Bandı siyah beyaz döneme sarararak biraz geçmişte yolculuk edecek olursak; Yetmişlerin sonu seksenlerin başında ülkemizin yaşadığı krizde talep enflasyonu mevcut iken, bugün yaşadığımız krizde ise maliyet enflasyonu hâkim.
Seksenli yılların başında vatandaşımızın cebinde para mevcut, alım gücü var iken ürün kıtlığı yaşanıyordu. Bakkallarda raflar boş iken metrelerce yağ, tüp, çay, şeker vs. kuyrukları oluşurdu. Halkımızın bir kısmı temel gıda maddelerini zar zor bulur, yüksek bir kısmı bulamazdı. Muz bile lüks tüketimden sayılır, her eve giremez, herkes yiyemezdi.
Şu günleri ele alacak olursak raflar üstümüze yıkılacak şekilde mal dolu. Halkımız önünde ürünler metrelerce kuyruk oluşturmuş olsa da nafile, halkımızın alım gücü olmadığı için gece gündüz yerinde nöbet tutmaktan öteye bir arpa boyu yol alamamaktadırlar.
Hal böyle iken ekonomimiz otomatik olarak felç olmuş koltuk değneği ile gezmeye çalışıyor. Her gün farklı denklemlere maruz bırakılan cebinde parası olmayan, borçla yaşayan halkımız kaderine terk edilmiştir.
Çocuk ağlamasını önleyemeyen, karın gurultusuna laf dinletemeyen ne yapacağını şaşırmış durumda olan halkımıza acilen ekonomik çözümler üretilmesi kaçınılmaz bir başlık oluşturmuştur. Bundan dolayı gündemi saptırmadan, dümeni farklı yönlere kırmadan kötü gidişata son verecek, ekonomimizi koltuk değneğinden kurtaracak çareler ve çözümler üretmek için kırmızı bülten çıkarılması şarttır.
Vaziyet perişan durumda iken ülkemizi yöneten irade, kötü durumdaki ekonomiyi kolayı seçip sorunu masaya yatırarak çözmek yerine makyajlayarak düzeltmeye çalışınca ağır sonuçları piyasaya yansımış, halkımız da bunun altında ezilmiştir.
Normal şartlarda ülkemiz “baba devlet” anlayışı ile yönetilmelidir. Bırakın normal şartları yaşadığımız, ortada görünen büyük bir ekonomik buhran söz konusu olmasına rağmen “baba devlet” anlayışı ile ülkemizi yönetmeyen zihniyetin tüccar felsefesi ile halkımızı bir müşteri gibi görerek yönetmesi, vaziyeti bu duruma getirmiştir.
Kaseti biraz geriye saracak olursak faizle iki zıt kutup anlayışı ile iktidara gelen ama faize sarılan bir anlayışı ön vagonu yapan zihniyet, ülkemizi dalgalı ve çamurlu sularda nereye gittiği belli olmayan bir şekilde alabora olmak üzere olan bir gemiye çevirmiştir.
Düşünün bir ülkede politika faizi(Merkez Bankasının bankalara para verirken belirlediği faiz oranı) yüzde30…
Bankalar halkımıza para satarken ortalama;
Ticari kredi faizi yüzde 40-45’lerde iken, hazine kredi borçlanma faizi yüzde 25’lerde seyrederken, şahsi kredi faiz oranı yüzde 25-30’larda seyrediyor.
Yani Türkçesi; halkımız kendi parası olan Merkez Bankasının parası ulaşıncaya kadar yüzde 40 – 45’lere varan faiz oranına maruz bırakılmıştır. Ekonomimiz dibe vurdurulmuş, halk perişan hale sürüklenmiş iken, ülkemizin faiz tablosu da bu vaziyet aldırılmış, vatandaş dev çarklı silindirlerin altına acımasızca atılmıştır.
Madalyonun bir yüzüne bakacak olursak ticari krediyi çok yüksek faizle alan tüccarlar ürettiği mamule bu faiz oranını yansıtmak zorunda bırakılıyor. Bu durumda ezilende otomatikman halkımız olmaktadır.
Madalyonun diğer yüzünde ise şahsi krediyi borç kapatmak veya acil bir ihtiyacı karşılamak için fahiş oranda almak zorunda bırakılan halkımız, şahsi ihtiyaçlarını unutarak temel gıda maddelerinden, çocuğunun ihtiyacından bile kesmek zorunda kalarak kıt kanaat sıkıntılı bir hayat sürüyor.
