Memleket erken seçim havasına girince...
Hadise çabuk unutuldu, gündemden düştü, buharlaştı!
Oysaki Aydın Doğan’ın Hürriyet başta olmak üzere medya grubunu devir yoluyla satmış olması, Türk siyaset tarihi açısından son derece önemli bir dönüm noktasıdır.
'Siyaset tarihi' diyorum, çünkü ana akım medya, Türkiye gibi kısır döngü ülkelerde gırtlağına kadar siyasete batmış bir olgudur.
Bu noktada...
Medyadan çekilen Aydın Doğan, ne ilk satıp çıkandır, ne de son olacaktır!
Emektar gazeteciler: "Son kale de gitti, niye kaçtı, niye sattı, oldu mu şimdi?" diyerek serzenişlerini dile getiriyorlar.
Ama...
Siz bakmayın onların sızlanmalarına-ki son 50 yıl içinde medya patronlarının akıbetini ya hiç incelememişler ya da hatırlamak işlerine gelmiyor!-
Tercüman'dan başlayalım...
Demirel-Ecevit kavgasını ve ‘Kaybet-Kaybet’ kuru inatlaşmasını hatırlatmakta fayda var!
Bu kavgada Demirel cephesinin sözcüsü/amigosu Tercüman Gazetesi üzerinden Kemal Ilıcak olmuştur.
Demirel’in Başbakan olduğu dönemlerde; Kemal Ilıcak Türkiye'nin bir numaralı ‘Power-Broker’- ‘Nüfuz Ticareti’ toptancısıdır.
Öyle ki, kabinenin oluşumunda bile son derece etkilidir.
12 Eylül’le devam edelim...
Parlamento içi çözümler kifayetsiz kalınca...
Askeri müdahaleye giden yolun taşlarını döşeyen bir numaralı usta Hürriyet Gazetesi'dir.
O dönemin Türkiye'si küçük ama birbirinden önemli sosyal deneylere sahne olurken bir Fatsa olayı yaşanmıştır.
Bu küçük ilçede halkın seçtiği komünist belediye başkanı Terzi Fikri, halk desteğiyle bir takım icraatlar yapmaktadır.
Dönemin Hürriyet Başyazarı (Daha sonra CHP milletvekili) Oktay Ekşi, "Fatsa’dan Ders Almalı" başlıklı köşe yazısıyla, Fatsa’ya askeri müdahale için bir nevi davetiye çıkarır.
Hürriyet, Fatsa’yı hedef gösterirken...
Aynı tarihlerde Çorum’da yaşanan Alevi katliamı sonrası, sırnaşık siyasetin demagoji ustası Demirel, "Çorum'u Bırakın Fatsa’ya bakın" söylemiyle gazetecilerin karşısında sırıtıyordu.
12 Temmuz’da General Kenan Evren’in bizzat yönettiği askeri birlikler Terzi Fikret’i tutukluyor ve Fatsa’da 12 Eylül’ün adeta provası yapılıyordu.
CIA’den yeşil ışıklı darbecilerin en büyük sözcülüğünü/amigoluğunu Hürriyet Gazetesi yapıyordu.
Hürriyet, tıpkı 27 Mayıs darbesini desteklediği gibi; 12 Eylül’de de sapına kadar askerlerin yanında yer alıyor ve attığı manşetler ile generallere ilave apoletler takıyordu.
Gelelim Özal döneminin medyasına...
Turgut Özal, İstanbul Dükalığı ve o dönem Türkiye'de De facto iktidar olan medyanın gücünün farkında olan bir liderdi.
Bunun içindir ki, ilk yaptığı işlerden birisi, ana akım medyanın devletten en büyük haraç tahsilatı olan gazete kağıdına yapılan destek ve teşvikini kaldırmak oldu.
Bu girişim, Hürriyet başta olmak üzere İzmir’den İstanbul'a medya dünyasında soğuk duş etkisi yarattı.
Özellikle de Dinç Bilgin’in Sabah Grubunu çılgına çevirmişti.
