Geçenlerde bir vesile ile yolum Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi ne düştü. Yok kendim için değil..Çok değer verdiğimiz bir yakınımız, rahatsızlanmış, acil olarak ailesi oraya yatırmış. Biz gittiğimizde, olayın üzerinden birkaç gün geçmişti.
İnsan yalnızca, Nişantaşı nda oturup sonra da yine aynı minvalde yaşam sürünce, hayatın gerçeklerinden biraz kopuk oluyor. Daha doğrusu, anlatılınca da, yok yahu o kadar da olmaz artık deniyor. Bizimkisi de biraz o hesap. Ama bu demek değil ki, hiçbir şey umurumuzda değil, ya da aman canım boş ver milletin zaten yeterince sıkıntısı var deyip, yaptığımız işi eğlenceye, cinselliğe vurmak.
Ben bu gün başka bir şeyden bahsedeceğim.
Hani insan bilmediği fakat hakkında pek de iyi olmayan şeyler duyduğu bir yere giderken biraz tedirgin olur, tam tersine de güçlü görünmeye çalışır ya.
Benim durumum da biraz o hesap oldu.
İçimde garip bir kıpırtıyla hastaneden içeri girdim.
Bilen bilir, çok büyük bahçeleri , bölümleri olan bir hastane Bakırköy..
Sadece akıl hastalıkları değil, ayakta tedavi imkanı olan hastalar da orada tedavi görüyor.
Kapıdan girince zaten ilk önce polikliniklerle karşılaşıyorsunuz.
Daha da içeri girince, serbest dolaşan hastalar ve yakınları, çalışanları görmeye başlıyorsunuz.
Biraz daha ileri gidince artık içinizi ürperten, bir sürü hikayeler duyduğunuz yerin içindesiniz.
Akıl hastalarının bulunduğu bölümler, yani yaşam alanları.
Kapalı kapılar ardında, yakınlarınızla ancak ziyaret saatlerinde görüşebiliyorsunuz.
Olabilir, bir terslik yok biz de öyle yaptık zaten.
Kapalı kapılar ardında, hastalar oturma salonunda dolaşıyorlar.
Salona açılan koridorların sonunda, yatak odaları var. Duyduğuma göre, orada kilitli ve hiç dışarı çıkmayan ama bağıran hastalar varmış. Gece sesleri duyulabiliyormuş.
Her neyse, hastanızla ancak yemekhane de görüşebiliyorsunuz. Belki bir görüş salonu var mıdır? O güne mahsus mu öyleydi de yemekhane de görüştük.
Açıkça bilmiyorum ama ziyaret saatlerinde görüşmeleri yemekhane de yapıyorsunuz. Hastanız oraya geliyor, siz de yemek, ya da giyecek ne varsa artık onları veriyorsunuz.
Buraya kadar her şey normal.
Biz hastamızı oradan çıkartıp başka bir hastaneye yatırmak istedik. O zaman benim altını çizmek istediğim sıkıntılar, daha bir ortaya çıktı. Hasta yakınlarını, sevk almak için koşturuyorlar, hastane çok büyük bir alana yayılmış, mesafeler de uzak, bir sürü prosedür, evrak eksik, hadi bir daha koş oradan oraya
Bir kere; hastalar bütün gün bir salonda oturuyorlar.
Sigara serbest, sanki eski haliyle Taksim de bir kafedeymişsiniz gibi ağır bir duman altı durumu var.
Hastaneden çıktıktan sonra, saçım, başım sigara kokuyordu. O derece artık.
Hastalar sıkıntıdan sigara içiyor olmalılar.
Ama her yerde yasak, burada niye serbest, ya da niye iyi bir havalandırma yok? Bunlar benim kişisel merak konum.
Sonuç itibariyle akıl hastanesi de olsa, bir sağlık kurumu, orada kalan insanlar da hasta insanlar ve sağlıklı bir ortama ihtiyaçları var, herkes kadar.
Diğer bir konu, hastaların odaları gün içersinde kilitleniyor ancak akşam saatinde açılıyormuş.
Dolayısıyla, hepsi, o salon denilen bölgede, televizyon seyredip oturuyor.
Bir kendiniz düşünün, bütün gün oturup, sigara içip, televizyon seyrederseniz ne kadar mutlu olursunuz? İnsan doğal olarak depresyona girer gibi geliyor. Yoksa bana mı öyle geliyor?
Odalar niye gün içinde kapalı?
Bu hastalar, zaten bir sürü sakinleştirici ilaçlar alıyor ve yarı uykulu geziyorlar.