İşin tuhaf olan tarafı ise; Merkez Bankasından fahiş faizle çıkan para ile alınan kredilerin halkımızı borçlandırıp, faiz yükü altında ezen bu paranın, bankaya oradan da tekrar Merkez Bankasına dönmesidir.
Zaten devletimiz senyoraj hakkı ile darphanede bastığı üzerinde rakam yazan banknotlardan para kazanmaktadır. Bundan dolayı kardeşlik bağlarının güçlenmesi, huzur ve refah içinde yaşamamız için faizden(nema) illetinden ebediyen kurtulmamız gerekir. Bu da ülkemizi yöneten iradenin elindedir.
Buradan hareketle bir aile yönetiminde, bir ülke yönetiminde her daim içe dönük bir yönetim anlayışını şiar edinmek halkımızın birliği ve devletimizin bütünlüğü açısından çok önemlidir. Ülkemizde ilk çıkar ve menfaati düşünülecek kişiler bu ülkenin öz evlatlarıdır. Vatandaşımız aç iken göçmenlere para dağıtmak, daha elverişli bir hayat sürdürmeye çalışmak, ülkeyi kutuplaştırmadan öteye götürmez. Biran önce başta ekonomik olmak üzere siyasi ve sosyal alanda da içe dönük bir yönetim anlayışı ile hareket etmemiz gerekir.
Ekonomimiz dibe vurmuş, siyasi olarak çöküntü had safhaya ulaşmış, sosyal olarak bitme noktasına getirilmiş, gençlik ümidini kesmiş, çiftçi, memur, işçi, emekli perişan vaziyete düşürülmüş, halkımızın yüzde 95’i borçla yaşamak zorunda bırakılmıştır.
Borçlu olan bir milletin cebinde parası olmaz. Ülkemizde de dolaşımda olan bir paranın olduğu aşikârdır. Mantıken Milletin cebinde parası yok. 85 milyonun yüzde 95’i de borçlu ise bu para nerede!
Ez cümle felç edilen ekonomimizi koltuk değneğinden kurtaracak “Milli Ekonomi Modeli”nin sahibi Bağımsız Türkiye Partisi kadrolarıdır.
">
Bandı siyah beyaz döneme sarararak biraz geçmişte yolculuk edecek olursak; Yetmişlerin sonu seksenlerin başında ülkemizin yaşadığı krizde talep enflasyonu mevcut iken, bugün yaşadığımız krizde ise maliyet enflasyonu hâkim.
Seksenli yılların başında vatandaşımızın cebinde para mevcut, alım gücü var iken ürün kıtlığı yaşanıyordu. Bakkallarda raflar boş iken metrelerce yağ, tüp, çay, şeker vs. kuyrukları oluşurdu. Halkımızın bir kısmı temel gıda maddelerini zar zor bulur, yüksek bir kısmı bulamazdı. Muz bile lüks tüketimden sayılır, her eve giremez, herkes yiyemezdi.
Şu günleri ele alacak olursak raflar üstümüze yıkılacak şekilde mal dolu. Halkımız önünde ürünler metrelerce kuyruk oluşturmuş olsa da nafile, halkımızın alım gücü olmadığı için gece gündüz yerinde nöbet tutmaktan öteye bir arpa boyu yol alamamaktadırlar.
Hal böyle iken ekonomimiz otomatik olarak felç olmuş koltuk değneği ile gezmeye çalışıyor. Her gün farklı denklemlere maruz bırakılan cebinde parası olmayan, borçla yaşayan halkımız kaderine terk edilmiştir.
Çocuk ağlamasını önleyemeyen, karın gurultusuna laf dinletemeyen ne yapacağını şaşırmış durumda olan halkımıza acilen ekonomik çözümler üretilmesi kaçınılmaz bir başlık oluşturmuştur. Bundan dolayı gündemi saptırmadan, dümeni farklı yönlere kırmadan kötü gidişata son verecek, ekonomimizi koltuk değneğinden kurtaracak çareler ve çözümler üretmek için kırmızı bülten çıkarılması şarttır.
Vaziyet perişan durumda iken ülkemizi yöneten irade, kötü durumdaki ekonomiyi kolayı seçip sorunu masaya yatırarak çözmek yerine makyajlayarak düzeltmeye çalışınca ağır sonuçları piyasaya yansımış, halkımız da bunun altında ezilmiştir.