Her iki grup da doğal olarak Özal'ın azılı muhalifi olmuşlardı.
Bu arada...
Tercüman'ın düşüşü de ilginç hal almıştı.
Kemal Ilıcak’ın eşi Nazlı Ilıcak, aşırı Özal muhalifi olmakla birlikte Tercüman’nın batışını hızlandırmıştı.
Turgut Bey (aradaki husumete rağmen) Kemal Ilıcak’a yardımsever yaklaşmış ve Ilıcak’ın düze çıkması için de beni görevlendirmişti.
Türk siyasi tarihine Demirel’in "Verdimse ben verdim" deyimiyle geçen İlksan arsası skandalı, Kemal Ilcak’ın can simidi olarak önce bana getirdiği 'iş'ti.
Kemal Ağabey’in tüm hoşsohbet ve güngörmüşlüğüne rağmen kedisine yardımcı olamamıştık. Çünkü parasal açık çok büyüktü ve İlksan’dan beklentisi kendisini kurtarmıyordu.
Demirel dönemiyle devam...
O yıllarda Kemal Ilıcak gibi zor durumda olan başka bir iş adamı Cavit Çağlar'dı.
Varını yoğunu ortaya koyan Çağlar, Tahtakale üzerinden Demirel’in siyasi kampanyasını finanse etmişti.
Süleyman Demirel de başbakan olunca...
Cavit Çağlar’ı Kamu Bankalarından Sorumlu Bakan yaptı.
Görünürde ‘Çoban Sülü’ ve halk adamı olsa da...
İç yüzünde İstanbul sermayesi ve medyasına yakinen bağlı olan Demirel’in imzaladığı ilk kararname nedir biliyor musunuz?
Evet, doğru tahmin ettiniz!
Medyaya kağıt-mürekkep teşviki ve gümrük indirimi!..
Hürriyet’in sahibi Erol Simavi, gazetesini İsviçre’den yönetme zorluğu çektiği için genel yayın yönetmenlerine teslim olmuş, Sabah gazetesi sahibi Dinç Bilgin de Çağlar’la beraber Etibank’ın sahibi olmuştu.
Devri Süleyman bitince...
Etibank’dan 600 milyon dolar buharlaştı, Dinç Bilgin mapushaneye düştü ve Sabah Grubunu da kaybetti.
İstanbul cemiyet hayatının içinden gelen Simavi-Koç husumetinin finalinde...
Yani yıllar sonra Simavilere ait Milliyet Gazetesi, Koç Otomotiv Grubu'nun Sirkeci bayii Aydın Doğan’a satılmıştı.
Ve böylelikle Dükalığın içindeki sosyal etkileşim farklı bir platforma çekilmişti.
Demirel, Aydın Doğan için ‘lastikçi’ küçümsemesini telaffuz ederken...
Milliyet üzerinden Aydın Doğan Türk medyasına ağırlığını koyacak ve Türkiye’nin bir numaralı ‘Power Broker’ı olarak en büyük ‘Nüfuz Toptacısı’ olacaktı.
Aydın Bey'i yakından tanıma fırsatım oldu. Son derece efendi, Anadolu esnafı bir insandı. Hiç unutmam bir gün Ankara’dan İstanbul'a dönüyoruz, yan yana oturuyoruz, bana uçmaktan çok korktuğunu söyleyerek kalkıştan önce dua etmişti.
Böylesine naif bir insan (Simavilerden Hürriyet'i aldıktan sonra) TV ve Radyo istasyonlarıyla beraber dev medya imparatorluğunun başına geçti
Bu noktada yayın yönetmelerinin ‘kuklası’ demeyeceğim fakat en azından etkisi altıda kalmaması mümkün değildi.
Ertuğrul Özkök’ün kendi deyimiyle ‘metro seksüel’ olarak siyasi ihtirası yoktu ama cinsel takıntılı yazılarıyla neredeyse Hürriyet’i poşete sokturacaktı.
