiğitler ile yapılır

(Yani temsilcilerin “atanması” pardon “seçimi” önemlidir…)

 Bu bağlamda, liyakat, emek, söz-verim, sadakat ve halktan olmak asl’olandır ve halk bunu hemen anlar...

İşte bu gerçekler, tüm anket şirketleri ve danışmanlık hizmetleri ile medya bülbüllerinden daha ağırlıklı olarak belirleyici olacaktır…

 Evet Türkiye daha nice seçimler görecektir…

Her zaman ifade ettiğim gibi; seçmenin bilinçli davranması, siyasetin saydam olması açısından özgür basın yaşamsal önemdedir. Her şeyden öte, eşit, hakça, güven içinde bir seçim için yine basınımıza büyük görevler düşmektedir…

 Son olarak: bir bireyi olmaktan onur duyduğum cefakar halkımızdan dileğim şudur: Uğur Mumcu'lar gibi, Hasan Tahsin'ler ve daha niceleri gibi, gerçekten yurtsever ve namuslu gazetecilere sahip çıkınız… Çünkü onların Tanrı'dan ve sizden başka dayanakları yoktur!

Tüm yazılarını göster