Normal şartlarda ülkemiz “baba devlet” anlayışı ile yönetilmelidir. Bırakın normal şartları yaşadığımız, ortada görünen büyük bir ekonomik buhran söz konusu olmasına rağmen “baba devlet” anlayışı ile ülkemizi yönetmeyen zihniyetin tüccar felsefesi ile halkımızı bir müşteri gibi görerek yönetmesi, vaziyeti bu duruma getirmiştir.
Kaseti biraz geriye saracak olursak faizle iki zıt kutup anlayışı ile iktidara gelen ama faize sarılan bir anlayışı ön vagonu yapan zihniyet, ülkemizi dalgalı ve çamurlu sularda nereye gittiği belli olmayan bir şekilde alabora olmak üzere olan bir gemiye çevirmiştir.
Düşünün bir ülkede politika faizi(Merkez Bankasının bankalara para verirken belirlediği faiz oranı) yüzde30…
Bankalar halkımıza para satarken ortalama;
Ticari kredi faizi yüzde 40-45’lerde iken, hazine kredi borçlanma faizi yüzde 25’lerde seyrederken, şahsi kredi faiz oranı yüzde 25-30’larda seyrediyor.
Yani Türkçesi; halkımız kendi parası olan Merkez Bankasının parası ulaşıncaya kadar yüzde 40 – 45’lere varan faiz oranına maruz bırakılmıştır. Ekonomimiz dibe vurdurulmuş, halk perişan hale sürüklenmiş iken, ülkemizin faiz tablosu da bu vaziyet aldırılmış, vatandaş dev çarklı silindirlerin altına acımasızca atılmıştır.
Madalyonun bir yüzüne bakacak olursak ticari krediyi çok yüksek faizle alan tüccarlar ürettiği mamule bu faiz oranını yansıtmak zorunda bırakılıyor. Bu durumda ezilende otomatikman halkımız olmaktadır.
Madalyonun diğer yüzünde ise şahsi krediyi borç kapatmak veya acil bir ihtiyacı karşılamak için fahiş oranda almak zorunda bırakılan halkımız, şahsi ihtiyaçlarını unutarak temel gıda maddelerinden, çocuğunun ihtiyacından bile kesmek zorunda kalarak kıt kanaat sıkıntılı bir hayat sürüyor.
İşin tuhaf olan tarafı ise; Merkez Bankasından fahiş faizle çıkan para ile alınan kredilerin halkımızı borçlandırıp, faiz yükü altında ezen bu paranın, bankaya oradan da tekrar Merkez Bankasına dönmesidir.
Zaten devletimiz senyoraj hakkı ile darphanede bastığı üzerinde rakam yazan banknotlardan para kazanmaktadır. Bundan dolayı kardeşlik bağlarının güçlenmesi, huzur ve refah içinde yaşamamız için faizden(nema) illetinden ebediyen kurtulmamız gerekir. Bu da ülkemizi yöneten iradenin elindedir.
Buradan hareketle bir aile yönetiminde, bir ülke yönetiminde her daim içe dönük bir yönetim anlayışını şiar edinmek halkımızın birliği ve devletimizin bütünlüğü açısından çok önemlidir. Ülkemizde ilk çıkar ve menfaati düşünülecek kişiler bu ülkenin öz evlatlarıdır. Vatandaşımız aç iken göçmenlere para dağıtmak, daha elverişli bir hayat sürdürmeye çalışmak, ülkeyi kutuplaştırmadan öteye götürmez. Biran önce başta ekonomik olmak üzere siyasi ve sosyal alanda da içe dönük bir yönetim anlayışı ile hareket etmemiz gerekir.
Ekonomimiz dibe vurmuş, siyasi olarak çöküntü had safhaya ulaşmış, sosyal olarak bitme noktasına getirilmiş, gençlik ümidini kesmiş, çiftçi, memur, işçi, emekli perişan vaziyete düşürülmüş, halkımızın yüzde 95’i borçla yaşamak zorunda bırakılmıştır.
Borçlu olan bir milletin cebinde parası olmaz. Ülkemizde de dolaşımda olan bir paranın olduğu aşikârdır. Mantıken Milletin cebinde parası yok. 85 milyonun yüzde 95’i de borçlu ise bu para nerede!
Ez cümle felç edilen ekonomimizi koltuk değneğinden kurtaracak “Milli Ekonomi Modeli”nin sahibi Bağımsız Türkiye Partisi kadrolarıdır.