Davutoğlu ve Babacan kazandı, muhalefet kaybetti!

5 ay aradan sonra 2. seçim ve bütün tahminlerin deyimi yerindeyse ‘gümlemesi’.Herkes ‘koalisyon’...

Hakan Tartan hakan.tartan@haber3.com

5 ay aradan sonra 2. seçim ve bütün tahminlerin deyimi yerindeyse ‘gümlemesi’.

Herkes ‘koalisyon’ derken, bir iki araştırmacı ve gazeteciden ‘tek başına Ak Parti iktidarı’ sesi geldi.

Doğruyu onlar bildi. Olmadık fırıldaklar çeviren, halkın hür iradesini etkilemek isteyenler ise duvara çarptı, artık onlara da susmak yakışır!

Eğer biraz onurları varsa..

Seçimleri birlikte yorumlayalım:

Kazanan tek; Ak Parti.

Ancak Ak Parti’nin belki de bu sürpriz başarısının ardında bence iki temel isim ve iki temel strateji var. Bu iki isim Başbakan Ahmet Davutoğlu ile eski Başbakan Yardımcısı ve Ankara milletvekili Ali Babacan.

Davutoğlu, sakin, tutarlı, hoşgörülü yapısı ile halka kendini sevdirdi. Zaman zaman kararlı çıkışları da sempati topladı. Birlikte çalışacağı bir kadro oluşturdu. Rüşdünü ispat etti.

Diğer önemli isim, hiç kimse hafife almasın, ekonomide ciddi kazanımlar sağlayan Ali Babacan’dır. Davutoğlu’nun son dakika hamlesi ile Babacan’ı yeniden aday göstermesi hem işalemi açısından bir güvence olmuş, hem de ekonomideki istikrarın devamı anlamında bir mesaj özelliği taşımıştır.

Bu anlamda Babacan isminin özellikle büyük kentlerde önemli bir itici güç olduğu göz ardı edilmemelidir.

İki temel stratejinden en belirgin ilki  ise ABD ile Suriye konusunda yapılan işbirliği ve bunun sonucunda dış politikada ortaya çıkan yeni yaklaşımdır. Daha önceki yazımda bunu net bir şekilde ifade etmiştim. Bu yaklaşım dış politikada Türkiye’nin yalnız olmadığını ortaya koymuş ve halkta güven uyandırmıştır. Tabi bu süreçte yaşanan terör saldırıları da ancak kararlı bir hükümetin mücadelesi ile sonlanacak imajını halkın zihnine yerleştirmiştir. Ve bu konuda Ak Parti avantaj sağlamıştır. Yani terörle arasına mesafe koyan kazanmıştır.

İkinci temel strateji ise ekonomide verilen güvencedir. 13 yıldır süren, zaman zaman eleştiriler olsa da, halkın desteklediği istikrar kazanmıştır. Bu anlamda muhalefet partilerinin ‘sığ söylemleri’ ilgi görmemiştir. Klasik vaatler yerine tutarlı ve kaynakları belli yeni hedefleri, dış dünyayla iyi bağları ve güçlü ihracat yapılarını ortaya koyma beklentileri gerçekleşmemiştir.  Bu olmadı. Ak Parti’nin Babacan, Şimşek, yeni kadroya giren Naci Ağbal ve İbrahim Turhan gibi isimlerle verdiği ‘ekonomi bizim işimiz’ mesajı doğrusu tutmuştur.

Peki kaybeden kim?

Hiç kıvırmayalım, sayılarla oynamayalım, kendimize haklılık alanı yaratmayalım!

Kaybeden topyekün muhalefettir.

Muhalefetin hiçbir söylemi karşılık görmemiştir.

Bırakın oy kazanımını, artan yeni seçmen sayısından bile oy oranında bir dağılım gerçekleşmemiştir.

CHP için yapılması gereken öz kadrolarına dönmek, gençlere ve kadınlara el uzatmak. Başta ekonomi olmak üzere siyasal ve sosyal konularda yeni söylemler geliştirmek ve mümkünse yeni isimler kazanmak.

