Son iki yazımda belirtiğim gibi, Türkiye'de iktidar mücadelesi kurumlar arasında olur. Tarihsel gelişim ve tepeden tabana yönelik çağdaşlaşma modeli bunu gerekirmektedir. Cumhurbaşkanlığı'nın 'Kurumlar arasında çatışma yoktur' 2010 Yeni Yıl mesajı savımı güçlendirdi.
Şu anda yaşanan kurumsal çekişmeler yerinde ve doğru yönde. Medyaya saçılanları izlemesi de çok keyifli. Eğer gerçek demokrasiyle yönetilen bir ülke isteniyorsa bu sancılara katlanmak zorundayız. Değişik kalemler kurumları kışkırtmakla meşgul. Gerginliklerin bonus getirisi de kimin kimin yanında olduğunu deşifre etmek. Kimin hangi kuruma angaje olduğu 'Çamlar arasından süzülen mehtap' gibi ortada. Her neyse, biz o kalemleri kendi kabukları içinde özsuylarıyla çalkama haline bırakalım.
Bugünkü analizimizde, demokrasiye geçme ağrıları çeken bu çoğrafyada üzerinde durulmayan bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum.
Sessiz ve Derin Irkçılık
Bakıyoruz, CHP'li bir milletvekili çıkıp Cumhurbaşkanı'nın anne tarafından Ermeni kökenli olduğunu savlıyor. Bakıyoruz, bir bakan özel konuşmalarında İsrail'in ve dünya Musevilerinin komplo işbirliğine dair kuşkulu yorumlar yapıyor. Başka bir bakan çıkıp 'Abdullah Öcalan Ermeni dölüdür' demeci veriyor.
Irkçılık virüsü merkezi bürokraside de yaygın. Bakıyorsunuz bir müsteşar yardımcısı 'Yahudiler' diyor başka bir şey demiyor. Rütbeli bir asker 'Rumlar da Rumlar' diyerek hop oturup hop kalkıyor.
Hoca ve cemaat misali, bakıyorsunuz önde giden bir medya mensubu, Türkiye'ye milyarlarca dolar yatırım yapan bir şeyhi, arkasından, 'Allah'ın Arabı' olarak küçümsüyor.
Ne var ki kişisel çıkarlar söz konusu olunca, aynı tipler, eleştirdikleri kimselerin önünde her türlü imla işareti şekline giriyor. Tanıdık, tipik bir iki yüzlülük.
Irkçılığın Kaynağı Ne Olabilir?
Bu konuda yeterince değerli uzman var, ancak objektif olmaktan çekinenler kendilerine adeta otosansür uyguluyorlar. Ağustos'ta kafasında kalpakla dolaşan bir profesör, soyisimlere bakıp, bilimden uzak, önüne geleni 'Sebetaycı' ilan ediyor. Kimse de çıkıp tek laf edemiyor. 'Yahu hoca sen ne diyorsun ?'
19uncu yüzyılda büyük devletken, sonradan İmparatorluğu dağılmış bir toplumun kanaat önderleri, benliklerini korumak için, kimseyi beğenmez tutumlarda olabiliyor. Yeni bir toplum yaratma uğraşında, etrafını küçümsemek, kolay çözüm yolu oluyor. 19uncu yüzyılda İmparatorluk iken küçük bir Avrupa ülkesine dönüşen Avusturya'da da ırkçılığın bu kadar yaygın olması bir tesadüf değidir. Kültürel birikimi imparatorluk nostaljisi olan entellektüellerin belirli kalıplardan çıkması zor. Avrupa'da birisi Türkler karşıtı bir söz ederse medya o kişiyi mahşetten yaylım ateşine tutuyor. Ancak aynı medya için özelde ırkçılık günün menüsü.
20inci yüzyılda yeni bir Türkiye ve yurttaş yaratma çabası ülkeyi bugünlere getirdi. İşte medyada, siyasette, bürokraside kurumlar arasında yaşanan iktidar mücadelesinin altında, bu tek tip vatandaşta ısrar modeli yatmakta. Bu modelin yan ürünü 'derin' ırkçılık da modelin ahşap cilası olmakta.
