Bu yıl İstanbul Teknik Üniversitesi’ ne başlayan oğlumla birlikte, Lüküs Hayat Opereti’ ni izlemeye gittik. Sonra da, sanat üzerine hararetli bir tartışmaya daldık. Sen bir bilim adamı olacaksın, sana biraz sanat enjekte edeyim dedim. Eğer oyuna, hala gitmediyseniz, lütfen hemen gidin, gittiyseniz, gidenler gitmeyenlere anlatsın. Bir de benim gibi, ‘çocuğu entelektüel yaşama adapte etme fırsatıyla’ , ancak gitme şansı bulduysanız, kendinize de kızın, niye bu kadar geç kaldım diye…
Her şekilde kaçırmayın derim. 26 yıldır oynanıyor olmasına şaşırmamak lazım. Bir de tabii Zihni Göktay faktörünü unutmamak. Sadece seyirciyi selamlarken bile, ne kadar samimi ve içten olduğuna, aranızda nasıl bir sevgi seli oluştuğuna dikkat edin.
4 saat, 3 perde boyunca insan bir yorulmaz mı, ya da bazı sahneleri biraz daha kötü oynamaz mı? Hayır. Başından sonuna full enerji. Maşallah diyorum.
Önümüzdeki günlerde, kabul ederse, kendisiyle röportaj yapmak isterim. Sanatı konuşuruz, sanatçıya verilen değeri, bir sanatçının nasıl olması gerektiğini, kimlere iyi sanatçı denildiğini. Bir televizyon programı ya da dizilerde, oyuncuların binlerce lira aldığını ama gerçek sanatçıların niye bir otomobili bile olmadığını, mesela Esra Erol’ un, katıldığı televizyon programında, ‘neden ‘jeepimle giderken, otobüsün içinde giden insanlar görünce ağlıyorum’ demesini, vah vah diye boy boy manşet atan ‘gazetecilerimizin!’, yılların sanatçısı Zihni Göktay’ ın otomobili olmamasıyla hiç ilgilenmediğini, daha doğrusu, hukumetin niye bu konuda bir şey yapmadığını, neden bir çok eski Yeşilçam artistinin, unutulma ve fakirlik sınırında yaşadığını.
Ve daha bir çok şeyi….
Bakın, bir inşaat düşünün, temeli zayıf ve siz üzerine habire kat çıkıyorsunuz, üstelik çıktığınız katlarda da iş yok, kalitesiz ve banal. Sonuç itibariyle, bu bina ya da rezidans bir süre sonra ayakta kalamayacak ama pahalı ve kalitesiz haliyle şişinmeye devam edecek.
Bizdeki kültürel, sanatsal, toplumsal yozlaşmanın nedeni maalesef bu. Değerler, yerli yerinde değil, tamamiyle bozuk bir düzende işlediği için, ne yazanlar, ne çizenler, ne eleştirenler hiçbir şey kalite sınırları içinde değil, çünkü temel değerler yerinde değil.
Ben bu gün, neden televizyonda bundan 2 sene önce ortada olmayan insan çıkıyor binlerce lira kazanıyor diye kızmıyorum, Allah daha çok versin, neden gerçek sanatçılar da hak ettiği değeri göremiyor diye üzülüyorum.
İlla ki , o sanatçının da, para kazanmak için, banal yollara mı başvurması lazım diye düşünüyorum. Yani popüler olmak için, mutlaka saçma ve çirkin bir yolunuz ya da geçmişiniz mi olması lazım?
Mesela Ayşe Arman ve Tamer Karadağlı arasındaki polemiğin seviyesine bir bakın. Her şey çok açık ve net. Kimin başlattığının, kimin haklı olduğunun, ya da olmadığının bir önemi yok. Sonuç meydanda…
İnsanlar çok ölçüsüz ve hadsiz.
Bir önceki köşe yazıma gelen yorumlardan birinde şöyle diyor vatandaş, ( bu arada ben de, kendisine uymak için seviyemi biraz düşürmek zorundayım) büyük gazetecilik konulu yazıma cevap vermiş, aklınca beni küçümsüyor…
‘ Teyzen, eniştenin kaçıncı karısı?’
Cevap veriyorum;1) Sanane? 2) 50 yıldır ilk ve son eşi….
Kendinde bu soruyu sorma hadsizliği gösteren bir insana cevap vermek benim için abes ama yazıma konu teşkil ettiği için değinmek zorunda kalıyorum. Bu çirkinlikten dolayı okurlarımdan özür diliyorum.
Yani çoğunluk seviyesini bilmiyor, bu seviyesini bilmeyen insanların kurduğu düzen içinde , onların sanatçıları, onların, gazetecileri, onların televizyoncuları falan derken, onların popüler kültür anlayışı içinde, biz de biraz izole, biraz dışında, mecburen biraz içinde, yaşayıp gidiyoruz….
Sonuç olarak, çocuklarımıza verdiğimiz kültür ve eğitim çok önemli, çünkü bu bozuk düzeni değiştirecek olan onlar. Unutmamak lazım ki, değer yargılarının, para, hırs ve banallikle ölçülmediği bir kültür, öz eleştiri yapabilecek kadar sağduyu, kendi ayağının üstünde durabilecek kadar güç sahibi olmayı öğrenemeyen çocuklar, bu toplumun yozlaşmış kaderini değiştiremezler….
