Eğitimdeki rezalet

Haber3.com yazarı Koray Yücel yazdı: Eğitimdeki rezalet

Koray Yücel yucel.koray@gmail.com

Şimdilerde hemen herkesin eğitimin geldiği noktaya dikkat çektiği ve şikayet ettiğini görüyoruz. Okullarımızın durumu gündemin ilk sıralarını alıyor şu sıra.

Gerçekten de ilk sıraları almayacak gibi değil.

Okulların durumunu sadece yakın çevremizdeki öğretmelerin ağzından değil, aynı zamanda çeşitli yaş gruplarından çocukları devlet okullarında okuyan dostlarımızdan ve onların çocuklarından, yani birinci ağızdan dinliyoruz.

Dinlediklerimizi rezalet diye tarif etmek inanın yeterli değil.

Rezalet ötesi bir durum yaşanıyor okullarda.

Okul koridorları sidik kokusundan geçilmiyor.

Özellikle küçük kız çocukları, tuvaletler leş gibi olduğundan tuvaletleri kullanamıyorlar, ya altlarına yapıyorlar, ya da yakın bir gelecekte böbrek yetmezliği hastalarında bir patlama yaşanacak, veya bu mikrobik ortamda salgın hastalıklar baş gösterecek. Böyle bir tehlike sadece çocukları değil toplum sağlığını da tehdit edecek.

Anlayacağınız, sadece konu eğitim değil, çocuklarımızın sağlığına da kastediliyor.

Ne yapılmaya çalışılıyor? Gerçekten anlamak mümkün değil.

İtibardan tasarruf edilmez anlayışı ile yönetilen bu ülkede, onların eğitim kalitesini düşürüp cahil bırakarak yönetmenin bir strateji olduğunu anladık.

Zaten densiz bir rektörün “ben bu ülkede eğitimsiz insanların ferasetine güveniyorum” ifadesinden de açıkça görüyoruz bu durumu.

Anlamadığım şu!

Okullarda hijyen sorununun bu noktalara gelmesini sağlayarak, çocuklarımızın, yani geleceğimizin sağlığını umursamamak, hatta bozmak nasıl bir kafanın üretimidir.

Sayın milli eğitim Bakanı;

Ne yapmaya çalışıyorsunuz.

Zaten ülke güvenliği için nüfustaki doğurganlık hızı en az 2.8 olması gerekirken doğurganlık hızımız 1.3’e düşmüş. Millet ne evlenebiliyor ne de çocuk yapabiliyor. Niyetiniz geleceğimizi yok ederek soykırım yapmak mı?

Nedir niyetiniz?

Siz yarattığınız ahırlara ne zaman okul demekten vaz geçeceksiniz?

Devletin size tahsis ettiği konforlu dairelerinizde, kendi hijyeninizi sağlamak için maaşlı insanlar çalıştırmayı biliyorsunuz, ve hatta gerektiğinden daha fazla insan istihdam ediyorsunuz, çaycılarınızı söylemiyorum bile. Sıra okullara geldiğinde mi tasarruf aklınıza geliyor.

Siz çocuklarımızdan, geleceğimizden daha mı değerlisiniz?

Bu ne utanmazlıktır. Bu nu fütursuzluktur yahu.

Sayın cumhurbaşkanı

Siz bu rezalete ne zaman müdahale edeceksiniz?

Değerli okurlarım,

Eğitim yoksa esaret var, kölelik var. Eğitim yoksa, gelecek yok…..

Bir cumhuriyetin kurulduğu yıllarda ki eğitim vizyonuna bakın, bir de şimdi geldiğimiz noktaya bakın.

Bir tarafta köylerden araştıran meraklı çocukları toplayıp, köylerine yakın bir merkeze getirip, yatılı bir eğitim verip, bu çocukları üstün nitelikli öğretmenler ile eğitip, donatıp memleketlerine, köylerindeki çocukları eğitmeleri için yollayan, sonra burada yetişen öğretmenler ile de köy çocuklarını donatan, onlara vatandaşlık bilinci kazandıran köy enstitüleri.

Üstelik bu çocuklar sadece tarih, coğrafya, matamatik, fizik öğrenmiyorlardı bu okullarda. Aynı zamanda tarım nasıl yapılır, verim nasıl artırılır, koruyucu sağlık nedir, aşı nasıl yapılır, serum nasıl takılır, bal nasıl üretilir, hayvancılık nasıl yapılır, hayvan sağlığı nasıl korunur, yani hayat pratiği içinde bize gerekli bilgilerle de donatılıyordu. Ve bu bilgileri memleketin kılcal damarlarına taşıyorlardı.