Odalarının kapısı, yataklarını kirletmesinler diye mi tüm gün kapalı yoksa, tedavinin bir parçası mı?
Açık söyleyeyim bana garip geldi..
Sanki hemşirelere ya da hasta bakıcılara daha fazla iş çıkmasın diye böyle bir uygulama yapıyorlar diye düşündüm.
Ziyaretçi bile olsanız bazı şeylere dikkat etmek zorundasınız.
Nedir onlar?
Mesela bir ara cep telefonumu çıkaracak oldum. Hemen bir hasta yanıma geldi, telefonumu istedi. Küçük çocuğu varmış, onu özlemiş, ailesini aramak istedi. Telefon her halde yasak. En azından belirli zamanlarda serbest olmalı.
Yani insanlar mutsuz, çekingen, ürkek, sinmiş.
Yemekhane genel anlamda temiz gözükse de, ağır bir koku var. Ben ona nefes kokusu, ya da çok temiz olmadıkları için, elbiselerin kokusu diyorum.
İyi bir havalandırma yok. Duvarda asılı resimlerin üstü, küflenmiş, boyalar dökülmüş, çamaşırların taşındığı tekerlekli sepetler eskimiş v.s
Derler ya, yaşamdan çok şikayet ettiğinde, böyle yerlere git de gör , kendi durumuna şükredersin diye.
Öyle değil, insan üzülüyor ve kendi insanlığından utanıyor. Ben niye bir şey yapamıyorum diye.
Ben çok şükür bir çok insan gibi özel hastanelere gidebiliyorum.
Orada neyin nasıl olduğunu ve olması gerektiğini biliyorum.
Özel hastanelerdeki görüntüler kafamda mis gibi, pırıl pırıl canlanıyorsa, maalesef devlet hastanelerindeki renklerim ise gri ve dumanlı olarak beliriyor..
Neden yıllardır böyle diyorum, her şeye vergi veriyoruz.
İnsanların devletten aldığı maaşları yüksek değil. En azından milletvekilleriyle kıyaslandığında..Nereye gidiyor bu vergiler. Geçenlerde evde çalışan yardımcımız, cep telefonu faturalarında TRT ye de vergi ödüyoruz dedi. Düşünebiliyormusunuz, ne kadar çok vergi ödendiğini.
Peki o zaman neden devlet kurumları da, özel kurumlarla aynı kalite standartını yakalayamıyor?
Bir akıl hastanesi, öncelikle son derece temiz, iyi havalandırılmış, hastaların rahatı düşünülmüş, onları yeniden topluma kazandıracak seviyede olmalı. Hastalar, eski, püskü, sigara dumanı içinde, bakteri oluşumuna bağlı kötü kokular içeren salonlarda değil , hafif müziklerin çaldığı, boş vakitlerde hastaların bir şeylerle uğraştığı, el emeği ya da yapmaktan zevk aldıkları hobilerinin olduğu mekanlarda bulunmalı.
Kendini yorgun hissettiğinde, gidip yatağına yatıp uyuyabilmeli.
Ailesine ulaşmak istediğinde ulaşabilmeli, ziyaretçilerin telefonuna atlamamalı. Hastalarla ilgilenen personel, güler yüzlü ve sevecen olmalı. Daha pek çok şey var ama bunlar, benim gözlemlerime dayanarak, o kısacık ziyaret saatinde, bir saat içinde gözüme takılanlar.
İçine girsem kim bilir daha neler bulabilirim.
Aslında cep telefonumla fotoğraf çekip, yayınlamak isterdim ve bu anlattıklarımı sizin de görmenizi isterdim ama bu etik bir davranış olmazdı. Merak edenleriniz varsa, gidip görebilirsiniz.
Sonuç olarak, gazeteciliğimi bir kenara bırakırsam, bir vatandaş olarak, gördüğüm bu manzaradan memnun kalmadım. Keşke tam tersi olsaydı da, ne muhteşem bir yer diye anlatsaydım. Maalesef öyle olmadı. Ben devlet hastanelerinin de, tıpkı yurt dışında olduğu gibi, özel hastaneler gibi, temiz, modern ve hasta memnuniyetinin üst seviyede olmasını bekliyorum.
Eğer bir vatandaş olarak, yüksek ölçüde vergilerimizi veriyorsak, üzerimize düşenleri yapıyorsak, pek çok beklentimiz gibi devletten hizmet beklemeye de hakkımız var. Yani artık daha nasıl sesimizi duyuralım. İlla ki bizim de, uyarılarımızı dinletmek için sansasyonel bir kimliğimiz mi olması lazım?