">
Bu yıl İstanbul Teknik Üniversitesi’ ne başlayan oğlumla birlikte, Lüküs Hayat Opereti’ ni izlemeye gittik. Sonra da, sanat üzerine hararetli bir tartışmaya daldık. Sen bir bilim adamı olacaksın, sana biraz sanat enjekte edeyim dedim. Eğer oyuna, hala gitmediyseniz, lütfen hemen gidin, gittiyseniz, gidenler gitmeyenlere anlatsın. Bir de benim gibi, ‘çocuğu entelektüel yaşama adapte etme fırsatıyla’ , ancak gitme şansı bulduysanız, kendinize de kızın, niye bu kadar geç kaldım diye…
Her şekilde kaçırmayın derim. 26 yıldır oynanıyor olmasına şaşırmamak lazım. Bir de tabii Zihni Göktay faktörünü unutmamak. Sadece seyirciyi selamlarken bile, ne kadar samimi ve içten olduğuna, aranızda nasıl bir sevgi seli oluştuğuna dikkat edin.
4 saat, 3 perde boyunca insan bir yorulmaz mı, ya da bazı sahneleri biraz daha kötü oynamaz mı? Hayır. Başından sonuna full enerji. Maşallah diyorum.
Önümüzdeki günlerde, kabul ederse, kendisiyle röportaj yapmak isterim. Sanatı konuşuruz, sanatçıya verilen değeri, bir sanatçının nasıl olması gerektiğini, kimlere iyi sanatçı denildiğini. Bir televizyon programı ya da dizilerde, oyuncuların binlerce lira aldığını ama gerçek sanatçıların niye bir otomobili bile olmadığını, mesela Esra Erol’ un, katıldığı televizyon programında, ‘neden ‘jeepimle giderken, otobüsün içinde giden insanlar görünce ağlıyorum’ demesini, vah vah diye boy boy manşet atan ‘gazetecilerimizin!’, yılların sanatçısı Zihni Göktay’ ın otomobili olmamasıyla hiç ilgilenmediğini, daha doğrusu, hukumetin niye bu konuda bir şey yapmadığını, neden bir çok eski Yeşilçam artistinin, unutulma ve fakirlik sınırında yaşadığını.
Ve daha bir çok şeyi….
Bakın, bir inşaat düşünün, temeli zayıf ve siz üzerine habire kat çıkıyorsunuz, üstelik çıktığınız katlarda da iş yok, kalitesiz ve banal. Sonuç itibariyle, bu bina ya da rezidans bir süre sonra ayakta kalamayacak ama pahalı ve kalitesiz haliyle şişinmeye devam edecek.
Bizdeki kültürel, sanatsal, toplumsal yozlaşmanın nedeni maalesef bu. Değerler, yerli yerinde değil, tamamiyle bozuk bir düzende işlediği için, ne yazanlar, ne çizenler, ne eleştirenler hiçbir şey kalite sınırları içinde değil, çünkü temel değerler yerinde değil.
Ben bu gün, neden televizyonda bundan 2 sene önce ortada olmayan insan çıkıyor binlerce lira kazanıyor diye kızmıyorum, Allah daha çok versin, neden gerçek sanatçılar da hak ettiği değeri göremiyor diye üzülüyorum.
İlla ki , o sanatçının da, para kazanmak için, banal yollara mı başvurması lazım diye düşünüyorum. Yani popüler olmak için, mutlaka saçma ve çirkin bir yolunuz ya da geçmişiniz mi olması lazım?
Mesela Ayşe Arman ve Tamer Karadağlı arasındaki polemiğin seviyesine bir bakın. Her şey çok açık ve net. Kimin başlattığının, kimin haklı olduğunun, ya da olmadığının bir önemi yok. Sonuç meydanda…
İnsanlar çok ölçüsüz ve hadsiz.
Bir önceki köşe yazıma gelen yorumlardan birinde şöyle diyor vatandaş, ( bu arada ben de, kendisine uymak için seviyemi biraz düşürmek zorundayım) büyük gazetecilik konulu yazıma cevap vermiş, aklınca beni küçümsüyor…
‘ Teyzen, eniştenin kaçıncı karısı?’
Cevap veriyorum;1) Sanane? 2) 50 yıldır ilk ve son eşi….
Kendinde bu soruyu sorma hadsizliği gösteren bir insana cevap vermek benim için abes ama yazıma konu teşkil ettiği için değinmek zorunda kalıyorum. Bu çirkinlikten dolayı okurlarımdan özür diliyorum.
Yani çoğunluk seviyesini bilmiyor, bu seviyesini bilmeyen insanların kurduğu düzen içinde , onların sanatçıları, onların, gazetecileri, onların televizyoncuları falan derken, onların popüler kültür anlayışı içinde, biz de biraz izole, biraz dışında, mecburen biraz içinde, yaşayıp gidiyoruz….
Sonuç olarak, çocuklarımıza verdiğimiz kültür ve eğitim çok önemli, çünkü bu bozuk düzeni değiştirecek olan onlar. Unutmamak lazım ki, değer yargılarının, para, hırs ve banallikle ölçülmediği bir kültür, öz eleştiri yapabilecek kadar sağduyu, kendi ayağının üstünde durabilecek kadar güç sahibi olmayı öğrenemeyen çocuklar, bu toplumun yozlaşmış kaderini değiştiremezler….