Dinden demokrasi çıkmaz!

Tarikatlar ve Cemaatlerle ilgili tartışma her ne kadar geçen hafta “ortaya...

Necdet Saraç saracnecdet@hotmail.com

Tarikatlar ve Cemaatlerle ilgili tartışma her ne kadar geçen hafta “ortaya çıkan” ve tıpkı “Fettullah Hocaefendi” örneğinde olduğu gibi “Fatih Nurullah Hocaefendi”den Fatih Şağban’a dönen ve “sözde” olduğu keşfedilen Uşşaki Tarikat Şeyhi’nden kaynaklanmış gibi gözükse de öyle olmadığını hepimizi biliyoruz…
Her şey gözlerimizin önünde cereyan ediyor. Yani gizli saklı hiçbir şey yok!
Türkiye’de dinin devletin bütün kurumlarıyla iç içe geçtiğini, siyasetin emrinde olduğunu, bu yüzden Diyanet’in bütçesinin 8-9 bakanlıktan daha büyük olduğunu ve rolünün de sürekli artığını biliyoruz…
Diyanet İşleri Başkanı’nın protokoldeki sırasının 51. sıradan 10. sıraya yükselmesinin de tesadüf olmadığını biliyoruz…
Diyanet’in Osmanlı’daki Şeyhülislamlık makamı gibi yeniden inşa edildiğini de…
Yalnızca Diyanet’i değil, tarikatlar başta olmak üzere, onarla bağlantılı bütün dernekleri, vakıfları, medya kuruluşlarını, şirketlerini de biliyoruz…
Üstelik bunları yalnızca 1950’li yıllardan itibaren yazılan onlarca kitapta, makaleden dolayı bilmiyoruz, onlarca araştırmadan, meclisteki sayısız “Araştırma Önergeleri”nden ve geçtiğimiz yıl Prof. Dr. Esergül Balcı’nın "Eğitimde Medrese ve Tarikat Gerçeği" başlıklı araştırmasından biliyoruz: “30 tarikat silsilesi, 400 kol ve 2 milyon 600 bin mürid!”
Bu gerçekleri Diyanet’in kendi eliyle hazırlamış olsa da sahiplenmediği ama buna rağmen “toplatılmasını” istediği ve Kaynak Yayınları’nın 2019’da yayınladığı “Tarikatlar Raporu”ndan da biliyoruz: İl il, isim isim…
Bu gerçeği asıl devlet biliyor, yargı biliyor, devletin istihbarat teşkilatı MİT biliyor, polis biliyor, ordu biliyor, tabi muhalefet partileri de biliyor…
Bilmeyen yok ama müdahale etmek bir yana güzelleme yapılıyor!
Çünkü, 1923-1945 arası hariç, tarikatlar her dönem iktidarlar tarafından korunuyor, kollanıyor, büyümelerinin önü açılıyor!
Çünkü, siyaset için çok kullanışlı olan din deyince akan sular duruyor!
Bütün siyasi liderler günlük konuşmalarında “kul hakkı, haram” gibi dini kavramlarla konuşuyor. Camiye gitmek zorunluymuş gibi, seccadeyi eline alan camiye koşuyor…
Erol Mütercimler’in bir televizyon programında, program bütünselliği için de ettiği laf, “açıklamasına ve özür dilemesine” rağmen büyük bir linç kampanyasına dönüşüyor ve Erol Hoca’yı “kimse” sahiplenemiyor!

BAŞLARIN SECDEYE VARMASI YETİYOR

İktidarlar tarafından “sahte” veya “sözde” ilan edilmedikleri sürece hepsi “dokunulmaz ve tartışılamaz” olan tarikatlar üstelik “Şeyh-Halife-Mürid” hiyararşisi üzerine oturdukları, şeriat ve hilafet istedikleri, demokrasiyi reddettikleri açıkça biliniyor olsalar da, “sivil toplum kuruluşu” olarak da sunuluyorlar!
Sivil Toplum Örgütü olarak sunulan tarikatlarda, Şeyhlik ve halifelik düzeni var, işleyişleri kayıtsız, koşulsuz biat üzerinden yürüyor, bilimselliği, sorgulamayı, soruşturmayı, eleştiriyi ise külliyen kabul etmiyorlar, ne denetleniyorlar ne de şeffaflar ama nasıl oluyorsa oluyor “demokrasinin en önemli parçası” oluyorlar!
Diyanet’in “gizli” raporunda Süleymancılar hakkında ‘yeni bir FETÖ’ ile karşı karşıya kalınabileceği uyarısı yapılıyor olsa da müdahale eden olmuyor.  Başlarının secdeye varması ve seçimlerde iktidarı desteklemeleri yeterli oluyor. Bir de sola karşı olmaları, CHP’ye tavır almaları tabi ki!