">
Geçenlerde bir vesile ile yolum Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi ne düştü. Yok kendim için değil..Çok değer verdiğimiz bir yakınımız, rahatsızlanmış, acil olarak ailesi oraya yatırmış. Biz gittiğimizde, olayın üzerinden birkaç gün geçmişti.
İnsan yalnızca, Nişantaşı nda oturup sonra da yine aynı minvalde yaşam sürünce, hayatın gerçeklerinden biraz kopuk oluyor. Daha doğrusu, anlatılınca da, yok yahu o kadar da olmaz artık deniyor. Bizimkisi de biraz o hesap. Ama bu demek değil ki, hiçbir şey umurumuzda değil, ya da aman canım boş ver milletin zaten yeterince sıkıntısı var deyip, yaptığımız işi eğlenceye, cinselliğe vurmak.
Ben bu gün başka bir şeyden bahsedeceğim.
Hani insan bilmediği fakat hakkında pek de iyi olmayan şeyler duyduğu bir yere giderken biraz tedirgin olur, tam tersine de güçlü görünmeye çalışır ya.
Benim durumum da biraz o hesap oldu.
İçimde garip bir kıpırtıyla hastaneden içeri girdim.
Bilen bilir, çok büyük bahçeleri , bölümleri olan bir hastane Bakırköy..
Sadece akıl hastalıkları değil, ayakta tedavi imkanı olan hastalar da orada tedavi görüyor.
Kapıdan girince zaten ilk önce polikliniklerle karşılaşıyorsunuz.
Daha da içeri girince, serbest dolaşan hastalar ve yakınları, çalışanları görmeye başlıyorsunuz.
Biraz daha ileri gidince artık içinizi ürperten, bir sürü hikayeler duyduğunuz yerin içindesiniz.
Akıl hastalarının bulunduğu bölümler, yani yaşam alanları.
Kapalı kapılar ardında, yakınlarınızla ancak ziyaret saatlerinde görüşebiliyorsunuz.
Olabilir, bir terslik yok biz de öyle yaptık zaten.
Kapalı kapılar ardında, hastalar oturma salonunda dolaşıyorlar.
Salona açılan koridorların sonunda, yatak odaları var. Duyduğuma göre, orada kilitli ve hiç dışarı çıkmayan ama bağıran hastalar varmış. Gece sesleri duyulabiliyormuş.
Her neyse, hastanızla ancak yemekhane de görüşebiliyorsunuz. Belki bir görüş salonu var mıdır? O güne mahsus mu öyleydi de yemekhane de görüştük.
Açıkça bilmiyorum ama ziyaret saatlerinde görüşmeleri yemekhane de yapıyorsunuz. Hastanız oraya geliyor, siz de yemek, ya da giyecek ne varsa artık onları veriyorsunuz.
Buraya kadar her şey normal.
Biz hastamızı oradan çıkartıp başka bir hastaneye yatırmak istedik. O zaman benim altını çizmek istediğim sıkıntılar, daha bir ortaya çıktı. Hasta yakınlarını, sevk almak için koşturuyorlar, hastane çok büyük bir alana yayılmış, mesafeler de uzak, bir sürü prosedür, evrak eksik, hadi bir daha koş oradan oraya
Bir kere; hastalar bütün gün bir salonda oturuyorlar.
Sigara serbest, sanki eski haliyle Taksim de bir kafedeymişsiniz gibi ağır bir duman altı durumu var.
Hastaneden çıktıktan sonra, saçım, başım sigara kokuyordu. O derece artık.
Hastalar sıkıntıdan sigara içiyor olmalılar.
Ama her yerde yasak, burada niye serbest, ya da niye iyi bir havalandırma yok? Bunlar benim kişisel merak konum.
Sonuç itibariyle akıl hastanesi de olsa, bir sağlık kurumu, orada kalan insanlar da hasta insanlar ve sağlıklı bir ortama ihtiyaçları var, herkes kadar.
Diğer bir konu, hastaların odaları gün içersinde kilitleniyor ancak akşam saatinde açılıyormuş.
Dolayısıyla, hepsi, o salon denilen bölgede, televizyon seyredip oturuyor.
Bir kendiniz düşünün, bütün gün oturup, sigara içip, televizyon seyrederseniz ne kadar mutlu olursunuz? İnsan doğal olarak depresyona girer gibi geliyor. Yoksa bana mı öyle geliyor?
Odalar niye gün içinde kapalı?
Bu hastalar, zaten bir sürü sakinleştirici ilaçlar alıyor ve yarı uykulu geziyorlar.