Arkadan gelen Enis Berberoğlu gazeteci olarak siyasi ihtiraslarını ustaca gizlemesini bilmiş, Aydın Doğan’ın Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP’yi desteklemesini sağlamış, mükafat olarak da medyadan sorumlu CHP genel başkan yardımcısı olarak milletvekili seçilmişti.
Siyaset, gazetecilik ve entrika kokteyli, aç karnına içilince insanı sarhoş eder misali...
Enis Berberoğlu şimdilerde Maltepe Cezaevide.
Şimdi geldik bu günlere...
Kurt politikacı Erdoğan, 12 Mart Muhtırası, 12 Eylül Darbesi, 28 Şubat Post-Modern darbesi olarak İstanbul Dükalığının ve silahı medyasının nelere muktedir olduğunu biliyor. Medyanın içindeki oyuncuların da hin oğlu hin, şişkin egolu puşt takımı olduğunun bilincinde...
Havuz medyası derken 'tarihsel gelişimi de gözardı etmeyelim' derim.
Biliyorum yazı biraz uzun oldu ama bu konu çok su kaldırır. Bugüne kadar medya hakkında çok şey söylendi ama konuyu bir anekdotla özetlemek isterim.
Özal, Türkiye'nin kendi silahını yapması konusunda çok hassastı. F-16 imalatı bu konuda başyapıttı. Projenin görüşmeleri sırasında Özal, kayınbiraderi Mehmet Yeğinmen’i de (gizlice) elektronik aksamlarla ilgili girişimler için İsrail'e göndermişti.
Ama...
Bir sabah uyandık ve gördük ki, Mehmet Bey'in seyahati Hürriyet'e sür manşet olmuş.
Ertesi akşam Mehmet Bey’in Bağdat Caddesi'ndeki evine uğradım. ‘Ağabey ne iş?’ diye sordum.
Bana ne cevap verdi biliyor musunuz?
Harfiyen aktarıyorum: "Enginciğim Türkiye’de medyanın gerçek sahibi kimdir bilinmez"
">Memleket erken seçim havasına girince...
Hadise çabuk unutuldu, gündemden düştü, buharlaştı!
Oysaki Aydın Doğan’ın Hürriyet başta olmak üzere medya grubunu devir yoluyla satmış olması, Türk siyaset tarihi açısından son derece önemli bir dönüm noktasıdır.
'Siyaset tarihi' diyorum, çünkü ana akım medya, Türkiye gibi kısır döngü ülkelerde gırtlağına kadar siyasete batmış bir olgudur.
Bu noktada...
Medyadan çekilen Aydın Doğan, ne ilk satıp çıkandır, ne de son olacaktır!
Emektar gazeteciler: "Son kale de gitti, niye kaçtı, niye sattı, oldu mu şimdi?" diyerek serzenişlerini dile getiriyorlar.
Ama...
Siz bakmayın onların sızlanmalarına-ki son 50 yıl içinde medya patronlarının akıbetini ya hiç incelememişler ya da hatırlamak işlerine gelmiyor!-
Tercüman'dan başlayalım...
Demirel-Ecevit kavgasını ve ‘Kaybet-Kaybet’ kuru inatlaşmasını hatırlatmakta fayda var!
Bu kavgada Demirel cephesinin sözcüsü/amigosu Tercüman Gazetesi üzerinden Kemal Ilıcak olmuştur.
Demirel’in Başbakan olduğu dönemlerde; Kemal Ilıcak Türkiye'nin bir numaralı ‘Power-Broker’- ‘Nüfuz Ticareti’ toptancısıdır.
Öyle ki, kabinenin oluşumunda bile son derece etkilidir.
12 Eylül’le devam edelim...
Parlamento içi çözümler kifayetsiz kalınca...
Askeri müdahaleye giden yolun taşlarını döşeyen bir numaralı usta Hürriyet Gazetesi'dir.
O dönemin Türkiye'si küçük ama birbirinden önemli sosyal deneylere sahne olurken bir Fatsa olayı yaşanmıştır.