MHP ise ‘tam kaybeden’. Ama görünen köy kılavuz istemez. Ben daha önceki yazılarımda bu düşüşü vurgularken, tepki gösterenler oldu. Oysa siyaset pozitif bir bilimdir ve aynı zamanda sokağın sesidir. Sokağın ve halkın sesini dinlediğinizde gerçeği görürsünüz. Her şeye ‘hayır’ dediği görüntüsü veren MHP’nin başarılı olması beklenemezdi. Siyaset iktidar ve hizmet için yapılır, böyle hedefi olmayan partilerin halktan destek alması mümkün mü? MHP ‘hayırcı’ yaklaşımdan büyük zarar gördü. Bunun üstüne Tuğrul Türkeş gibi ‘ülkücü hareketin kurucusu’ bir ismin parti milletvekili olan oğlunu kaybetti. Hem de ağır suçlamalarla. Kimse ‘yahu bu hareketi Türkeş yarattı, büyüttü, biz Tuğrul’u bir kalemde silmeyelim’ demedi. Ayrıca Meral Akşener de yok yere devre dışı bırakıldı. Başka önemli isimler de harcandı. Hepsi birleşti ve bu noktaya gelindi.

HDP de oy kaybetti. Emanet oylar büyük ölçüde Ak Parti ve CHP’ye döndü. Elbette PKK ile organik bağın ortadan kalkması konusunda net tavır koymaması, ‘Türkiye Partisi’ olma iddiasını gündeme taşıdığı halde söylem ve adayları ile bu mesajı veremediği bir gerçek.

Ancak HDP’nin diğer partilere oranla daha zor koşullarda seçim çalışması yaptığını, çok sık tehditlerle karşılaştığını da vurgulamak gerekir.

Öyle ya da böyle bir seçim noktalandı.

Ak Parti yeniden tek başına iktidar.

Bundan sonra Başbakan Davutoğlu’na düşen ‘kimseyi ötekileştirmeden’, ülkede ‘demokrasi ve hukuk kurallarının herkes için eşit’ uygulandığı bir sistemi uygulamaktır.

Yoksa gelecek 4 yıl sıkıntılı olur.

Sıkıntıyı aşmak Davutoğlu’nun elinde. Yumuşak ve kucaklayıcı söylemlerle.

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *
Gazeteci – Yazar, Siyaset Bilimci ve Uluslar arası Strateji Uzmanı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik e. Bakanı, 20. ve 21. dönem İzmir Milletvekili.

">

5 ay aradan sonra 2. seçim ve bütün tahminlerin deyimi yerindeyse ‘gümlemesi’.

Herkes ‘koalisyon’ derken, bir iki araştırmacı ve gazeteciden ‘tek başına Ak Parti iktidarı’ sesi geldi.

Doğruyu onlar bildi. Olmadık fırıldaklar çeviren, halkın hür iradesini etkilemek isteyenler ise duvara çarptı, artık onlara da susmak yakışır!

Eğer biraz onurları varsa..

Seçimleri birlikte yorumlayalım:

Kazanan tek; Ak Parti.

Ancak Ak Parti’nin belki de bu sürpriz başarısının ardında bence iki temel isim ve iki temel strateji var. Bu iki isim Başbakan Ahmet Davutoğlu ile eski Başbakan Yardımcısı ve Ankara milletvekili Ali Babacan.

Davutoğlu, sakin, tutarlı, hoşgörülü yapısı ile halka kendini sevdirdi. Zaman zaman kararlı çıkışları da sempati topladı. Birlikte çalışacağı bir kadro oluşturdu. Rüşdünü ispat etti.

Diğer önemli isim, hiç kimse hafife almasın, ekonomide ciddi kazanımlar sağlayan Ali Babacan’dır. Davutoğlu’nun son dakika hamlesi ile Babacan’ı yeniden aday göstermesi hem işalemi açısından bir güvence olmuş, hem de ekonomideki istikrarın devamı anlamında bir mesaj özelliği taşımıştır.

Bu anlamda Babacan isminin özellikle büyük kentlerde önemli bir itici güç olduğu göz ardı edilmemelidir.

