Demokrasi ve ekonomi bir birini tamamladığı oranda gelişmede istikrar sağlanabiliyor. Bir başka anlatımla demokrasi ve ekonomi aynı derecede bir önem katsayısı ile gelişme hedefini sağlayabiliyor.
Demokrasinin kendi açısından belirli standartları var. Ekonomide genel geçer göstergeler var. Bunlar yerli yerinde ancak, belli tezler aşılalı, çeşitli kalıplar kırılalı ve özellikle ön yargılar geride bırakalı çok oldu…
Tez-1, yani, demokratik olgunluğun ekonomik doygunlukla korelasyonu bir ölçüde zayıflıyor…
“Belli oranda kişi başına gelir düzeyini” tutturmak elbette önemli; çalışma yaşamının aktörleri olan bireylerin eğitim, kültür, sağlık açısından aldıkları hizmet kalitesi buna bağlı.
Ancak, “gelişmiş” ülkelerde demokrasi pratiğine ilişkin aksamlar olduğu gibi, bazı gelişmekte olan yerlerde katılımcılık anlamında beklenmedik işlevsellikte uygulamalar da ortaya çıkabilmekte…
Örneğin, Kıt’a Avrupa’sında yoksullara ya da yabancılara ekonomik ve demokratik hakları iyileştirici önlemler belli bir ayrımcılıkla karşılanabilirken, Hindistan’da ya da Uzak Asya’da kimi yerlerde ekonomik ve demokratik reform talepleri daha uyumlu yanıtlar bulabiliyor.
Antitez-1, demek ki, demokrasi, hangi gelişme düzeyinde olursa olunsun, bir iyi yönetişim ve katılım kapılarının açık tutulması sorunudur… Siyah-beyaz, ya da renkli fark etmez bir saydamlık konusudur. Ve, demokrasinin kişi başına milli gelir ile olan ilintisi sosyal analiz ekseni içindeki mutlaklığını yitiriyor…
Tez-2, diyebileceğimiz ve ekonominin aktörleri olan devlet-yurttaş ile işçi sendikası- işveren örgütlenmesi arasında “doğal” sayıla gelen ‘çıkar çatışması’ yerini zıtların birliğine bırakıyor…
Bu öylesine böyle ki; bir dönem Sovyet veya kapitalist kalkınma modellerinin yamacından pıtrak veren “üçüncü” yolculuktan öte, gelişmenin bütünselliği bağlamında siyaset üzerinden demokrasiyi de etkiliyor. Ya da tersi…
Sınırlayan devletten düzenleyen devlete geçiş, şimdilik girişimciyi daha da rahatlattı. Ancak demokrasi için neredeyse Partiler kadar önemli olan sendikaların ve devlet-yurttaş arasındaki köprü tahkimleri olan sivil toplum örgütlerinin işlevselliği, çaba ve ilgi bekleyen bir alan açtı.
Sivil, kendiliğinden ve kendisi için olan (olması beklenen) bu alanda, ekonomik menfaatleri kollayan toplu pazarlıklar, demokrasiyi de ekonomiyi de güçlendirici birer faaliyet olarak var. Ekonomiden pay, demokraside hak almanın kopmaz bağı daha çok keşfedilende; farklılıklara saygı temelinde bir denge daha da mümkün hale geliyor.
Antitez-2, ekonomik çıkar odakları, olmazda değil olurda uzlaşma sanatını sergiliyor; ‘ortaklaşa hedefler’ toplumsal verim sağlıyor…
Bu gerçekliğin uzmanlar katında kavranılmasıyla, bireylerin / ailelerin, siyaset, sendika, kitle örgütlenmesi üzerinden hak arama bilincine daha çok erişmeleri arasında tarihten güncele, coğrafyadan toplumsal belleğe kuşkusuz bir dolu etmen belirleyicidir. İşsizlik, güvencesizlik kompartmanı geminin ilk su alan bölümü olabilir, ama bu doğru, “gemi batarsa sular herkesi yutar” gerçeği içinde erimektedir.
Ve, sentez… Ekonomide gelişme, demokraside iyileşme, toplumsal yaşamda yenileşme…
Genel geçer değer yargılarında ortaklaşma korkutucu değildir: Üretkenlik x verimlilik, ekonomiden hak ettiği payı alabilmek, hakkaniyete dayalı vergi düzeni, belli bir enflasyon haddinin ve bütçe açığının aşılmaması; sosyal devletin asgari bütçe payının sulandırılmaması..
Eşanlı olarak da, söz ve örgütlenme özgürlüğünden sonuna dek yararlanılması, beyana dayanan; yurttaşa güvenen bir kamu yapılanması; o arada, “yabancıların”, kadınların, gençlerin ırk, din, dil temelinde ayrıştırılmaması…
Bu vaazlar, asla (piyasa + devlet) kapitalizmin nihai zaferi olarak okunamaz. Tam tersine yurttaşın ister sosyalist ister kapitalist devlet için feda edildiği bloklaşmadan çıkılıp, yurttaşların demokratik yaşama katılım açlığını kışkırtan bir ekonomik bilince erdiği o dünya; kirliliği, silahlanmayı sorgulayan bir dayanışma çağrısına etkin davetiye çıkarabilir…
Ekonomide gelişme, demokraside iyileşme, toplumsal yaşamda yenileşme; 21. yüzyılın “sentezi” olsa gerekir. Türkiye’nin planlı ekonomiden sosyal Pazar ekonomisine geçiş açısından bedelleri ödenmiş birikimleri ve temsili demokrasiyi katılımcı demokrasi ile taçlandıracak deneyimleri olduğu sabittir.
Umalım bu yolculukta Dünya’da, Türkiye’de “başarsın”!