Bu küçük ilçede halkın seçtiği komünist belediye başkanı Terzi Fikri, halk desteğiyle bir takım icraatlar yapmaktadır.
Dönemin Hürriyet Başyazarı (Daha sonra CHP milletvekili) Oktay Ekşi, "Fatsa’dan Ders Almalı" başlıklı köşe yazısıyla, Fatsa’ya askeri müdahale için bir nevi davetiye çıkarır.
Hürriyet, Fatsa’yı hedef gösterirken...
Aynı tarihlerde Çorum’da yaşanan Alevi katliamı sonrası, sırnaşık siyasetin demagoji ustası Demirel, "Çorum'u Bırakın Fatsa’ya bakın" söylemiyle gazetecilerin karşısında sırıtıyordu.
12 Temmuz’da General Kenan Evren’in bizzat yönettiği askeri birlikler Terzi Fikret’i tutukluyor ve Fatsa’da 12 Eylül’ün adeta provası yapılıyordu.
CIA’den yeşil ışıklı darbecilerin en büyük sözcülüğünü/amigoluğunu Hürriyet Gazetesi yapıyordu.
Hürriyet, tıpkı 27 Mayıs darbesini desteklediği gibi; 12 Eylül’de de sapına kadar askerlerin yanında yer alıyor ve attığı manşetler ile generallere ilave apoletler takıyordu.
Gelelim Özal döneminin medyasına...
Turgut Özal, İstanbul Dükalığı ve o dönem Türkiye'de De facto iktidar olan medyanın gücünün farkında olan bir liderdi.
Bunun içindir ki, ilk yaptığı işlerden birisi, ana akım medyanın devletten en büyük haraç tahsilatı olan gazete kağıdına yapılan destek ve teşvikini kaldırmak oldu.
Bu girişim, Hürriyet başta olmak üzere İzmir’den İstanbul'a medya dünyasında soğuk duş etkisi yarattı.
Özellikle de Dinç Bilgin’in Sabah Grubunu çılgına çevirmişti.
Her iki grup da doğal olarak Özal'ın azılı muhalifi olmuşlardı.
Bu arada...
Tercüman'ın düşüşü de ilginç hal almıştı.
Kemal Ilıcak’ın eşi Nazlı Ilıcak, aşırı Özal muhalifi olmakla birlikte Tercüman’nın batışını hızlandırmıştı.
Turgut Bey (aradaki husumete rağmen) Kemal Ilıcak’a yardımsever yaklaşmış ve Ilıcak’ın düze çıkması için de beni görevlendirmişti.
Türk siyasi tarihine Demirel’in "Verdimse ben verdim" deyimiyle geçen İlksan arsası skandalı, Kemal Ilcak’ın can simidi olarak önce bana getirdiği 'iş'ti.
Kemal Ağabey’in tüm hoşsohbet ve güngörmüşlüğüne rağmen kedisine yardımcı olamamıştık. Çünkü parasal açık çok büyüktü ve İlksan’dan beklentisi kendisini kurtarmıyordu.
Demirel dönemiyle devam...
O yıllarda Kemal Ilıcak gibi zor durumda olan başka bir iş adamı Cavit Çağlar'dı.
Varını yoğunu ortaya koyan Çağlar, Tahtakale üzerinden Demirel’in siyasi kampanyasını finanse etmişti.
Süleyman Demirel de başbakan olunca...
Cavit Çağlar’ı Kamu Bankalarından Sorumlu Bakan yaptı.
Görünürde ‘Çoban Sülü’ ve halk adamı olsa da...
İç yüzünde İstanbul sermayesi ve medyasına yakinen bağlı olan Demirel’in imzaladığı ilk kararname nedir biliyor musunuz?
Evet, doğru tahmin ettiniz!
Medyaya kağıt-mürekkep teşviki ve gümrük indirimi!..
