Türk sosyal biliminde efsanevi hocadır; Şerif Mardin.
1960’larda geliştirilen merkez-çevre/Center-Periphery teorisini Türk siyasi tarihini analiz etmek için kullanmıştır.
Şerif Hoca'ya göre Batı’da uzlaşmayla sonuçlanan merkez-çevre gerilimi bizde tersine işlemiştir.
Osmanlı-Türk çağdaşlaşma süreci, esasen merkezle çevrenin siyasi çatışmasının özetidir.
Türkiye de merkez cumhuriyeti kuranların yarattığı bürokrasidir. O bürokrasinin yarattığı büyük burjuvadır; o burjuvazinin yarattığı da "Beyaz Türkler"dir.
Türkiye’de çevre taşradır, taşraya sürülen memurdur, küçük esnaftır, varoş sakinidir, işçidir, köylüdür.
ÇATIŞMANIN YÜRÜTÜLDÜĞÜ ALAN
Merkezin alarm düğmeleri şeriattır, irticadır, laikliktir.
Çevrenin alarm zilleri ise türbandır, elden giden din ve ahlaktır.
Her iki cephe de kendini kendini farklı ifade şekilleriyle sembolize eder.
Örneğin, Cumhuriyet Balosu veya Hac vecibesi gibi...
Bir de zaman zaman 28 Şubat post modern darbesi gibi kurumsal girişimlerle de söz konusu çatışmanın zirve yaptığını da atlamamak gerekir.
NEREYE GİDİYORUM
Yukarıdaki teorik çerçeveyi nereye bağlamak istediğimi merak etmeye başlamışsınızdır sanırım.
Evet, aklımda üç kişi ve bir de kurum var.
Cumhuriyeti kuran elitler, çevredeki fertleri teker teker veya toplam olarak entegre edemedikleri için sürtüşme artarak günümüze geldi.
Sürtüşmenin yarattığı ortamdan yararlanan aklımdaki birinci kişi, Fetullah Gülen’dir.
Gülen’nin itici gücü ne olmuştur?
Çevredeki fakir ama zeki çocukları devşirip çevrenin önemli basamaklarına yerleştirmek.
Peki, hedefi nedir? Merkezi içeriden fethetmek!..
Gülen hareketi gelişip güçlenince Türkiye’ye ‘meftun’ yabancı istihbarat kurumları da kendilerince altın madeni kıymetinde bilgi kaynağı bulmuşlardır. Sonuçta bir çığ etkisi yakalanmıştır.
Aklımdaki ikinci kişi Adnan Hoca’dır.
Adnan Hoca’nın itici gücü nedir?
Gülen’in ters istikametine giderek merkeze yönelmiştir. Büyük burjuvazinin Batılılaşma süreci içerisinde inanç dünyasının zayıflaması sonucu doğan boşluktan faydalanmıştır Adnan Oktar.
Özellikle zengin ailelerin kızlarını hedefleyip yakışıklı ama alt orta sınıftan gelen ‘müritleriyle’ evlendirmiştir. Ailelerin haberi bile olmadan Medeni Kanunun yardımıyla servet transferi gerçekleştirmiştir.
Parasal güç beraberinde Merkez idarenin boşluklarından faydalanıp Adalet, Polis ve medyada ‘Kolonilerini’ kurmuştur bile Adnan Hoca.
Herkesin bal gibi bildiği fakat ifade edilmeyen/edilemeyen dokunulmazlık zırhı vardır kediciklerin sahibinin artık.
Tek fark dış istihbarat örgütleri Adnan Hoca'yla ilgilenmez.
Aklımdaki üçüncü kişi Kemal Kılıçdaroğlu’dur.
Ne alaka demeyin!
Kılıçdaroğlu, merkezi temsil eden partinin genel başkanıdır.
Cumhuriyeti kuran elitlerin, onların uzantısı bürokrasinin, onların da uzantısı 3. ve 4. kuşak iş ve medya dünyasının, kısacası merkezin merkezi saf kan ‘Beyaz Türklerin’ temsilcisidir.
Peki Kemal Bey diğer iki hoca gibi karanlık ve şeytani ruhlu mudur? Asla ve kata değildir!
Kötü niyetli midir? Katiyen değil.
Hatta "Dersimli Alevi nasıl ‘Beyaz Türk’ olabilir?" diyebilirsiniz ama Kemal Bey kapısını kasetle açmış olsa da artık Merkezin Tapınağı CHP’nin başındadır. Dolayısıyla kraldan çok kralcı, yani Beyaz Türk’ün feriştahı olmak zorundadır.
Dikkatinizi çekerim! Kemal Bey bugüne kadar çevreyi dışlamış, ötekileştirmiş, hor görmüş ve entegre edememiş Merkez’den sorumlu kurum CHP’nin genel başkanıdır.
Kemal Bey’in cevaplandırması gereken soru:"Merkez olarak neden çevreyi kazanamadık, nerede yanlış yaptık?" sorusudur.
Aslında o soruyu sorma ve cevaplandırma kudreti, ‘damarlarındaki asil kanda mevcuttur’ fakat ne hikmetse (Çetin’de değil) bu basit soruyu (Kuantum Fizik de değil) bir türlü soramıyor.
Velhasıl şu bir gerçek ki, merkezle çevre arasındaki bağlantıyı tek bir damar sağlıyor. Ve o damarın adı da siyasettir.
Ama yaşadıklarımız gösterdi ki aynı damardan her zaman asil kan akmıyor.