Diğer tarafta, cehaletten beslenen, “ben cahillerin ferasetine güveniyorum” diyen anlayış. Demokrasiyi sağından solundan çekiştirerek, manuple ederek, milletimizi teslim alan anlayış.

Nereden nereye.

Kayınpaderim, hasanoğlan köy enstitüsünden mezun bir emekli öğretmen. Şu anda 88 yaşında ama halen kendi için ailesi ve dostları için arı bakıyor ve bal üretiyor. Memleket o ve onun gibi milli bilinci gelişmiş insanların varlığı ile ayakta duruyor sanırım.

Yani hala bir umut var.

Köy enstitülerini yeniden, çağın koşulları da gözetilerek canlandırmalı dediğimde,

“köy mü kaldı ki” diye vizyonsuz bir yanıtla karşılaştığım da oluyor zaman zaman.

Oysa benim söylediğim, bu anlayışı bu vizyonu yeniden hayata geçirmek.

Köylerde yaşayanların toplam nüfusa oranı bir zamanlar %65’ler civarındaydı bir başka değişle nüfusun yarıdan fazlası köylerde yaşıyordu. 2020 yılı verilerine göre bu oran %7’lere düşmüş durumda. Bu söz konusu %7 ise genç nüfus değil, üretim kabiliyeti olmayan yaşlı nüfus.

Siz niye et yiyemiyorsunuz ya da, avrupalıdan daha pahalı yiyorsunuz, ya da domatesi 40 liradan maydanozu 20 liradan yediğinizi zannediyorsunuz.

Çünkü köylerde artık üretim yok. Köylü artık yoğurdu bile bakkaldan alıyor.

Köylerde zaten genç yok, has bel kader ocak tütsün diye bekleyenler ise hükümet tarafından maaşa bağlanmış gününü köyün kahvesinde pişpirik oynayarak geçiriyor. Arazilerini ne ekiyor ne de ektiriyor.

Hiç şüphe yok ki, köylere yeniden hayat kazandırmak tersine göçü başlatıp şehirleri tekrar yaşanır hale getirmek uygulanması gereken ayrı bir proje.

Siz bu kadar kalabalık şehirlerde yaşamaktan memnun musunuz?

Ben Araştırma verilerine baktığımda büyük çoğunluğun memnun olmadığını görüyorum.

Çoğunuz köye dönmeyi özlüyorsunuz, istiyorsunuz ama dönemiyorsunuz .

Çünkü ya dönecek bir köyünüz kalmamış ya da dönecek imkanınız ve mecaliniz kalmamış.

Bu durum tesadüfi değil, hükümetin izlediği bilinçli bir politikanın neticesi.

Yani faiz sebep enflasyon netice deniyor ya

O işin aslı o değil.

Üretmemek sebep enflasyon sonuç.

Bir başka deyişle, yapıp satmak yerine alıp satmayı tercih ederseniz, enflasyon canavarı ile yüzleşmeniz kaçınılmaz olur.

Bir ülkenin namusudur bağımsızlık.

Eh… Üretmeyen toplum doğal olarak ihtiyaçlarını dışarıdan para ödeyerek karşılar.

Öyle ya! üretmediğine göre ihtiyaçlarını karşılamak için dışarıdan aldıklarının parasını neyle ödeyecek?

Tabi ki varlıklarını satarak ödeyecek.

Peki, satacak bir şey kalmayınca ne satacak?

Elbette sıra bağımsızlığına gelecek.

Eh o zamanda hudut namustur diye ortaya çıkarsan kimse seni ciddiye almaz. 

Sonuç olarak bu gidiş, gidiş değil,

85 milyon yolcunun olduğu otobüsteyiz. Şöför bayılmış, otobüs uçuruma doğru süratlenerek gidiyor.

Yolcuların bir kısmının basireti bağlanmış seyrediyor, bir kısmı otobüsü durdurmaya çalışıyor, bir kısmı şoförü uyandırmaya çalışıyor. Ama büyük çoğunluğu hala uyuyor, durumun henüz farkında değiller.

Yani “bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete”.

Toplumun ya çocuğu ile ya torunu ile %85 i eğitimdeki bu fiziki şartların olumsuzluğundan haberdar, doğrudan etkileniyor ve endişeleniyor.

Ama atalarımızın bir sözü var ya “bir musibet bin nasihatten iyidir” derler, meselenin iyi tarafı bu, hiç değilse bir kısım vatandaşımızın derin uykusundan uyanmasına vesile olması.

