Çocukluğumun Teşvikiye’ sini hatırlıyorum da, şimdiki haliyle arasında, gece ile gündüz kadar fark var. Öyle 40-50 yıllık bir zaman dilimi de geçmiş değil, nereden bakarsanız 20 yıl diyelim.
Bir kere şimdiki kadar otomobil yoktu, evinizin önüne arabanızı park edebildiğiniz halde, bir de üstüne boş yerler kalırdı.
Şimdi bakıyorsunuz, arabadan yürüyecek yol kalmamış, sokaklar bile, trafikten dolayı, tıklım tıklım yürüyor, otoparklarda ağzına kadar dolu, otoparkçıların hepsi, araba cambazı olmuş, daracık yerden araba çıkartıp, aynı yere iki araba koyuyor.
Eskiden, zaman zaman evin çatısına tüneyip, denizi hatırlatan, rüyalara dalmamı sağlayan martıların, kimilerinin sinirine dokunan sesleri yerini korna ve insan gürültüsüne bırakmış.
Hangisi daha sinir bozucu acaba?
Bana martı sesi, denizi hatırlattığı için hep çok romantik gelmiştir mesela…
Eskiden apartmanda yaşayan ve genellikle bir ailenin tek çocuğu olduğumuz için, yalnızlıktan sıkılıp, annemizin başının etini yediğimizden, sokağa çıkar, diğer arkadaşlarımızla birlikte kapının önünde oyunlar oynardık.
Hatırladıklarım arasında en çok güldüğüm de, ‘Ayıcı’ ile olan anımdı.
Şimdiki çocuklar bilmiyor öyle şeyleri, ayrıca duysalar da her halde; ‘Ay ne banal durum’ derler. Büyüklerde der tabii, düşünsenize Beymen Kafe’ nin önünde göbek atan ayı nasıl olur?
Oysa hiç de öyle değil. Biz Teşvikiye Camii’ nin arka sokağında otururduk.
O zamanlar sokaklardan bir sürü seyyar satıcı geçerdi.
Mesela avaz avaz bağırarak geçen seyyar satıcılardan bazıları; Muslukçu, Tamirci, Yoğurtçu, Nayloncu, Ekmekci, Lağımcı, Bacacı, Yorgancı, Akordeoncu ve Ayıcı idi.
Normal olarak, ayıcı dışındaki sokak esnafı hiç ilgimi çekmezdi.
Fakat Ayıcı geçerken, heyecandan ne yapacağımı şaşırırdım.
İlk defa vahşi hayvan görüyor, korkularımla yüzleşiyor, bundan ayrı bir keyif alıyordum.
Ayıcıyı çağırma konusunda oldukça çaresizdim.
Eğer çağırırsam, kapının önüne gelir, içeri girmeye çalışır mı diye korkardım.
Çünkü öyle olursa, annem bana kızardı.
Yok sokakta oynatsam, bu sefer, içeride yemek yapan annemden para alana kadar, Ayıcıyı kaçırırdım.
Onun için, bende camdan yarı belime kadar sarkar, birisi ayıyı oynatsın, hamamda bayılsın, bende seyredeyim diye, yerimden kıpırdamazdım.
Ayı göbekleri atıp, ayıcı şapkayı yukarı kaldırınca, ödüm patlar, bu sefer de evin en arka odasına kadar kaçardım. Sanki Ayıcı kapıya gelip para isteyecek gibi gelirdi. Bir süre de böyle perdenin arkasından seyrettikten sonra, kendimi kötü hissedip, seyretmeyi kesmiştim.
Neyse ki, her halde Ayıcı da bizim mahallenin çocuklarından fazla bir para kazanamayacağını anlayınca yok olmuştu. Ya da kim bilir, zamana yenik düşüp, başka işler yapmaya başlamıştı….
Her apartmanın kapıcısı, güzel havalarda kapının önüne çıkar, örgü örüp, apartman halkı hakkında gizli gizli dedikodu yapardı. Önceleri çok sinir olurdum ama şimdi çok şirin geliyor. Yine Nişantaşı’ na gittiğimde eskisi kadar olmasa da, böyle kapısının önüne oturmuş insanlar görüyorum, yanlarına gidip, bir çay içip, sohbet edeyim deyip, sonra da vaz geçiyorum. Deli demesinler diye….
Şimdi yıllardır, aynı sitede oturduğumuz ev komşularımızla yüz yüze bile gelmiyoruz.
Yan evlerde ışık olmadığı zaman rahatsız oluyorum. Meğer sokakta insanlarla selamlaşmak, evlerden yemek kokusu gelmesi, ne kadar güzel şeylermiş. Şimdi bu hevesimizi artık, siteye girip çıkarken, güvenliklerle merhabalaşarak gideriyoruz.