">
Türk sosyal biliminde efsanevi hocadır; Şerif Mardin.
1960’larda geliştirilen merkez-çevre/Center-Periphery teorisini Türk siyasi tarihini analiz etmek için kullanmıştır.
Şerif Hoca'ya göre Batı’da uzlaşmayla sonuçlanan merkez-çevre gerilimi bizde tersine işlemiştir.
Osmanlı-Türk çağdaşlaşma süreci, esasen merkezle çevrenin siyasi çatışmasının özetidir.
Türkiye de merkez cumhuriyeti kuranların yarattığı bürokrasidir. O bürokrasinin yarattığı büyük burjuvadır; o burjuvazinin yarattığı da "Beyaz Türkler"dir.
Türkiye’de çevre taşradır, taşraya sürülen memurdur, küçük esnaftır, varoş sakinidir, işçidir, köylüdür.
ÇATIŞMANIN YÜRÜTÜLDÜĞÜ ALAN
Merkezin alarm düğmeleri şeriattır, irticadır, laikliktir.
Çevrenin alarm zilleri ise türbandır, elden giden din ve ahlaktır.
Her iki cephe de kendini kendini farklı ifade şekilleriyle sembolize eder.
Örneğin, Cumhuriyet Balosu veya Hac vecibesi gibi...
Bir de zaman zaman 28 Şubat post modern darbesi gibi kurumsal girişimlerle de söz konusu çatışmanın zirve yaptığını da atlamamak gerekir.
NEREYE GİDİYORUM
Yukarıdaki teorik çerçeveyi nereye bağlamak istediğimi merak etmeye başlamışsınızdır sanırım.
Evet, aklımda üç kişi ve bir de kurum var.
Cumhuriyeti kuran elitler, çevredeki fertleri teker teker veya toplam olarak entegre edemedikleri için sürtüşme artarak günümüze geldi.
Sürtüşmenin yarattığı ortamdan yararlanan aklımdaki birinci kişi, Fetullah Gülen’dir.
Gülen’nin itici gücü ne olmuştur?
Çevredeki fakir ama zeki çocukları devşirip çevrenin önemli basamaklarına yerleştirmek.
Peki, hedefi nedir? Merkezi içeriden fethetmek!..
Gülen hareketi gelişip güçlenince Türkiye’ye ‘meftun’ yabancı istihbarat kurumları da kendilerince altın madeni kıymetinde bilgi kaynağı bulmuşlardır. Sonuçta bir çığ etkisi yakalanmıştır.
Aklımdaki ikinci kişi Adnan Hoca’dır.
Adnan Hoca’nın itici gücü nedir?
Gülen’in ters istikametine giderek merkeze yönelmiştir. Büyük burjuvazinin Batılılaşma süreci içerisinde inanç dünyasının zayıflaması sonucu doğan boşluktan faydalanmıştır Adnan Oktar.
Özellikle zengin ailelerin kızlarını hedefleyip yakışıklı ama alt orta sınıftan gelen ‘müritleriyle’ evlendirmiştir. Ailelerin haberi bile olmadan Medeni Kanunun yardımıyla servet transferi gerçekleştirmiştir.
Parasal güç beraberinde Merkez idarenin boşluklarından faydalanıp Adalet, Polis ve medyada ‘Kolonilerini’ kurmuştur bile Adnan Hoca.
Herkesin bal gibi bildiği fakat ifade edilmeyen/edilemeyen dokunulmazlık zırhı vardır kediciklerin sahibinin artık.
Tek fark dış istihbarat örgütleri Adnan Hoca'yla ilgilenmez.
Aklımdaki üçüncü kişi Kemal Kılıçdaroğlu’dur.
Ne alaka demeyin!
Kılıçdaroğlu, merkezi temsil eden partinin genel başkanıdır.
Cumhuriyeti kuran elitlerin, onların uzantısı bürokrasinin, onların da uzantısı 3. ve 4. kuşak iş ve medya dünyasının, kısacası merkezin merkezi saf kan ‘Beyaz Türklerin’ temsilcisidir.
Peki Kemal Bey diğer iki hoca gibi karanlık ve şeytani ruhlu mudur? Asla ve kata değildir!
Kötü niyetli midir? Katiyen değil.
Hatta "Dersimli Alevi nasıl ‘Beyaz Türk’ olabilir?" diyebilirsiniz ama Kemal Bey kapısını kasetle açmış olsa da artık Merkezin Tapınağı CHP’nin başındadır. Dolayısıyla kraldan çok kralcı, yani Beyaz Türk’ün feriştahı olmak zorundadır.
Dikkatinizi çekerim! Kemal Bey bugüne kadar çevreyi dışlamış, ötekileştirmiş, hor görmüş ve entegre edememiş Merkez’den sorumlu kurum CHP’nin genel başkanıdır.
Kemal Bey’in cevaplandırması gereken soru:"Merkez olarak neden çevreyi kazanamadık, nerede yanlış yaptık?" sorusudur.
Aslında o soruyu sorma ve cevaplandırma kudreti, ‘damarlarındaki asil kanda mevcuttur’ fakat ne hikmetse (Çetin’de değil) bu basit soruyu (Kuantum Fizik de değil) bir türlü soramıyor.
Velhasıl şu bir gerçek ki, merkezle çevre arasındaki bağlantıyı tek bir damar sağlıyor. Ve o damarın adı da siyasettir.
Ama yaşadıklarımız gösterdi ki aynı damardan her zaman asil kan akmıyor.