Dedemle ilgili hatırladığım en son şey, onun beni kucağına alıp ‘Gümbür’ diye bombaların patlamasını taklit etmesiydi. O sesi çıkarırken, dönüp dikkatle yüzüne bakardım. Ne garip adam derdim içimden, bir kıza niye bombaları anlatıyor ki? Geçmiş zaman, belki biraz da korkar, içim ürperirdi. 3-4 yaşındaki bir kız çocuğu için ilginç bir hatıraydı çünkü….
Onu çok fazla tanımadım, hatta korkmayım diye ya da sebebini hala bilmiyorum, beni cenazesine bile götürmemişlerdi. Türk Bayrağı’ na sarılı, top arabası ile naaşının gittiğini, ancak resimlerden görmüştüm. Hiçbir aile büyüğümün cenazesine gitmemiştim, taa ki belli yaşa gelene kadar. Bu gün düşündüğümde, ölümle barışık olmayışımın sebebini buna bağlıyorum kim bilir?
Her neyse dedem garip bir adamdı. Çok fazla konuşmaz, sadece hızlı adımlarla her gün açık havada yürüyüş yapar. Beni her gördüğünde de savaşla ilgili anılarını anlatırdı. Atatürk onun için, ilah gibiydi, vatan aşkı da uğrunda hayatını feda edebileceğin bir kavram.
Savaşla ilgili anıları tıpkı o anda yaşanıyormuş gibi tazeydi. Değişik bir insandı. Neden değişik olduğunu aslında şimdi daha iyi anlıyorum. Savaş görmüş insanla, bizler gibi tasasız yaşayan insanların tavrı değişik oluyor. Aynı şey olmadığını yeni yeni idrak edebiliyorum.
Dedem hem 1. Dünya Savaşı’ na, hem de Kurtuluş Savaşı’ na katılmış, bir subaydı. Annemler hala, Gazi madalyasının ne kadar önemli ve onurlu bir madalya olduğunu konuşurlar. Sanırım, şimdi kuzenimdeymiş , ben nasıl bir şey olduğunu hiç görmedim.
Aslında her şey şöyle başlamış; dedem Kuleli İdadisi’ nde (Kuleli Askeri Lisesi’ nde) okurken, Mustafa Kemal’ e inanıyor, onun yanında yer almak istiyor ve okuldan kaçarak, orduya katılıyor. O zamanlar tabii şimdiki kadar gelişmiş ve güçlü askeri imkanlar yok daha çok, top tüfekten ziyade iman gücüyle savaşıyorlar.
1. dünya savaşı, Osmanlı’ nın ağır yenilgiler aldığı bir dönem..Hemen akabinde de, Kurtuluş Savaşı başlıyor zaten..
Dedem, Suriye –Filistin cephesinde savaşırken, kürek kemiğine bir şarapnel parçası giriyor ve ciğerini parçalıyor. Nehir kenarına yuvarlanıyor ve orada suya çok yakınlaşmışken, bayılıp kalıyor bu sırada yanına annemin anlattığına göre Mecusiler geliyor ve ölüp ölmediğinden emin olmak için, bir kez daha ciğerine süngüyü batırıyorlar. Hareket etmeyince de, öldüğünü zannedip gidiyorlar.
O yaralı halde biraz daha süre geçiyor. Bu sefer İngiliz askerleri geliyor, artık dedem ölmek üzere, nabzı iyice yavaşlamış. Fakat çok hafif bir yürek atımı duydukları için, savaş esiri olarak, onu alıp sahra hastanesine götürüyorlar.
Hastanede, morfin falan bulunmadığı için, dedemi öylece ameliyat edip, ciğerindeki şarapnel parçasını çıkartıp tedavi ediyorlar ve bir süre o şekilde iyileşme sürecini geçiriyor. Bu arada Cevdet Sunay’ da okuldan sınıf arkadaşı ve aynı cephede savaştıkları için, her ikisi de aynı anda savaş esiri..