Eskiden Teşvikiye’ de şimdiki gibi şık mağaza ve kafeler yoktu. Gerçi bu hoş bir gelişme ama her adım başını kafe yapıyorlar, hayır neredeyse saksı bulsalar, onu da kafe yapacaklar, ben ona kızıyorum.
En iyilerden; Bahar Pastanesi, Benek Pastanesi, Sütiş vardı..Gezmek için de, Maçka Parkı, ve Lunapark. Bir de şimdiki City’ s in arkasındaki park, oraya hala bayılır, İstinye’ den kalkar, sırf orada oturmak için giderim.
Yaşlılar, çocuklar, kediler, köpekler bolcadır. Bazen de kermesler oluyor, bayılıyorum.
Yün ören yaşlı teyzelerin, sohbetine hala kulak kabartıp dinliyorum.
Sonra; eskiden sinemalar şimdiki kadar çok değildi. Sadece Nişantaşı için demiyorum, her yerde sinemaya boğulduk diye kızıyorum. Bir şey çok olunca, benim hevesim kaçıyor.
O zamanlar Harbiye’ de Konak Sineması’ vardı biz en çok ona giderdik.
Osmanbey’ de de Site ve Şişli’ ye doğru Kent Sinemaları vardı. Hala var ama bence eski havası yok, çünkü yerine pek çok yeni sinema açıldı. Biz öyle her hafta falan da değil, ‘güzel filmler gelince’ giderdik babamlar öyle derdi….
Eski günlerde, şimdiki gibi ev ağzına kadar DVD dolu değildi. Videocular olurdu, filmleri kiralardık, izleyince geri götürüp, başka film izlerdik.
Yani değişik bir hayat vardı.
Şimdi Nişantaşı ve Teşvikiye, çok şık, çok güzel, çok hareketli ama bence çok soğuk ve hızlı tüketen bir yer oldu….
Kim bilir, belki de bana öyle geliyordur….
Ha unutmadan, bir de Ringo vardı eskiden, genellikle Nişantaşı Kız Lisesi’ nin etrafında dolaşıp, kızlarla şakalaşan, onlarla laflayan, meyve ve çiçek veren, buraları eskiden benim babamındı, elinden aldılar diyen, şimdi o da yok mesela…
Biraz tatsız, beklide yavan….
Ama anılarda taptaze duran bir yer var orada…..
Çocukluğumun Teşvikiye’ si, gerisi de yalan….
">
Çocukluğumun Teşvikiye’ sini hatırlıyorum da, şimdiki haliyle arasında, gece ile gündüz kadar fark var. Öyle 40-50 yıllık bir zaman dilimi de geçmiş değil, nereden bakarsanız 20 yıl diyelim.
Bir kere şimdiki kadar otomobil yoktu, evinizin önüne arabanızı park edebildiğiniz halde, bir de üstüne boş yerler kalırdı.
Şimdi bakıyorsunuz, arabadan yürüyecek yol kalmamış, sokaklar bile, trafikten dolayı, tıklım tıklım yürüyor, otoparklarda ağzına kadar dolu, otoparkçıların hepsi, araba cambazı olmuş, daracık yerden araba çıkartıp, aynı yere iki araba koyuyor.
Eskiden, zaman zaman evin çatısına tüneyip, denizi hatırlatan, rüyalara dalmamı sağlayan martıların, kimilerinin sinirine dokunan sesleri yerini korna ve insan gürültüsüne bırakmış.
Hangisi daha sinir bozucu acaba?
Bana martı sesi, denizi hatırlattığı için hep çok romantik gelmiştir mesela…
Eskiden apartmanda yaşayan ve genellikle bir ailenin tek çocuğu olduğumuz için, yalnızlıktan sıkılıp, annemizin başının etini yediğimizden, sokağa çıkar, diğer arkadaşlarımızla birlikte kapının önünde oyunlar oynardık.
Hatırladıklarım arasında en çok güldüğüm de, ‘Ayıcı’ ile olan anımdı.
Şimdiki çocuklar bilmiyor öyle şeyleri, ayrıca duysalar da her halde; ‘Ay ne banal durum’ derler. Büyüklerde der tabii, düşünsenize Beymen Kafe’ nin önünde göbek atan ayı nasıl olur?
Oysa hiç de öyle değil. Biz Teşvikiye Camii’ nin arka sokağında otururduk.
O zamanlar sokaklardan bir sürü seyyar satıcı geçerdi.
Mesela avaz avaz bağırarak geçen seyyar satıcılardan bazıları; Muslukçu, Tamirci, Yoğurtçu, Nayloncu, Ekmekci, Lağımcı, Bacacı, Yorgancı, Akordeoncu ve Ayıcı idi.
Normal olarak, ayıcı dışındaki sokak esnafı hiç ilgimi çekmezdi.