İki temel stratejinden en belirgin ilki  ise ABD ile Suriye konusunda yapılan işbirliği ve bunun sonucunda dış politikada ortaya çıkan yeni yaklaşımdır. Daha önceki yazımda bunu net bir şekilde ifade etmiştim. Bu yaklaşım dış politikada Türkiye’nin yalnız olmadığını ortaya koymuş ve halkta güven uyandırmıştır. Tabi bu süreçte yaşanan terör saldırıları da ancak kararlı bir hükümetin mücadelesi ile sonlanacak imajını halkın zihnine yerleştirmiştir. Ve bu konuda Ak Parti avantaj sağlamıştır. Yani terörle arasına mesafe koyan kazanmıştır.

İkinci temel strateji ise ekonomide verilen güvencedir. 13 yıldır süren, zaman zaman eleştiriler olsa da, halkın desteklediği istikrar kazanmıştır. Bu anlamda muhalefet partilerinin ‘sığ söylemleri’ ilgi görmemiştir. Klasik vaatler yerine tutarlı ve kaynakları belli yeni hedefleri, dış dünyayla iyi bağları ve güçlü ihracat yapılarını ortaya koyma beklentileri gerçekleşmemiştir.  Bu olmadı. Ak Parti’nin Babacan, Şimşek, yeni kadroya giren Naci Ağbal ve İbrahim Turhan gibi isimlerle verdiği ‘ekonomi bizim işimiz’ mesajı doğrusu tutmuştur.

Peki kaybeden kim?

Hiç kıvırmayalım, sayılarla oynamayalım, kendimize haklılık alanı yaratmayalım!

Kaybeden topyekün muhalefettir.

Muhalefetin hiçbir söylemi karşılık görmemiştir.

Bırakın oy kazanımını, artan yeni seçmen sayısından bile oy oranında bir dağılım gerçekleşmemiştir.

CHP için yapılması gereken öz kadrolarına dönmek, gençlere ve kadınlara el uzatmak. Başta ekonomi olmak üzere siyasal ve sosyal konularda yeni söylemler geliştirmek ve mümkünse yeni isimler kazanmak.

MHP ise ‘tam kaybeden’. Ama görünen köy kılavuz istemez. Ben daha önceki yazılarımda bu düşüşü vurgularken, tepki gösterenler oldu. Oysa siyaset pozitif bir bilimdir ve aynı zamanda sokağın sesidir. Sokağın ve halkın sesini dinlediğinizde gerçeği görürsünüz. Her şeye ‘hayır’ dediği görüntüsü veren MHP’nin başarılı olması beklenemezdi. Siyaset iktidar ve hizmet için yapılır, böyle hedefi olmayan partilerin halktan destek alması mümkün mü? MHP ‘hayırcı’ yaklaşımdan büyük zarar gördü. Bunun üstüne Tuğrul Türkeş gibi ‘ülkücü hareketin kurucusu’ bir ismin parti milletvekili olan oğlunu kaybetti. Hem de ağır suçlamalarla. Kimse ‘yahu bu hareketi Türkeş yarattı, büyüttü, biz Tuğrul’u bir kalemde silmeyelim’ demedi. Ayrıca Meral Akşener de yok yere devre dışı bırakıldı. Başka önemli isimler de harcandı. Hepsi birleşti ve bu noktaya gelindi.

HDP de oy kaybetti. Emanet oylar büyük ölçüde Ak Parti ve CHP’ye döndü. Elbette PKK ile organik bağın ortadan kalkması konusunda net tavır koymaması, ‘Türkiye Partisi’ olma iddiasını gündeme taşıdığı halde söylem ve adayları ile bu mesajı veremediği bir gerçek.

Ancak HDP’nin diğer partilere oranla daha zor koşullarda seçim çalışması yaptığını, çok sık tehditlerle karşılaştığını da vurgulamak gerekir.

Öyle ya da böyle bir seçim noktalandı.

Ak Parti yeniden tek başına iktidar.

Bundan sonra Başbakan Davutoğlu’na düşen ‘kimseyi ötekileştirmeden’, ülkede ‘demokrasi ve hukuk kurallarının herkes için eşit’ uygulandığı bir sistemi uygulamaktır.

Yoksa gelecek 4 yıl sıkıntılı olur.

Sıkıntıyı aşmak Davutoğlu’nun elinde. Yumuşak ve kucaklayıcı söylemlerle.

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *
Gazeteci – Yazar, Siyaset Bilimci ve Uluslar arası Strateji Uzmanı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik e. Bakanı, 20. ve 21. dönem İzmir Milletvekili.

Tüm yazılarını göster