Odalarının kapısı, yataklarını kirletmesinler diye mi tüm gün kapalı yoksa, tedavinin bir parçası mı?
Açık söyleyeyim bana garip geldi..
Sanki hemşirelere ya da hasta bakıcılara daha fazla iş çıkmasın diye böyle bir uygulama yapıyorlar diye düşündüm.
Ziyaretçi bile olsanız bazı şeylere dikkat etmek zorundasınız.
Nedir onlar?
Mesela bir ara cep telefonumu çıkaracak oldum. Hemen bir hasta yanıma geldi, telefonumu istedi. Küçük çocuğu varmış, onu özlemiş, ailesini aramak istedi. Telefon her halde yasak. En azından belirli zamanlarda serbest olmalı.
Yani insanlar mutsuz, çekingen, ürkek, sinmiş.
Yemekhane genel anlamda temiz gözükse de, ağır bir koku var. Ben ona nefes kokusu, ya da çok temiz olmadıkları için, elbiselerin kokusu diyorum.
İyi bir havalandırma yok. Duvarda asılı resimlerin üstü, küflenmiş, boyalar dökülmüş, çamaşırların taşındığı tekerlekli sepetler eskimiş v.s
Derler ya, yaşamdan çok şikayet ettiğinde, böyle yerlere git de gör , kendi durumuna şükredersin diye.
Öyle değil, insan üzülüyor ve kendi insanlığından utanıyor. Ben niye bir şey yapamıyorum diye.
Ben çok şükür bir çok insan gibi özel hastanelere gidebiliyorum.
Orada neyin nasıl olduğunu ve olması gerektiğini biliyorum.
Özel hastanelerdeki görüntüler kafamda mis gibi, pırıl pırıl canlanıyorsa, maalesef devlet hastanelerindeki renklerim ise gri ve dumanlı olarak beliriyor..
Neden yıllardır böyle diyorum, her şeye vergi veriyoruz.
İnsanların devletten aldığı maaşları yüksek değil. En azından milletvekilleriyle kıyaslandığında..Nereye gidiyor bu vergiler. Geçenlerde evde çalışan yardımcımız, cep telefonu faturalarında TRT ye de vergi ödüyoruz dedi. Düşünebiliyormusunuz, ne kadar çok vergi ödendiğini.
Peki o zaman neden devlet kurumları da, özel kurumlarla aynı kalite standartını yakalayamıyor?
Bir akıl hastanesi, öncelikle son derece temiz, iyi havalandırılmış, hastaların rahatı düşünülmüş, onları yeniden topluma kazandıracak seviyede olmalı. Hastalar, eski, püskü, sigara dumanı içinde, bakteri oluşumuna bağlı kötü kokular içeren salonlarda değil , hafif müziklerin çaldığı, boş vakitlerde hastaların bir şeylerle uğraştığı, el emeği ya da yapmaktan zevk aldıkları hobilerinin olduğu mekanlarda bulunmalı.
Kendini yorgun hissettiğinde, gidip yatağına yatıp uyuyabilmeli.
Ailesine ulaşmak istediğinde ulaşabilmeli, ziyaretçilerin telefonuna atlamamalı. Hastalarla ilgilenen personel, güler yüzlü ve sevecen olmalı. Daha pek çok şey var ama bunlar, benim gözlemlerime dayanarak, o kısacık ziyaret saatinde, bir saat içinde gözüme takılanlar.
İçine girsem kim bilir daha neler bulabilirim.
Aslında cep telefonumla fotoğraf çekip, yayınlamak isterdim ve bu anlattıklarımı sizin de görmenizi isterdim ama bu etik bir davranış olmazdı. Merak edenleriniz varsa, gidip görebilirsiniz.
Sonuç olarak, gazeteciliğimi bir kenara bırakırsam, bir vatandaş olarak, gördüğüm bu manzaradan memnun kalmadım. Keşke tam tersi olsaydı da, ne muhteşem bir yer diye anlatsaydım. Maalesef öyle olmadı. Ben devlet hastanelerinin de, tıpkı yurt dışında olduğu gibi, özel hastaneler gibi, temiz, modern ve hasta memnuniyetinin üst seviyede olmasını bekliyorum.
Eğer bir vatandaş olarak, yüksek ölçüde vergilerimizi veriyorsak, üzerimize düşenleri yapıyorsak, pek çok beklentimiz gibi devletten hizmet beklemeye de hakkımız var. Yani artık daha nasıl sesimizi duyuralım. İlla ki bizim de, uyarılarımızı dinletmek için sansasyonel bir kimliğimiz mi olması lazım?