DNA Kokteyli Türkiye
Türkiye tam bir DNA çorbasıdır. Burada detaya girmek istemiyorum. Ayrı bir yazı konusu olur. Bütün ömrünü subay olarak cepheden cepheye savaşarak geçirmiş Mustafa Kemal, bilimsel olmasa da, içgüdüsel olarak bu kokteylin bilincindeydi. Memleketin her köşesinden gelen yüzbinlerce askeri birebir tanıma fırsatı bulan bir liderdi. Kendi izlenimlerine ve tecrübesine dayanarak tek makul yol olan 'Ne Mutlu Türküm Diyene' sloganını cumhuriyetinin çerçevesi olarak çizdi. Fazla kurcalamadan, 'Türküm' diyene 'geç bu tarafa' vizesi veren bir devlet kültürü yaratıldı. Geçmişte başka care var mıydı bilinmez. Bugün o günkü koşulları sorgulamak adil olmaz.
Farklı Küre
Şimdi faklı bir dünyadayız. Küreselleşme her hücremize girmiş durumda. Ulusal sermaye cılız, çokuluslu şirketlerin dümen suyunda ilerliyor. Araştırma geliştirme bütçeleri yok. Orta sınıf batı burjuvazisini, en azından tüketimde, taklit etmekte.
Teknoloji üretemeyen toplumlar yönlendirilmeye mahkumdur. Bu modelle Türkiye teknoloji üretemiyor. Toplumun egosu, yurtdışındaki Türklerin kişisel başarıları allı pullu haber yapılarak, tatmin ediliyor.
Merkezi idare iletişimi kontrol edemiyor, medya kontrolu elden çıkıyor. İdeolojiyle toplumları yönetme taktikleri sınırlanıyor. Tek tip vatandaş üretme modeli çıkmaza giriyor. Bu olgu sadece Türkiye'ye özgü değil.
Nezaketen Kuzu Dedi
Vatan gazetesinde 'Doğru' bir yazar var. 'Vatandaş kuzu gibidir, medya önüne ne koyarsa onu yer' mealinden bir yazı yazdı. Nede olsa güngörmüş bir kalem, nezaketen kuzu dedi. Arşivimde var, ben koyun tabiri kullanmıştım.
Eğer 21. yüzyılda dinamik, küresel rekabete hazır bir toplum olmak istiyorsak, modeli değiştirmenin zamanı geldi, geçiyor. Bu coğrafyada tarihten kopup gelen, önce Zeus'u arkadan İsa'yı çoban olarak gören kültürlerin DNA'sı halen mevcut. Kitlelere koyun muamelesi yapan modellerden vaz geçmek gerekmekte. Kanaat önderlerine büyük sorumluluk düşmekte. Toplumda sessizce yürütülen 'ırkçılık' ideolisine karşı çıkınız. İnsanları dedesi Ermeniydi, anası Rumdu, anneannesi Yahudiydi, babası Kürt kökenli, anası Alevi gibi yaftalarla karalamayınız. Bu yaklaşımlara prim veren ağızları önce siz susturunuz.
Gençlere Umut Verin
Dış İşleri Bakanımız komşularla sıfır sorun politikası uygulamakta. Hatırlatırım, beğenmediğimiz Saddam'ın yıllarca Dış İşleri Bakanlığını yapan Tarık Aziz, Irak'lı bir Hristiyan Arap'tı. Elitlere ve kanaat önderlerine sesleniyorum. Farklı dinlerden, farklı etnik kökenlerden Kuvvet Komutanı, Bakanları, Müsteşarları, yüksek yargıçları olan bir Türkiye vizyonuna kendinizi ve toplumu hazırlayınız.
Yeri gelince sık sık övündüğümüz genç nüfus genelde bir bezginliğe düşmüş durumda. Bir guruba, bir 'takıma' girmezsen, 'aidiyet' yoksa, önümüz tıkalı sendromu gençler arasında yaygın ruh hali. Bu gençleri kazanmanın yolu tepeden başlayıp aşağı doğru damla damla yayılan ırkçılıkla mücadeleden geçmekte.
Hayatta kalabilmek için kalıpların dışına çıkmak gerekmekte. Vakit her türlü etnik grubun, her türlü inanç sahibinin gurur duyarak 'Ne Mutlu Türkiye'liyim' deme vaktidir.