İngilizler onları çalıştırıyor, hastaneye, yaralılara su filan taşıyorlar. Yine böyle bir günde ikisi birlikte, sahra hastanesinden kaçıp, yürüyerek yola çıkıyorlar.
Yolda yürürken, aç kalmamak adına, ağaç kabukları, kaplumbağalar v.s o gibi şeyleri yiyerek vatanlarına dönüyorlar..
Suriye- Filistin cephesi maalesef başarısız olan bir cephe oluyor. Çünkü o dönemde, Osmanlı Ordusu 40.000 kişi, İngiliz Ordusu ise 400.000 kişi civarında..
Daha sonra da, dedem Kurtuluş Savaşı’ na da katılıyor ve orada da bizzat savaşıyor.
Benim dedem işte böyle bir insandı…
Onun için belki bana, o çocuk aklımda biraz değişik geliyordu. Şimdiyse nedenini daha iyi anlıyorum. Çünkü o ve onun gibi kahramanlar, bu vatan için canını vermeye her zaman hazır olan ve damarlarında akan kanda cesaretin gücünü taşıyan insanlardı.
Biz şimdi, onların bize hediye ettiği bu değerli toprak parçası üzerinde, bunları hiç yaşamadan, o günleri görmediğimiz için çok da fazla anlamadan ama değerini bilerek yaşıyoruz.
Dedem savaştan sonra uzun yıllar anılarıyla yaşamaya devam etti. Tam 76 yaşında hayatını kaybetti. Onu kaybettiğimizde, ölüm nedeni , ciğerindeki hasara bağlı olarak zatürree yazıyordu.
Bu gün onu gururla hatırlarken, onun gibi bu vatan için savaşmış, yaşamını kaybetmiş, şehit olmuş tüm kahramanları bir kez daha minnetle hatırlıyorum.
Çünkü bu Cumhuriyet var olduğu sürece, bu isimsiz kahramanların, hikayeleri kuşaktan kuşağa anlatılmaya devam edecek…
Cumhuriyet Bayramımız kendini bu vatana, bu topraklara ait hisseden herkes için kutlu olsun…..
">
Dedemle ilgili hatırladığım en son şey, onun beni kucağına alıp ‘Gümbür’ diye bombaların patlamasını taklit etmesiydi. O sesi çıkarırken, dönüp dikkatle yüzüne bakardım. Ne garip adam derdim içimden, bir kıza niye bombaları anlatıyor ki? Geçmiş zaman, belki biraz da korkar, içim ürperirdi. 3-4 yaşındaki bir kız çocuğu için ilginç bir hatıraydı çünkü….
Onu çok fazla tanımadım, hatta korkmayım diye ya da sebebini hala bilmiyorum, beni cenazesine bile götürmemişlerdi. Türk Bayrağı’ na sarılı, top arabası ile naaşının gittiğini, ancak resimlerden görmüştüm. Hiçbir aile büyüğümün cenazesine gitmemiştim, taa ki belli yaşa gelene kadar. Bu gün düşündüğümde, ölümle barışık olmayışımın sebebini buna bağlıyorum kim bilir?
Her neyse dedem garip bir adamdı. Çok fazla konuşmaz, sadece hızlı adımlarla her gün açık havada yürüyüş yapar. Beni her gördüğünde de savaşla ilgili anılarını anlatırdı. Atatürk onun için, ilah gibiydi, vatan aşkı da uğrunda hayatını feda edebileceğin bir kavram.
Savaşla ilgili anıları tıpkı o anda yaşanıyormuş gibi tazeydi. Değişik bir insandı. Neden değişik olduğunu aslında şimdi daha iyi anlıyorum. Savaş görmüş insanla, bizler gibi tasasız yaşayan insanların tavrı değişik oluyor. Aynı şey olmadığını yeni yeni idrak edebiliyorum.
Dedem hem 1. Dünya Savaşı’ na, hem de Kurtuluş Savaşı’ na katılmış, bir subaydı. Annemler hala, Gazi madalyasının ne kadar önemli ve onurlu bir madalya olduğunu konuşurlar. Sanırım, şimdi kuzenimdeymiş , ben nasıl bir şey olduğunu hiç görmedim.