Hürriyet’in sahibi Erol Simavi, gazetesini İsviçre’den yönetme zorluğu çektiği için genel yayın yönetmenlerine teslim olmuş, Sabah gazetesi sahibi Dinç Bilgin de Çağlar’la beraber Etibank’ın sahibi olmuştu.
Devri Süleyman bitince...
Etibank’dan 600 milyon dolar buharlaştı, Dinç Bilgin mapushaneye düştü ve Sabah Grubunu da kaybetti.
İstanbul cemiyet hayatının içinden gelen Simavi-Koç husumetinin finalinde...
Yani yıllar sonra Simavilere ait Milliyet Gazetesi, Koç Otomotiv Grubu'nun Sirkeci bayii Aydın Doğan’a satılmıştı.
Ve böylelikle Dükalığın içindeki sosyal etkileşim farklı bir platforma çekilmişti.
Demirel, Aydın Doğan için ‘lastikçi’ küçümsemesini telaffuz ederken...
Milliyet üzerinden Aydın Doğan Türk medyasına ağırlığını koyacak ve Türkiye’nin bir numaralı ‘Power Broker’ı olarak en büyük ‘Nüfuz Toptacısı’ olacaktı.
Aydın Bey'i yakından tanıma fırsatım oldu. Son derece efendi, Anadolu esnafı bir insandı. Hiç unutmam bir gün Ankara’dan İstanbul'a dönüyoruz, yan yana oturuyoruz, bana uçmaktan çok korktuğunu söyleyerek kalkıştan önce dua etmişti.
Böylesine naif bir insan (Simavilerden Hürriyet'i aldıktan sonra) TV ve Radyo istasyonlarıyla beraber dev medya imparatorluğunun başına geçti
Bu noktada yayın yönetmelerinin ‘kuklası’ demeyeceğim fakat en azından etkisi altıda kalmaması mümkün değildi.
Ertuğrul Özkök’ün kendi deyimiyle ‘metro seksüel’ olarak siyasi ihtirası yoktu ama cinsel takıntılı yazılarıyla neredeyse Hürriyet’i poşete sokturacaktı.
Arkadan gelen Enis Berberoğlu gazeteci olarak siyasi ihtiraslarını ustaca gizlemesini bilmiş, Aydın Doğan’ın Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP’yi desteklemesini sağlamış, mükafat olarak da medyadan sorumlu CHP genel başkan yardımcısı olarak milletvekili seçilmişti.
Siyaset, gazetecilik ve entrika kokteyli, aç karnına içilince insanı sarhoş eder misali...
Enis Berberoğlu şimdilerde Maltepe Cezaevide.
Şimdi geldik bu günlere...
Kurt politikacı Erdoğan, 12 Mart Muhtırası, 12 Eylül Darbesi, 28 Şubat Post-Modern darbesi olarak İstanbul Dükalığının ve silahı medyasının nelere muktedir olduğunu biliyor. Medyanın içindeki oyuncuların da hin oğlu hin, şişkin egolu puşt takımı olduğunun bilincinde...
Havuz medyası derken 'tarihsel gelişimi de gözardı etmeyelim' derim.
Biliyorum yazı biraz uzun oldu ama bu konu çok su kaldırır. Bugüne kadar medya hakkında çok şey söylendi ama konuyu bir anekdotla özetlemek isterim.
Özal, Türkiye'nin kendi silahını yapması konusunda çok hassastı. F-16 imalatı bu konuda başyapıttı. Projenin görüşmeleri sırasında Özal, kayınbiraderi Mehmet Yeğinmen’i de (gizlice) elektronik aksamlarla ilgili girişimler için İsrail'e göndermişti.
Ama...
Bir sabah uyandık ve gördük ki, Mehmet Bey'in seyahati Hürriyet'e sür manşet olmuş.
Ertesi akşam Mehmet Bey’in Bağdat Caddesi'ndeki evine uğradım. ‘Ağabey ne iş?’ diye sordum.
Bana ne cevap verdi biliyor musunuz?
Harfiyen aktarıyorum: "Enginciğim Türkiye’de medyanın gerçek sahibi kimdir bilinmez"