 Çünkü, dünkü iktidarlarda olduğu gibi bugün de AKP’nin iktidarının devamında doğrudan rolleri var. Bu yüzden kendilerini dokunulmaz görüyorlar!
Her şeyleri neredeyse araya karbon kağıdı konmuş gibi bir birine benziyor. İdeolojik-politik yaklaşımları, örgütlenme biçimleri, devletin kurumlarına yerleşmeleri, dini yorumları, hilafet ve şeriat istekleri de…
Yalnızca isimleri değişiyor: Fettullah Hocaefendi “FETÖ”,  Fatih Nurullah Hocaefendi “Sahte Şeyh” oldu! Bunları artık biliyoruz. Ya diğerleri. Menzilciler, Süleymancılar, İsmail Ağa Cemaati... Bu yüzden FETÖ operasyonları bitmiyor. Daha dün, 100 civarında vali yardımcısı ve kaymakamın FETÖ’cü diye görevden el çektirilmeleri tesadüf değil!

LAİKLİĞİ SUDAN HATIRLADI BİZ UNUTTUK!

"İnanmışları ürkütmeyelim" kaygısıyla, eğitimde, sağlıkta, hukukta, genel olarak kamuda laiklikten uzaklaşmak, ülkemizi daha da kutuplaştırıyor, nefreti körüklüyor! AKP'yi güçlendiriyor. Din devleti hayali ile açıkça hesaplaşmadan, laikliği ısrarla savunarak hayata geçirmeden Türkiye normalleşemez!
Dinden demokrasi çıkmaz! Adı ister İslam, ister Hristiyan, ister Budist olsun siyasi iktidar isteyen hiçbir dinden demokrasi çıkmaz!
Laiklik istemek inanç özgürlüğünü reddetmez, tam tersine inanç özgürlüğü için güvenli bir ortam yaratır! Şiddet olmadığı ve denetlenebilir olduğu sürece kimin nasıl inandığı ya da inanmadığı, kimin nasıl giyindiği, nerede ibadet ettiği kimsenin sorunu değildir!
Hadi hukukun güçlü olduğu seküler ülkelere dönüp bakmıyoruz, hiç değilse “kardeşim Ömer El Beşir”in iktidardan düşmesinden sonra laiklikle tanışan Sudan’a dönüp bakalım!
Türkiye laiklikle yeniden tanışmazsa, ileriye değil, daha da geriye gider!

9 Eylül 2020, İstanbul

Necdet Saraç

">

Tarikatlar ve Cemaatlerle ilgili tartışma her ne kadar geçen hafta “ortaya çıkan” ve tıpkı “Fettullah Hocaefendi” örneğinde olduğu gibi “Fatih Nurullah Hocaefendi”den Fatih Şağban’a dönen ve “sözde” olduğu keşfedilen Uşşaki Tarikat Şeyhi’nden kaynaklanmış gibi gözükse de öyle olmadığını hepimizi biliyoruz…
Her şey gözlerimizin önünde cereyan ediyor. Yani gizli saklı hiçbir şey yok!
Türkiye’de dinin devletin bütün kurumlarıyla iç içe geçtiğini, siyasetin emrinde olduğunu, bu yüzden Diyanet’in bütçesinin 8-9 bakanlıktan daha büyük olduğunu ve rolünün de sürekli artığını biliyoruz…
Diyanet İşleri Başkanı’nın protokoldeki sırasının 51. sıradan 10. sıraya yükselmesinin de tesadüf olmadığını biliyoruz…
Diyanet’in Osmanlı’daki Şeyhülislamlık makamı gibi yeniden inşa edildiğini de…
Yalnızca Diyanet’i değil, tarikatlar başta olmak üzere, onarla bağlantılı bütün dernekleri, vakıfları, medya kuruluşlarını, şirketlerini de biliyoruz…
Üstelik bunları yalnızca 1950’li yıllardan itibaren yazılan onlarca kitapta, makaleden dolayı bilmiyoruz, onlarca araştırmadan, meclisteki sayısız “Araştırma Önergeleri”nden ve geçtiğimiz yıl Prof. Dr. Esergül Balcı’nın "Eğitimde Medrese ve Tarikat Gerçeği" başlıklı araştırmasından biliyoruz: “30 tarikat silsilesi, 400 kol ve 2 milyon 600 bin mürid!”
Bu gerçekleri Diyanet’in kendi eliyle hazırlamış olsa da sahiplenmediği ama buna rağmen “toplatılmasını” istediği ve Kaynak Yayınları’nın 2019’da yayınladığı “Tarikatlar Raporu”ndan da biliyoruz: İl il, isim isim…
Bu gerçeği asıl devlet biliyor, yargı biliyor, devletin istihbarat teşkilatı MİT biliyor, polis biliyor, ordu biliyor, tabi muhalefet partileri de biliyor…
Bilmeyen yok ama müdahale etmek bir yana güzelleme yapılıyor!
Çünkü, 1923-1945 arası hariç, tarikatlar her dönem iktidarlar tarafından korunuyor, kollanıyor, büyümelerinin önü açılıyor!
Çünkü, siyaset için çok kullanışlı olan din deyince akan sular duruyor!
Bütün siyasi liderler günlük konuşmalarında “kul hakkı, haram” gibi dini kavramlarla konuşuyor. Camiye gitmek zorunluymuş gibi, seccadeyi eline alan camiye koşuyor…
Erol Mütercimler’in bir televizyon programında, program bütünselliği için de ettiği laf, “açıklamasına ve özür dilemesine” rağmen büyük bir linç kampanyasına dönüşüyor ve Erol Hoca’yı “kimse” sahiplenemiyor!