">Son iki yazımda belirtiğim gibi, Türkiye'de iktidar mücadelesi kurumlar arasında olur. Tarihsel gelişim ve tepeden tabana yönelik çağdaşlaşma modeli bunu gerekirmektedir. Cumhurbaşkanlığı'nın 'Kurumlar arasında çatışma yoktur' 2010 Yeni Yıl mesajı savımı güçlendirdi.
Şu anda yaşanan kurumsal çekişmeler yerinde ve doğru yönde. Medyaya saçılanları izlemesi de çok keyifli. Eğer gerçek demokrasiyle yönetilen bir ülke isteniyorsa bu sancılara katlanmak zorundayız. Değişik kalemler kurumları kışkırtmakla meşgul. Gerginliklerin bonus getirisi de kimin kimin yanında olduğunu deşifre etmek. Kimin hangi kuruma angaje olduğu 'Çamlar arasından süzülen mehtap' gibi ortada. Her neyse, biz o kalemleri kendi kabukları içinde özsuylarıyla çalkama haline bırakalım.
Bugünkü analizimizde, demokrasiye geçme ağrıları çeken bu çoğrafyada üzerinde durulmayan bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum.
Sessiz ve Derin Irkçılık
Bakıyoruz, CHP'li bir milletvekili çıkıp Cumhurbaşkanı'nın anne tarafından Ermeni kökenli olduğunu savlıyor. Bakıyoruz, bir bakan özel konuşmalarında İsrail'in ve dünya Musevilerinin komplo işbirliğine dair kuşkulu yorumlar yapıyor. Başka bir bakan çıkıp 'Abdullah Öcalan Ermeni dölüdür' demeci veriyor.
Irkçılık virüsü merkezi bürokraside de yaygın. Bakıyorsunuz bir müsteşar yardımcısı 'Yahudiler' diyor başka bir şey demiyor. Rütbeli bir asker 'Rumlar da Rumlar' diyerek hop oturup hop kalkıyor.
Hoca ve cemaat misali, bakıyorsunuz önde giden bir medya mensubu, Türkiye'ye milyarlarca dolar yatırım yapan bir şeyhi, arkasından, 'Allah'ın Arabı' olarak küçümsüyor.
Ne var ki kişisel çıkarlar söz konusu olunca, aynı tipler, eleştirdikleri kimselerin önünde her türlü imla işareti şekline giriyor. Tanıdık, tipik bir iki yüzlülük.
Irkçılığın Kaynağı Ne Olabilir?
Bu konuda yeterince değerli uzman var, ancak objektif olmaktan çekinenler kendilerine adeta otosansür uyguluyorlar. Ağustos'ta kafasında kalpakla dolaşan bir profesör, soyisimlere bakıp, bilimden uzak, önüne geleni 'Sebetaycı' ilan ediyor. Kimse de çıkıp tek laf edemiyor. 'Yahu hoca sen ne diyorsun ?'
19uncu yüzyılda büyük devletken, sonradan İmparatorluğu dağılmış bir toplumun kanaat önderleri, benliklerini korumak için, kimseyi beğenmez tutumlarda olabiliyor. Yeni bir toplum yaratma uğraşında, etrafını küçümsemek, kolay çözüm yolu oluyor. 19uncu yüzyılda İmparatorluk iken küçük bir Avrupa ülkesine dönüşen Avusturya'da da ırkçılığın bu kadar yaygın olması bir tesadüf değidir. Kültürel birikimi imparatorluk nostaljisi olan entellektüellerin belirli kalıplardan çıkması zor. Avrupa'da birisi Türkler karşıtı bir söz ederse medya o kişiyi mahşetten yaylım ateşine tutuyor. Ancak aynı medya için özelde ırkçılık günün menüsü.
20inci yüzyılda yeni bir Türkiye ve yurttaş yaratma çabası ülkeyi bugünlere getirdi. İşte medyada, siyasette, bürokraside kurumlar arasında yaşanan iktidar mücadelesinin altında, bu tek tip vatandaşta ısrar modeli yatmakta. Bu modelin yan ürünü 'derin' ırkçılık da modelin ahşap cilası olmakta.