">

Şimdilerde hemen herkesin eğitimin geldiği noktaya dikkat çektiği ve şikayet ettiğini görüyoruz. Okullarımızın durumu gündemin ilk sıralarını alıyor şu sıra.

Gerçekten de ilk sıraları almayacak gibi değil.

Okulların durumunu sadece yakın çevremizdeki öğretmelerin ağzından değil, aynı zamanda çeşitli yaş gruplarından çocukları devlet okullarında okuyan dostlarımızdan ve onların çocuklarından, yani birinci ağızdan dinliyoruz.

Dinlediklerimizi rezalet diye tarif etmek inanın yeterli değil.

Rezalet ötesi bir durum yaşanıyor okullarda.

Okul koridorları sidik kokusundan geçilmiyor.

Özellikle küçük kız çocukları, tuvaletler leş gibi olduğundan tuvaletleri kullanamıyorlar, ya altlarına yapıyorlar, ya da yakın bir gelecekte böbrek yetmezliği hastalarında bir patlama yaşanacak, veya bu mikrobik ortamda salgın hastalıklar baş gösterecek. Böyle bir tehlike sadece çocukları değil toplum sağlığını da tehdit edecek.

Anlayacağınız, sadece konu eğitim değil, çocuklarımızın sağlığına da kastediliyor.

Ne yapılmaya çalışılıyor? Gerçekten anlamak mümkün değil.

İtibardan tasarruf edilmez anlayışı ile yönetilen bu ülkede, onların eğitim kalitesini düşürüp cahil bırakarak yönetmenin bir strateji olduğunu anladık.

Zaten densiz bir rektörün “ben bu ülkede eğitimsiz insanların ferasetine güveniyorum” ifadesinden de açıkça görüyoruz bu durumu.

Anlamadığım şu!

Okullarda hijyen sorununun bu noktalara gelmesini sağlayarak, çocuklarımızın, yani geleceğimizin sağlığını umursamamak, hatta bozmak nasıl bir kafanın üretimidir.

Sayın milli eğitim Bakanı;

Ne yapmaya çalışıyorsunuz.

Zaten ülke güvenliği için nüfustaki doğurganlık hızı en az 2.8 olması gerekirken doğurganlık hızımız 1.3’e düşmüş. Millet ne evlenebiliyor ne de çocuk yapabiliyor. Niyetiniz geleceğimizi yok ederek soykırım yapmak mı?

Nedir niyetiniz?

Siz yarattığınız ahırlara ne zaman okul demekten vaz geçeceksiniz?

Devletin size tahsis ettiği konforlu dairelerinizde, kendi hijyeninizi sağlamak için maaşlı insanlar çalıştırmayı biliyorsunuz, ve hatta gerektiğinden daha fazla insan istihdam ediyorsunuz, çaycılarınızı söylemiyorum bile. Sıra okullara geldiğinde mi tasarruf aklınıza geliyor.

Siz çocuklarımızdan, geleceğimizden daha mı değerlisiniz?

Bu ne utanmazlıktır. Bu nu fütursuzluktur yahu.

Sayın cumhurbaşkanı

Siz bu rezalete ne zaman müdahale edeceksiniz?

Değerli okurlarım,

Eğitim yoksa esaret var, kölelik var. Eğitim yoksa, gelecek yok…..

Bir cumhuriyetin kurulduğu yıllarda ki eğitim vizyonuna bakın, bir de şimdi geldiğimiz noktaya bakın.

Bir tarafta köylerden araştıran meraklı çocukları toplayıp, köylerine yakın bir merkeze getirip, yatılı bir eğitim verip, bu çocukları üstün nitelikli öğretmenler ile eğitip, donatıp memleketlerine, köylerindeki çocukları eğitmeleri için yollayan, sonra burada yetişen öğretmenler ile de köy çocuklarını donatan, onlara vatandaşlık bilinci kazandıran köy enstitüleri.

Üstelik bu çocuklar sadece tarih, coğrafya, matamatik, fizik öğrenmiyorlardı bu okullarda. Aynı zamanda tarım nasıl yapılır, verim nasıl artırılır, koruyucu sağlık nedir, aşı nasıl yapılır, serum nasıl takılır, bal nasıl üretilir, hayvancılık nasıl yapılır, hayvan sağlığı nasıl korunur, yani hayat pratiği içinde bize gerekli bilgilerle de donatılıyordu. Ve bu bilgileri memleketin kılcal damarlarına taşıyorlardı.