BAŞLARIN SECDEYE VARMASI YETİYOR

İktidarlar tarafından “sahte” veya “sözde” ilan edilmedikleri sürece hepsi “dokunulmaz ve tartışılamaz” olan tarikatlar üstelik “Şeyh-Halife-Mürid” hiyararşisi üzerine oturdukları, şeriat ve hilafet istedikleri, demokrasiyi reddettikleri açıkça biliniyor olsalar da, “sivil toplum kuruluşu” olarak da sunuluyorlar!
Sivil Toplum Örgütü olarak sunulan tarikatlarda, Şeyhlik ve halifelik düzeni var, işleyişleri kayıtsız, koşulsuz biat üzerinden yürüyor, bilimselliği, sorgulamayı, soruşturmayı, eleştiriyi ise külliyen kabul etmiyorlar, ne denetleniyorlar ne de şeffaflar ama nasıl oluyorsa oluyor “demokrasinin en önemli parçası” oluyorlar!
Diyanet’in “gizli” raporunda Süleymancılar hakkında ‘yeni bir FETÖ’ ile karşı karşıya kalınabileceği uyarısı yapılıyor olsa da müdahale eden olmuyor.  Başlarının secdeye varması ve seçimlerde iktidarı desteklemeleri yeterli oluyor. Bir de sola karşı olmaları, CHP’ye tavır almaları tabi ki!

 Çünkü, dünkü iktidarlarda olduğu gibi bugün de AKP’nin iktidarının devamında doğrudan rolleri var. Bu yüzden kendilerini dokunulmaz görüyorlar!
Her şeyleri neredeyse araya karbon kağıdı konmuş gibi bir birine benziyor. İdeolojik-politik yaklaşımları, örgütlenme biçimleri, devletin kurumlarına yerleşmeleri, dini yorumları, hilafet ve şeriat istekleri de…
Yalnızca isimleri değişiyor: Fettullah Hocaefendi “FETÖ”,  Fatih Nurullah Hocaefendi “Sahte Şeyh” oldu! Bunları artık biliyoruz. Ya diğerleri. Menzilciler, Süleymancılar, İsmail Ağa Cemaati... Bu yüzden FETÖ operasyonları bitmiyor. Daha dün, 100 civarında vali yardımcısı ve kaymakamın FETÖ’cü diye görevden el çektirilmeleri tesadüf değil!

LAİKLİĞİ SUDAN HATIRLADI BİZ UNUTTUK!

"İnanmışları ürkütmeyelim" kaygısıyla, eğitimde, sağlıkta, hukukta, genel olarak kamuda laiklikten uzaklaşmak, ülkemizi daha da kutuplaştırıyor, nefreti körüklüyor! AKP'yi güçlendiriyor. Din devleti hayali ile açıkça hesaplaşmadan, laikliği ısrarla savunarak hayata geçirmeden Türkiye normalleşemez!
Dinden demokrasi çıkmaz! Adı ister İslam, ister Hristiyan, ister Budist olsun siyasi iktidar isteyen hiçbir dinden demokrasi çıkmaz!
Laiklik istemek inanç özgürlüğünü reddetmez, tam tersine inanç özgürlüğü için güvenli bir ortam yaratır! Şiddet olmadığı ve denetlenebilir olduğu sürece kimin nasıl inandığı ya da inanmadığı, kimin nasıl giyindiği, nerede ibadet ettiği kimsenin sorunu değildir!
Hadi hukukun güçlü olduğu seküler ülkelere dönüp bakmıyoruz, hiç değilse “kardeşim Ömer El Beşir”in iktidardan düşmesinden sonra laiklikle tanışan Sudan’a dönüp bakalım!
Türkiye laiklikle yeniden tanışmazsa, ileriye değil, daha da geriye gider!

9 Eylül 2020, İstanbul

Necdet Saraç

Tüm yazılarını göster