DNA Kokteyli Türkiye
Türkiye tam bir DNA çorbasıdır. Burada detaya girmek istemiyorum. Ayrı bir yazı konusu olur. Bütün ömrünü subay olarak cepheden cepheye savaşarak geçirmiş Mustafa Kemal, bilimsel olmasa da, içgüdüsel olarak bu kokteylin bilincindeydi. Memleketin her köşesinden gelen yüzbinlerce askeri birebir tanıma fırsatı bulan bir liderdi. Kendi izlenimlerine ve tecrübesine dayanarak tek makul yol olan 'Ne Mutlu Türküm Diyene' sloganını cumhuriyetinin çerçevesi olarak çizdi. Fazla kurcalamadan, 'Türküm' diyene 'geç bu tarafa' vizesi veren bir devlet kültürü yaratıldı. Geçmişte başka care var mıydı bilinmez. Bugün o günkü koşulları sorgulamak adil olmaz.
Farklı Küre
Şimdi faklı bir dünyadayız. Küreselleşme her hücremize girmiş durumda. Ulusal sermaye cılız, çokuluslu şirketlerin dümen suyunda ilerliyor. Araştırma geliştirme bütçeleri yok. Orta sınıf batı burjuvazisini, en azından tüketimde, taklit etmekte.
Teknoloji üretemeyen toplumlar yönlendirilmeye mahkumdur. Bu modelle Türkiye teknoloji üretemiyor. Toplumun egosu, yurtdışındaki Türklerin kişisel başarıları allı pullu haber yapılarak, tatmin ediliyor.
Merkezi idare iletişimi kontrol edemiyor, medya kontrolu elden çıkıyor. İdeolojiyle toplumları yönetme taktikleri sınırlanıyor. Tek tip vatandaş üretme modeli çıkmaza giriyor. Bu olgu sadece Türkiye'ye özgü değil.
Nezaketen Kuzu Dedi
Vatan gazetesinde 'Doğru' bir yazar var. 'Vatandaş kuzu gibidir, medya önüne ne koyarsa onu yer' mealinden bir yazı yazdı. Nede olsa güngörmüş bir kalem, nezaketen kuzu dedi. Arşivimde var, ben koyun tabiri kullanmıştım.
Eğer 21. yüzyılda dinamik, küresel rekabete hazır bir toplum olmak istiyorsak, modeli değiştirmenin zamanı geldi, geçiyor. Bu coğrafyada tarihten kopup gelen, önce Zeus'u arkadan İsa'yı çoban olarak gören kültürlerin DNA'sı halen mevcut. Kitlelere koyun muamelesi yapan modellerden vaz geçmek gerekmekte. Kanaat önderlerine büyük sorumluluk düşmekte. Toplumda sessizce yürütülen 'ırkçılık' ideolisine karşı çıkınız. İnsanları dedesi Ermeniydi, anası Rumdu, anneannesi Yahudiydi, babası Kürt kökenli, anası Alevi gibi yaftalarla karalamayınız. Bu yaklaşımlara prim veren ağızları önce siz susturunuz.
Gençlere Umut Verin
Dış İşleri Bakanımız komşularla sıfır sorun politikası uygulamakta. Hatırlatırım, beğenmediğimiz Saddam'ın yıllarca Dış İşleri Bakanlığını yapan Tarık Aziz, Irak'lı bir Hristiyan Arap'tı. Elitlere ve kanaat önderlerine sesleniyorum. Farklı dinlerden, farklı etnik kökenlerden Kuvvet Komutanı, Bakanları, Müsteşarları, yüksek yargıçları olan bir Türkiye vizyonuna kendinizi ve toplumu hazırlayınız.
Yeri gelince sık sık övündüğümüz genç nüfus genelde bir bezginliğe düşmüş durumda. Bir guruba, bir 'takıma' girmezsen, 'aidiyet' yoksa, önümüz tıkalı sendromu gençler arasında yaygın ruh hali. Bu gençleri kazanmanın yolu tepeden başlayıp aşağı doğru damla damla yayılan ırkçılıkla mücadeleden geçmekte.
Hayatta kalabilmek için kalıpların dışına çıkmak gerekmekte. Vakit her türlü etnik grubun, her türlü inanç sahibinin gurur duyarak 'Ne Mutlu Türkiye'liyim' deme vaktidir.