Fakat Ayıcı geçerken, heyecandan ne yapacağımı şaşırırdım.
İlk defa vahşi hayvan görüyor, korkularımla yüzleşiyor, bundan ayrı bir keyif alıyordum.
Ayıcıyı çağırma konusunda oldukça çaresizdim.
Eğer çağırırsam, kapının önüne gelir, içeri girmeye çalışır mı diye korkardım.
Çünkü öyle olursa, annem bana kızardı.
Yok sokakta oynatsam, bu sefer, içeride yemek yapan annemden para alana kadar, Ayıcıyı kaçırırdım.
Onun için, bende camdan yarı belime kadar sarkar, birisi ayıyı oynatsın, hamamda bayılsın, bende seyredeyim diye, yerimden kıpırdamazdım.
Ayı göbekleri atıp, ayıcı şapkayı yukarı kaldırınca, ödüm patlar, bu sefer de evin en arka odasına kadar kaçardım. Sanki Ayıcı kapıya gelip para isteyecek gibi gelirdi. Bir süre de böyle perdenin arkasından seyrettikten sonra, kendimi kötü hissedip, seyretmeyi kesmiştim.
Neyse ki, her halde Ayıcı da bizim mahallenin çocuklarından fazla bir para kazanamayacağını anlayınca yok olmuştu. Ya da kim bilir, zamana yenik düşüp, başka işler yapmaya başlamıştı….
Her apartmanın kapıcısı, güzel havalarda kapının önüne çıkar, örgü örüp, apartman halkı hakkında gizli gizli dedikodu yapardı. Önceleri çok sinir olurdum ama şimdi çok şirin geliyor. Yine Nişantaşı’ na gittiğimde eskisi kadar olmasa da, böyle kapısının önüne oturmuş insanlar görüyorum, yanlarına gidip, bir çay içip, sohbet edeyim deyip, sonra da vaz geçiyorum. Deli demesinler diye….
Şimdi yıllardır, aynı sitede oturduğumuz ev komşularımızla yüz yüze bile gelmiyoruz.
Yan evlerde ışık olmadığı zaman rahatsız oluyorum. Meğer sokakta insanlarla selamlaşmak, evlerden yemek kokusu gelmesi, ne kadar güzel şeylermiş. Şimdi bu hevesimizi artık, siteye girip çıkarken, güvenliklerle merhabalaşarak gideriyoruz.
Eskiden Teşvikiye’ de şimdiki gibi şık mağaza ve kafeler yoktu. Gerçi bu hoş bir gelişme ama her adım başını kafe yapıyorlar, hayır neredeyse saksı bulsalar, onu da kafe yapacaklar, ben ona kızıyorum.
En iyilerden; Bahar Pastanesi, Benek Pastanesi, Sütiş vardı..Gezmek için de, Maçka Parkı, ve Lunapark. Bir de şimdiki City’ s in arkasındaki park, oraya hala bayılır, İstinye’ den kalkar, sırf orada oturmak için giderim.
Yaşlılar, çocuklar, kediler, köpekler bolcadır. Bazen de kermesler oluyor, bayılıyorum.
Yün ören yaşlı teyzelerin, sohbetine hala kulak kabartıp dinliyorum.
Sonra; eskiden sinemalar şimdiki kadar çok değildi. Sadece Nişantaşı için demiyorum, her yerde sinemaya boğulduk diye kızıyorum. Bir şey çok olunca, benim hevesim kaçıyor.
O zamanlar Harbiye’ de Konak Sineması’ vardı biz en çok ona giderdik.
Osmanbey’ de de Site ve Şişli’ ye doğru Kent Sinemaları vardı. Hala var ama bence eski havası yok, çünkü yerine pek çok yeni sinema açıldı. Biz öyle her hafta falan da değil, ‘güzel filmler gelince’ giderdik babamlar öyle derdi….
Eski günlerde, şimdiki gibi ev ağzına kadar DVD dolu değildi. Videocular olurdu, filmleri kiralardık, izleyince geri götürüp, başka film izlerdik.
Yani değişik bir hayat vardı.
Şimdi Nişantaşı ve Teşvikiye, çok şık, çok güzel, çok hareketli ama bence çok soğuk ve hızlı tüketen bir yer oldu….
Kim bilir, belki de bana öyle geliyordur….
Ha unutmadan, bir de Ringo vardı eskiden, genellikle Nişantaşı Kız Lisesi’ nin etrafında dolaşıp, kızlarla şakalaşan, onlarla laflayan, meyve ve çiçek veren, buraları eskiden benim babamındı, elinden aldılar diyen, şimdi o da yok mesela…
Biraz tatsız, beklide yavan….
Ama anılarda taptaze duran bir yer var orada…..
Çocukluğumun Teşvikiye’ si, gerisi de yalan….