Sessizce geldi ve sessizce gitti. Son 40 yıla damgasını vuran enflasyon azar azar ve çaktırmadan sürdürdüğü çıkışını, yine çaktırmadan ve yavaş yavaş inerek gözden kayboldu. Son 40 yılda tüm dünyada her türlü sosyal ve politik olayın belkide en belirleyici kaynağı olan enflasyon, Amerika’da pratikte yok olmuş durumda. 1960’lı yıllarda yüzde 1.4 olan Amerikan enflasyonu, 1979’da yıllık yüzde 13’le tepe noktasına erişti. Türkiye gibi kronik enflasyonlu ülkelerde yıllık yüzde 13 enflasyon başarılı perfonmans sayılsada, Amerika gibi dünyanın en güçlü ekonomisinde bu mertebede enflasyon oranının, dünya ekonomisi için doğurduğu sonuçlar çok olumsuz oldu. Fransız romantik milliyetçiliğinin çağdaş babası sayılan General De Gaulle’ü çileden çıkaran Amerikan ekonomi politikaları, global enflasyonunun kaynağı olarak görüldü. Fransa Cumhurbaşkanı Amerika’yı dolar basma yetkisini kullanarak “ haksız ve aşırı imtiyaz = priviledge exorbitant “ sahibi olmakla suçladı. Ve sonuda Amerika’da enflasyon hastalığına yakalandı. Enflasyonla mücadele için kullanılan faiz politikaları, 1973-75 ve 81-82’de Amerika’yı derin resesyonlara sürüklerken, Amerikan halkı “ Büyük Depresyondan “ yarım asır sonra tekrar yüzde 10’lara varan açık işsizlik oranları ile tanıştı.
Lenin’in “ Orta sınıfı ezmenin yolu, onları vergi ve enflasyon adlı değirmen taşlarında ögütmekten geçer “ paradigması tam haklı çıkmış gözükürken, televizyon ekranlarında aniden Amerikan kovboyu Reagan belirdi. Kampanyasını anti-enflasyonist ve anti-vergi söylemi ile yürüten Hollywood starı Reagan, tüyoyu sanki Lenin’den almıştı. Orta sınıfı düştüğü çukurdan çıkarmak üzerine inşa ettiği ekonomi politikası ile 8 sene Başkan oldu. Ve tarihin cilvesi, Reagan’ın Amerikan vari dolduruşuna gelip, silahlanma yarışını hızlandıran Sovyet İmparatorluğu, ekonomik stres altında dağıldı. Bu arada Reagan’da sözünü tuttu ve enflasyon cinini çıktığı şişeye geri soktu.
Yavaş yavaş düşen enflasyon Amerikan ekonomisinde adeta tonik etkisi yarattı. Bu etkinin meyvelerini toplamakta Demokrat Başkan Clinton’a nasip oldu. Önce konut sektörü tarihinde görülmemiş bir patlama yaptı. Teknolojik gelişmelerle beslenen borsalar 90’lı yıllarda inalılmaz artışlar kaydetti. 1982 'de 884 puanda duran Dow Jones endeksi 2000 yılında 10,000 'lere yükseldi. Artık bütün klasik ekonomik analizler iflas etmiş sanki yeni bir “ Altın Çağ ” yakalanmıştı. Şirket bilanço ve gelir-gider tabloları sadece bir dip not olmuşlardı. Sanal ekonomi, sanal servet ve sanal mutluluk baş döndürücü bir hızla ilerlemekte idi. Gerçektende enflasyon ortadan kaybolmuş ve doğal işsizlik oranı olarak yüzde 3-4 gibi oranlara bile itibar edilmez olunmuştu.