Diğer tarafta, cehaletten beslenen, “ben cahillerin ferasetine güveniyorum” diyen anlayış. Demokrasiyi sağından solundan çekiştirerek, manuple ederek, milletimizi teslim alan anlayış.

Nereden nereye.

Kayınpaderim, hasanoğlan köy enstitüsünden mezun bir emekli öğretmen. Şu anda 88 yaşında ama halen kendi için ailesi ve dostları için arı bakıyor ve bal üretiyor. Memleket o ve onun gibi milli bilinci gelişmiş insanların varlığı ile ayakta duruyor sanırım.

Yani hala bir umut var.

Köy enstitülerini yeniden, çağın koşulları da gözetilerek canlandırmalı dediğimde,

“köy mü kaldı ki” diye vizyonsuz bir yanıtla karşılaştığım da oluyor zaman zaman.

Oysa benim söylediğim, bu anlayışı bu vizyonu yeniden hayata geçirmek.

Köylerde yaşayanların toplam nüfusa oranı bir zamanlar %65’ler civarındaydı bir başka değişle nüfusun yarıdan fazlası köylerde yaşıyordu. 2020 yılı verilerine göre bu oran %7’lere düşmüş durumda. Bu söz konusu %7 ise genç nüfus değil, üretim kabiliyeti olmayan yaşlı nüfus.

Siz niye et yiyemiyorsunuz ya da, avrupalıdan daha pahalı yiyorsunuz, ya da domatesi 40 liradan maydanozu 20 liradan yediğinizi zannediyorsunuz.

Çünkü köylerde artık üretim yok. Köylü artık yoğurdu bile bakkaldan alıyor.

Köylerde zaten genç yok, has bel kader ocak tütsün diye bekleyenler ise hükümet tarafından maaşa bağlanmış gününü köyün kahvesinde pişpirik oynayarak geçiriyor. Arazilerini ne ekiyor ne de ektiriyor.

Hiç şüphe yok ki, köylere yeniden hayat kazandırmak tersine göçü başlatıp şehirleri tekrar yaşanır hale getirmek uygulanması gereken ayrı bir proje.

Siz bu kadar kalabalık şehirlerde yaşamaktan memnun musunuz?

Ben Araştırma verilerine baktığımda büyük çoğunluğun memnun olmadığını görüyorum.

Çoğunuz köye dönmeyi özlüyorsunuz, istiyorsunuz ama dönemiyorsunuz .

Çünkü ya dönecek bir köyünüz kalmamış ya da dönecek imkanınız ve mecaliniz kalmamış.

Bu durum tesadüfi değil, hükümetin izlediği bilinçli bir politikanın neticesi.

Yani faiz sebep enflasyon netice deniyor ya

O işin aslı o değil.

Üretmemek sebep enflasyon sonuç.

Bir başka deyişle, yapıp satmak yerine alıp satmayı tercih ederseniz, enflasyon canavarı ile yüzleşmeniz kaçınılmaz olur.

Bir ülkenin namusudur bağımsızlık.

Eh… Üretmeyen toplum doğal olarak ihtiyaçlarını dışarıdan para ödeyerek karşılar.

Öyle ya! üretmediğine göre ihtiyaçlarını karşılamak için dışarıdan aldıklarının parasını neyle ödeyecek?

Tabi ki varlıklarını satarak ödeyecek.

Peki, satacak bir şey kalmayınca ne satacak?

Elbette sıra bağımsızlığına gelecek.

Eh o zamanda hudut namustur diye ortaya çıkarsan kimse seni ciddiye almaz. 

Sonuç olarak bu gidiş, gidiş değil,

85 milyon yolcunun olduğu otobüsteyiz. Şöför bayılmış, otobüs uçuruma doğru süratlenerek gidiyor.

Yolcuların bir kısmının basireti bağlanmış seyrediyor, bir kısmı otobüsü durdurmaya çalışıyor, bir kısmı şoförü uyandırmaya çalışıyor. Ama büyük çoğunluğu hala uyuyor, durumun henüz farkında değiller.

Yani “bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete”.

Toplumun ya çocuğu ile ya torunu ile %85 i eğitimdeki bu fiziki şartların olumsuzluğundan haberdar, doğrudan etkileniyor ve endişeleniyor.

Ama atalarımızın bir sözü var ya “bir musibet bin nasihatten iyidir” derler, meselenin iyi tarafı bu, hiç değilse bir kısım vatandaşımızın derin uykusundan uyanmasına vesile olması.

Tüm yazılarını göster