Aslında her şey şöyle başlamış; dedem Kuleli İdadisi’ nde (Kuleli Askeri Lisesi’ nde) okurken, Mustafa Kemal’ e inanıyor, onun yanında yer almak istiyor ve okuldan kaçarak, orduya katılıyor. O zamanlar tabii şimdiki kadar gelişmiş ve güçlü askeri imkanlar yok daha çok, top tüfekten ziyade iman gücüyle savaşıyorlar.
1. dünya savaşı, Osmanlı’ nın ağır yenilgiler aldığı bir dönem..Hemen akabinde de, Kurtuluş Savaşı başlıyor zaten..
Dedem, Suriye –Filistin cephesinde savaşırken, kürek kemiğine bir şarapnel parçası giriyor ve ciğerini parçalıyor. Nehir kenarına yuvarlanıyor ve orada suya çok yakınlaşmışken, bayılıp kalıyor bu sırada yanına annemin anlattığına göre Mecusiler geliyor ve ölüp ölmediğinden emin olmak için, bir kez daha ciğerine süngüyü batırıyorlar. Hareket etmeyince de, öldüğünü zannedip gidiyorlar.
O yaralı halde biraz daha süre geçiyor. Bu sefer İngiliz askerleri geliyor, artık dedem ölmek üzere, nabzı iyice yavaşlamış. Fakat çok hafif bir yürek atımı duydukları için, savaş esiri olarak, onu alıp sahra hastanesine götürüyorlar.
Hastanede, morfin falan bulunmadığı için, dedemi öylece ameliyat edip, ciğerindeki şarapnel parçasını çıkartıp tedavi ediyorlar ve bir süre o şekilde iyileşme sürecini geçiriyor. Bu arada Cevdet Sunay’ da okuldan sınıf arkadaşı ve aynı cephede savaştıkları için, her ikisi de aynı anda savaş esiri..
İngilizler onları çalıştırıyor, hastaneye, yaralılara su filan taşıyorlar. Yine böyle bir günde ikisi birlikte, sahra hastanesinden kaçıp, yürüyerek yola çıkıyorlar.
Yolda yürürken, aç kalmamak adına, ağaç kabukları, kaplumbağalar v.s o gibi şeyleri yiyerek vatanlarına dönüyorlar..
Suriye- Filistin cephesi maalesef başarısız olan bir cephe oluyor. Çünkü o dönemde, Osmanlı Ordusu 40.000 kişi, İngiliz Ordusu ise 400.000 kişi civarında..
Daha sonra da, dedem Kurtuluş Savaşı’ na da katılıyor ve orada da bizzat savaşıyor.
Benim dedem işte böyle bir insandı…
Onun için belki bana, o çocuk aklımda biraz değişik geliyordu. Şimdiyse nedenini daha iyi anlıyorum. Çünkü o ve onun gibi kahramanlar, bu vatan için canını vermeye her zaman hazır olan ve damarlarında akan kanda cesaretin gücünü taşıyan insanlardı.
Biz şimdi, onların bize hediye ettiği bu değerli toprak parçası üzerinde, bunları hiç yaşamadan, o günleri görmediğimiz için çok da fazla anlamadan ama değerini bilerek yaşıyoruz.
Dedem savaştan sonra uzun yıllar anılarıyla yaşamaya devam etti. Tam 76 yaşında hayatını kaybetti. Onu kaybettiğimizde, ölüm nedeni , ciğerindeki hasara bağlı olarak zatürree yazıyordu.
Bu gün onu gururla hatırlarken, onun gibi bu vatan için savaşmış, yaşamını kaybetmiş, şehit olmuş tüm kahramanları bir kez daha minnetle hatırlıyorum.
Çünkü bu Cumhuriyet var olduğu sürece, bu isimsiz kahramanların, hikayeleri kuşaktan kuşağa anlatılmaya devam edecek…
Cumhuriyet Bayramımız kendini bu vatana, bu topraklara ait hisseden herkes için kutlu olsun…..