">
Demokrasi ve ekonomi bir birini tamamladığı oranda gelişmede istikrar sağlanabiliyor. Bir başka anlatımla demokrasi ve ekonomi aynı derecede bir önem katsayısı ile gelişme hedefini sağlayabiliyor.
Demokrasinin kendi açısından belirli standartları var. Ekonomide genel geçer göstergeler var. Bunlar yerli yerinde ancak, belli tezler aşılalı, çeşitli kalıplar kırılalı ve özellikle ön yargılar geride bırakalı çok oldu…
Tez-1, yani, demokratik olgunluğun ekonomik doygunlukla korelasyonu bir ölçüde zayıflıyor…
“Belli oranda kişi başına gelir düzeyini” tutturmak elbette önemli; çalışma yaşamının aktörleri olan bireylerin eğitim, kültür, sağlık açısından aldıkları hizmet kalitesi buna bağlı.
Ancak, “gelişmiş” ülkelerde demokrasi pratiğine ilişkin aksamlar olduğu gibi, bazı gelişmekte olan yerlerde katılımcılık anlamında beklenmedik işlevsellikte uygulamalar da ortaya çıkabilmekte…
Örneğin, Kıt’a Avrupa’sında yoksullara ya da yabancılara ekonomik ve demokratik hakları iyileştirici önlemler belli bir ayrımcılıkla karşılanabilirken, Hindistan’da ya da Uzak Asya’da kimi yerlerde ekonomik ve demokratik reform talepleri daha uyumlu yanıtlar bulabiliyor.
Antitez-1, demek ki, demokrasi, hangi gelişme düzeyinde olursa olunsun, bir iyi yönetişim ve katılım kapılarının açık tutulması sorunudur… Siyah-beyaz, ya da renkli fark etmez bir saydamlık konusudur. Ve, demokrasinin kişi başına milli gelir ile olan ilintisi sosyal analiz ekseni içindeki mutlaklığını yitiriyor…
Tez-2, diyebileceğimiz ve ekonominin aktörleri olan devlet-yurttaş ile işçi sendikası- işveren örgütlenmesi arasında “doğal” sayıla gelen ‘çıkar çatışması’ yerini zıtların birliğine bırakıyor…
Bu öylesine böyle ki; bir dönem Sovyet veya kapitalist kalkınma modellerinin yamacından pıtrak veren “üçüncü” yolculuktan öte, gelişmenin bütünselliği bağlamında siyaset üzerinden demokrasiyi de etkiliyor. Ya da tersi…
Sınırlayan devletten düzenleyen devlete geçiş, şimdilik girişimciyi daha da rahatlattı. Ancak demokrasi için neredeyse Partiler kadar önemli olan sendikaların ve devlet-yurttaş arasındaki köprü tahkimleri olan sivil toplum örgütlerinin işlevselliği, çaba ve ilgi bekleyen bir alan açtı.
Sivil, kendiliğinden ve kendisi için olan (olması beklenen) bu alanda, ekonomik menfaatleri kollayan toplu pazarlıklar, demokrasiyi de ekonomiyi de güçlendirici birer faaliyet olarak var. Ekonomiden pay, demokraside hak almanın kopmaz bağı daha çok keşfedilende; farklılıklara saygı temelinde bir denge daha da mümkün hale geliyor.
Antitez-2, ekonomik çıkar odakları, olmazda değil olurda uzlaşma sanatını sergiliyor; ‘ortaklaşa hedefler’ toplumsal verim sağlıyor…
Bu gerçekliğin uzmanlar katında kavranılmasıyla, bireylerin / ailelerin, siyaset, sendika, kitle örgütlenmesi üzerinden hak arama bilincine daha çok erişmeleri arasında tarihten güncele, coğrafyadan toplumsal belleğe kuşkusuz bir dolu etmen belirleyicidir. İşsizlik, güvencesizlik kompartmanı geminin ilk su alan bölümü olabilir, ama bu doğru, “gemi batarsa sular herkesi yutar” gerçeği içinde erimektedir.
Ve, sentez… Ekonomide gelişme, demokraside iyileşme, toplumsal yaşamda yenileşme…
Genel geçer değer yargılarında ortaklaşma korkutucu değildir: Üretkenlik x verimlilik, ekonomiden hak ettiği payı alabilmek, hakkaniyete dayalı vergi düzeni, belli bir enflasyon haddinin ve bütçe açığının aşılmaması; sosyal devletin asgari bütçe payının sulandırılmaması..
Eşanlı olarak da, söz ve örgütlenme özgürlüğünden sonuna dek yararlanılması, beyana dayanan; yurttaşa güvenen bir kamu yapılanması; o arada, “yabancıların”, kadınların, gençlerin ırk, din, dil temelinde ayrıştırılmaması…
Bu vaazlar, asla (piyasa + devlet) kapitalizmin nihai zaferi olarak okunamaz. Tam tersine yurttaşın ister sosyalist ister kapitalist devlet için feda edildiği bloklaşmadan çıkılıp, yurttaşların demokratik yaşama katılım açlığını kışkırtan bir ekonomik bilince erdiği o dünya; kirliliği, silahlanmayı sorgulayan bir dayanışma çağrısına etkin davetiye çıkarabilir…
Ekonomide gelişme, demokraside iyileşme, toplumsal yaşamda yenileşme; 21. yüzyılın “sentezi” olsa gerekir. Türkiye’nin planlı ekonomiden sosyal Pazar ekonomisine geçiş açısından bedelleri ödenmiş birikimleri ve temsili demokrasiyi katılımcı demokrasi ile taçlandıracak deneyimleri olduğu sabittir.
Umalım bu yolculukta Dünya’da, Türkiye’de “başarsın”!