Bu gün Sami Özer ile görüntülü olarak bir röportaj gerçekleştirdim. Niye görüntülü olduğuna gelince; Sami Bey’ in sesi o kadar güzel ki, siz de şarkılarını enstrüman olmadan çıplak sesinden dinleyin istedim. Hazır olur olmaz, sitede yayınlanacak. Beğeneceğinizi umuyorum.
Bir çoğunuz bu ismi biliyor ve beğeniyle takip ediyor olabilirsiniz.
Ben ilk defa duydum doğrusu.
Bu tabii ki benim ayıbım ama biraz da, popülerlik adına o kadar vasat isimler sanat dünyasında öne çıkıyor ki. Biz de demek ki, bu rüzgara kendimizi kaptırmışız.
Gerçek sanatçılar, adeta altın her yerde altındır misali, müzik piyasasının çok da içine girmeden, biraz geriden alemi seyrediyorlar.
Hafta sonu bir vesileyle Süleymaniye’ de idim.
Oldum olası, İstanbul’ un eski semtlerine büyük ilgim vardır. Eski İstanbul fotoğraflarına olduğu gibi. Yıllanmış şarabın lezzeti ve kalitesi gibi yaşanmışlıklar bana hep bir anlamlı değerli gelir. Eski semtleri, tarihi dokuyu çok severim.
Bu da o hesap..
Oturduğum yerde, öyle güzel bir ses işittim ki. Kim söylüyor bu ilahiyi diye, hemen cd’ nin çalındığı dükkana gittim. Sadece son bir tane kalmış cd’ yi hemen kaptım.
Arabama koydum, çalarken bir şarkıda, hüngür hüngür ağladım. Adeta içim yıkandı, gözyaşlarıma hakim olamıyorum. Tasavvuf ehilleri bu hale ‘ dem’ diyormuş.
Ben bilmem tabii…
Meğer Sami Özer’ in senfonik ilahileriymiş. İçinde arptan tutun, viyolonsel ve klasik gitarlar, neyler çok çeşitli enstrümanların sesleri var.
Bayıldım, bütün şarkıları günlerdir dinliyorum.
Belki bana kızıyorsunuz, özellikle gecekondu mahallelerinin içinde, adım başı camii yapıp, kötü ses düzenleriyle, sesleri de çok güzel olmayan müezzinlere ezan okutuyorlar diye şikayet etmiştim.
Belki bazılarınız bana kızdınız. İşte bunu söylemek istedim.
Güzel ses ve güzel ses düzeni olmadan, güzel bir şeyi nasıl anlatacaksınız.
İyi bir şey yapıldığı zaman, en önce biz altını çiziyoruz.
Hep Amerikan filmlerinde görürüz, zenciler koro halinde ilahiler okurlar, neşe içersinde, biz de de çok güzel ilahiler vardır ancak ramazandan ramazana hatırlanır.
Oysa müzik evrensel bir şey, zamanı ve mekanı olmamalı.
Bu gün o konuda ne kadar haklı olduğumu bir kez daha anladım.
Beğenilerimi belirleyen şey, yapılan işin ne kadar iyi olduğuyla alakalıymış.
Örneğin röportaj sırasında, çok enteresan bir konunun da altı çizildi.
Bildiğiniz gibi 2010 yılı İstanbul Kültür Başkenti seçildi ve bir çok yerde konserlerle açıldı. Mesela burada güncel sanatçılarımız konser verdi. Tarkan, Deniz Seki falan ancak, bizim kültürümüzün izlerini taşıyan mistik ve sufi müzikler hiç yoktu.
Bu çok enteresan. Bizim müziğimiz yalnızca pop müzik değil ki. Onlar için kötü demiyorum, onlar da olsun.
Yurt dışında konserler verildiğinde, insanların hipnotize olmuş gibi dinlediği müzikleri biz niye ülkemizde, sadece belirli günlerde hatırlıyor ve öne çıkartmıyoruz, bunu çok merak ediyorum.
Ama ben kendi adıma, nasıl köşe yazılarımı yazarken, elimden geldiğince topluma olumlu mesajlar vermek adına yazılar yazıyorsam. Gerçek sanatçıları hatırlatmada da üzerime düşen görevi yapıyorum. Bundan sonrası artık sizlere kalmış, beğenirsiniz, takdir edersiniz etmezsiniz ayrı konu, ben görevimi yapayım. Sanat, kültür bir toplumun ilerleyişi ve diğer ülkelere tanıtımı açısından çok öncelikli bir yere sahip. Bir anlamda reklamımız, ne kadar doğru temeller üzerine kurulursa, ruhumuza ve gelişimimize o kadar katkısı oluyor. Tercih ve seçim bize ait olmak şartıyla…..Popüler sanatçılarımız var ama bu işe yıllarını vermiş, gerçekten kuvvetli bir altyapısı olan sanatçılarımıza da hak ettikleri değeri verelim. Tıpkı Sami Özer’ e olduğu gibi…
">
Bu gün Sami Özer ile görüntülü olarak bir röportaj gerçekleştirdim. Niye görüntülü olduğuna gelince; Sami Bey’ in sesi o kadar güzel ki, siz de şarkılarını enstrüman olmadan çıplak sesinden dinleyin istedim. Hazır olur olmaz, sitede yayınlanacak. Beğeneceğinizi umuyorum.
