Doğum günleri ve özel günleri çok sevmem aslında…
Biraz getirdiği emrivakilikten, biraz alışılmış tekrarlarından, sanki mecburi bir döngü gibidir benim için.
Ama bu sefer farklıydı sanki.
Yoksa nasıl, o kadar tepinip, şarkılar söyleyip, sevdiklerimle dans edip, oradan buradan sohbetten sonra, sabahın 7.30 un da, yeni sefere çıkan Kadıköy vapuru gibi aynı tükenmez enerjiyle yeni güne başlardım?
Aslında sevmek ve sevilmek galiba beni bu kadar canlı kılan.
Yoksa yaşadığın bir an da aynı, bin an da.
Mesele ne kadar sevip, ne kadar sevildiğinle belki de sevilmediğinle alakalı.
İlk evliliğimi çocuk yaşta yaptığım, büyük sorumluluklar sırtlandığım için hep en küçük bendim ve bir an önce büyümek isterdim.
Etrafımdaki herkes de genellikle benden büyüktü. Çok bozulurdum bu işe, çünkü ilk lafları; ‘ Sen daha çok gençsin, anlamazsın olurdu’ herkes bir şeyler öğretip, kendi tecrübelerini anlatırdı. Oysa ben deneyerek öğrenmek, tecrübe etmek isterdim.
Onların yaptığı pek çok şeyi, ben onlar gibi yapamazdım.
Onlar gibi giyinemez, konuşamaz, yemek yapamaz, kendi başıma bir yerden bir yere bile gidemezdim.
Öyle alıştırılmıştım çünkü…
Kendimle ilgili kendim de çok şey bilmezdim.
25 yaşımda bir şeyleri sormaya başladım.
Nasıl biriyim? Nelerden hoşlanıyorum? Neden üzülüyorum? Ne istiyorum? Nasıl mutlu oluyorum?
Hep mutlu olabilir miyim?
Ve hep mutlu olmak için, mutluluğu aramaya çıktım.
Büyük mutluluklarımda oldu, büyük üzüntülerimde.
Nasıl biri olduğumu anlamaya çalışırken, içimde aslında ne kadar çözülemez olduğumu ve aynı zamanda çok da sade bir tarafım olduğunu öğrendim.
Hoşlandığım, bana tad ve anlam veren her şeyin, sevmek ve sevilmekten geçtiğini gördüm.
Kırıldığım şeylerin, aslında ben müsaade ettiğim için öyle olduğunu anladım.
Tabii en çok da sevdiklerime kırıldığımı…
Anne olmanın karşılıksız sevmeyi öğrettiğini, yaşamımdaki en anlamlı şey olduğunu.
Korkmadan sevebilmenin güçlü olmakla aynı şey olduğunu, herkesin buna gücünün yetmediğini ama sürekli sevmekten bahsettiğini….
Herkesten farklı olmaya çalışmanın tam bir saçmalık olduğunu, özümüzde hepimizin aynı olduğu ama egolarımızın farklı olduğunu…
Hep mutluluk değil de, hep sahici olmanın mümkün olduğunu öğrendim. Ve bunun böyle olduğundan da mutluluk duyulabileceğini…
Yeni yaşım bu yıl bana biraz daha olgunluk, bir miktar daha sahicilik, bir tutam mutluluk, yeni ve güzel dostlar, var olan dostlarımla, sevdiklerimle kucak dolusu sıcaklık getirdi.
Gerisi de bir sonraki yaşa olsun artık…
Doğum günüm ılık bir bahar rüzgarı tadında geçti bu sefer, yüzümde aydınlık bir tebessümle beraber….
">
Doğum günleri ve özel günleri çok sevmem aslında…
Biraz getirdiği emrivakilikten, biraz alışılmış tekrarlarından, sanki mecburi bir döngü gibidir benim için.
Ama bu sefer farklıydı sanki.
Yoksa nasıl, o kadar tepinip, şarkılar söyleyip, sevdiklerimle dans edip, oradan buradan sohbetten sonra, sabahın 7.30 un da, yeni sefere çıkan Kadıköy vapuru gibi aynı tükenmez enerjiyle yeni güne başlardım?
Aslında sevmek ve sevilmek galiba beni bu kadar canlı kılan.
Yoksa yaşadığın bir an da aynı, bin an da.
Mesele ne kadar sevip, ne kadar sevildiğinle belki de sevilmediğinle alakalı.
İlk evliliğimi çocuk yaşta yaptığım, büyük sorumluluklar sırtlandığım için hep en küçük bendim ve bir an önce büyümek isterdim.
Etrafımdaki herkes de genellikle benden büyüktü. Çok bozulurdum bu işe, çünkü ilk lafları; ‘ Sen daha çok gençsin, anlamazsın olurdu’ herkes bir şeyler öğretip, kendi tecrübelerini anlatırdı. Oysa ben deneyerek öğrenmek, tecrübe etmek isterdim.
Onların yaptığı pek çok şeyi, ben onlar gibi yapamazdım.
Onlar gibi giyinemez, konuşamaz, yemek yapamaz, kendi başıma bir yerden bir yere bile gidemezdim.
Öyle alıştırılmıştım çünkü…
Kendimle ilgili kendim de çok şey bilmezdim.
25 yaşımda bir şeyleri sormaya başladım.
Nasıl biriyim? Nelerden hoşlanıyorum? Neden üzülüyorum? Ne istiyorum? Nasıl mutlu oluyorum?
Hep mutlu olabilir miyim?
Ve hep mutlu olmak için, mutluluğu aramaya çıktım.
Büyük mutluluklarımda oldu, büyük üzüntülerimde.
Nasıl biri olduğumu anlamaya çalışırken, içimde aslında ne kadar çözülemez olduğumu ve aynı zamanda çok da sade bir tarafım olduğunu öğrendim.
Hoşlandığım, bana tad ve anlam veren her şeyin, sevmek ve sevilmekten geçtiğini gördüm.
Kırıldığım şeylerin, aslında ben müsaade ettiğim için öyle olduğunu anladım.
Tabii en çok da sevdiklerime kırıldığımı…
Anne olmanın karşılıksız sevmeyi öğrettiğini, yaşamımdaki en anlamlı şey olduğunu.
Korkmadan sevebilmenin güçlü olmakla aynı şey olduğunu, herkesin buna gücünün yetmediğini ama sürekli sevmekten bahsettiğini….
Herkesten farklı olmaya çalışmanın tam bir saçmalık olduğunu, özümüzde hepimizin aynı olduğu ama egolarımızın farklı olduğunu…
Hep mutluluk değil de, hep sahici olmanın mümkün olduğunu öğrendim. Ve bunun böyle olduğundan da mutluluk duyulabileceğini…
Yeni yaşım bu yıl bana biraz daha olgunluk, bir miktar daha sahicilik, bir tutam mutluluk, yeni ve güzel dostlar, var olan dostlarımla, sevdiklerimle kucak dolusu sıcaklık getirdi.
Gerisi de bir sonraki yaşa olsun artık…
Doğum günüm ılık bir bahar rüzgarı tadında geçti bu sefer, yüzümde aydınlık bir tebessümle beraber….