Bir çoğunuz bu ismi biliyor ve beğeniyle takip ediyor olabilirsiniz.
Ben ilk defa duydum doğrusu.
Bu tabii ki benim ayıbım ama biraz da, popülerlik adına o kadar vasat isimler sanat dünyasında öne çıkıyor ki. Biz de demek ki, bu rüzgara kendimizi kaptırmışız.
Gerçek sanatçılar, adeta altın her yerde altındır misali, müzik piyasasının çok da içine girmeden, biraz geriden alemi seyrediyorlar.
Hafta sonu bir vesileyle Süleymaniye’ de idim.
Oldum olası, İstanbul’ un eski semtlerine büyük ilgim vardır. Eski İstanbul fotoğraflarına olduğu gibi. Yıllanmış şarabın lezzeti ve kalitesi gibi yaşanmışlıklar bana hep bir anlamlı değerli gelir. Eski semtleri, tarihi dokuyu çok severim.
Bu da o hesap..
Oturduğum yerde, öyle güzel bir ses işittim ki. Kim söylüyor bu ilahiyi diye, hemen cd’ nin çalındığı dükkana gittim. Sadece son bir tane kalmış cd’ yi hemen kaptım.
Arabama koydum, çalarken bir şarkıda, hüngür hüngür ağladım. Adeta içim yıkandı, gözyaşlarıma hakim olamıyorum. Tasavvuf ehilleri bu hale ‘ dem’ diyormuş.
Ben bilmem tabii…
Meğer Sami Özer’ in senfonik ilahileriymiş. İçinde arptan tutun, viyolonsel ve klasik gitarlar, neyler çok çeşitli enstrümanların sesleri var.
Bayıldım, bütün şarkıları günlerdir dinliyorum.
Belki bana kızıyorsunuz, özellikle gecekondu mahallelerinin içinde, adım başı camii yapıp, kötü ses düzenleriyle, sesleri de çok güzel olmayan müezzinlere ezan okutuyorlar diye şikayet etmiştim.
Belki bazılarınız bana kızdınız. İşte bunu söylemek istedim.
Güzel ses ve güzel ses düzeni olmadan, güzel bir şeyi nasıl anlatacaksınız.
İyi bir şey yapıldığı zaman, en önce biz altını çiziyoruz.
Hep Amerikan filmlerinde görürüz, zenciler koro halinde ilahiler okurlar, neşe içersinde, biz de de çok güzel ilahiler vardır ancak ramazandan ramazana hatırlanır.
Oysa müzik evrensel bir şey, zamanı ve mekanı olmamalı.
Bu gün o konuda ne kadar haklı olduğumu bir kez daha anladım.
Beğenilerimi belirleyen şey, yapılan işin ne kadar iyi olduğuyla alakalıymış.
Örneğin röportaj sırasında, çok enteresan bir konunun da altı çizildi.
Bildiğiniz gibi 2010 yılı İstanbul Kültür Başkenti seçildi ve bir çok yerde konserlerle açıldı. Mesela burada güncel sanatçılarımız konser verdi. Tarkan, Deniz Seki falan ancak, bizim kültürümüzün izlerini taşıyan mistik ve sufi müzikler hiç yoktu.
Bu çok enteresan. Bizim müziğimiz yalnızca pop müzik değil ki. Onlar için kötü demiyorum, onlar da olsun.
Yurt dışında konserler verildiğinde, insanların hipnotize olmuş gibi dinlediği müzikleri biz niye ülkemizde, sadece belirli günlerde hatırlıyor ve öne çıkartmıyoruz, bunu çok merak ediyorum.
Ama ben kendi adıma, nasıl köşe yazılarımı yazarken, elimden geldiğince topluma olumlu mesajlar vermek adına yazılar yazıyorsam. Gerçek sanatçıları hatırlatmada da üzerime düşen görevi yapıyorum. Bundan sonrası artık sizlere kalmış, beğenirsiniz, takdir edersiniz etmezsiniz ayrı konu, ben görevimi yapayım. Sanat, kültür bir toplumun ilerleyişi ve diğer ülkelere tanıtımı açısından çok öncelikli bir yere sahip. Bir anlamda reklamımız, ne kadar doğru temeller üzerine kurulursa, ruhumuza ve gelişimimize o kadar katkısı oluyor. Tercih ve seçim bize ait olmak şartıyla…..Popüler sanatçılarımız var ama bu işe yıllarını vermiş, gerçekten kuvvetli bir altyapısı olan sanatçılarımıza da hak ettikleri değeri verelim. Tıpkı Sami Özer’ e olduğu gibi…