Deflasyon Riski :
Ne yazık ki mutlu günler geride kaldı. ABD yıllarca süren enflasyonla mücadeleden sonra şimdi de deflasyon riski ile tanışmaya başlandı. Deflasyon riski konusunda ciddi tartışmalar başladı. Deflasyonun yol açabileceği ekonomik zararlar üzerinde çeşitli fikirler oluşmakta. Wall Street traderleri, ekonomistler gibi fazla uzun vadeli düşünmedikleri için şimdilerde daha çok deflasyonun hisse senedi piyasalarını nasıl etkilediğini düşünmekteler. İsterseniz gelin deflasyonun borsalar üzerinde birinci round etkisine kısaca bir göz atalım :
1) Şirketler rekabet edebilmek için fiyat kırmak zorunda kalırlar.
2) Maliyetler, özelliklede ,ücret ve kira sözleşmeleri gibi sabit maliyetler, belli bir sınırın altına indirilemezler. ( Murphy Kanunu : Tabandan Düşülemez !!! )
3) Kar marjları daralır. Nakit akışı olumsuz etkilenir.
4) Hisselerin kar oranları düşer. En verimli şirketler zorda olsa, karlı kalabilirler. Orta verimlilikteki şirketler para kaybetmeye başlarlar. Verimsiz şirketler batar
5) Deflasyonist bir ortamda elinde borç enstrümanlarını tutanlar, yani alacaklı olanlar, karlıdırlar. Çünkü periyodik olarak tahsil ettikleri sabit ödemelerin alım gücü giderek artar.
Tabii ki yukarda sıraladıklarım kısa vadede olacak olgular. Eğer deflasyon uzun süre devam ederse, o zaman değişik risk kategorilerine girmek durumunda kalırsınız. En basitinden alacaklı olduğunuz şirketlerin iflas riski giderek artar.
Deflasyonla nasıl savaşılır ? Çok basit : Faizleri indirerek. Düşen faiz oranlarını ile ekonomiye hız ve ivme kazandırma hedeflenir. Canlanan ekonominin getireceği talep artışı önce fiyatları stabilize eder ardından da fiyatlar yükselme eğilimene girer. Ama ya faizler sıfira erişip o seviyede takılırsa ne olur ? İşte işin püf noktasıda burada yatmakta !! . Faizlerin sıfıra inmesi mümkün mü ? Evet mümkün. Japon ekonomisi anemik biçimde yıllardan beri sıfır büyüme oranında sürünmekte. Faiz oranları sıfır fakat ekonomi canlanmıyor. Efsanevi Japon çalışkanlığıda para etmiyor.
Kaybolan Paralar Hiç Geri Gelmeyecek Gibi :
Yükselen borsalarla 1999 ve 2000 yıllalarında borsaya hayatlarında ilk defa yatırım yapan bir sürü insan var. Çocukları için borsada 9 yıllık okul ücreti biriktirmiş bir tanıdığım, borsa çöktükten sonra kalan birikiminin sadece 2 yıllık okul parasını karşıladığını söylüyor. Ve ekliyor ? Acaba tekrar 9 yıla çıkmak mümkün mü ? Bugünkü ortamda makul bir riskle 4.5 misli getiri verimi sağlamak yaklaşık 20 yıl almakta. Yıllık yüzde 7.5 getirinin ana parayı 4.5 misline katlaması yaklaşık 20 yıl. !!
Bu şartlarda bu tür yatırımcılar ( sayıları bilinmiyor ) belkide hiç bir zaman tekrar ciddi yatırımcı olmayacaklar. Muhtemelen sermaye birikimi için yeniden tasarruf yolunu seçecekler. Eğer bu tür bir davranış Amerika’da geniş kitleler tarafindan benimsenirse, işte o zaman uzun yıllar süren Japon misali bir deflasyon riskini göz ardı edemiyeceğiz. Avrupa’nın da Japonya gibi sıfir veya sıfira yakın büyüme içinde olması, şayet Amerikan deflasyonu gerçekleşirse dünya ekonomisinin işini zorlaştıracak gibi gözüküyor. Dikkat ! Dikkat ! Düne kadar enflasyon ihraç etmekle suçlanan Amerika bu sefer deflasyon ihracatcısı olabilir.
Ayılar Armutun Yarısını Yer :
Peki Amerikan borsalarının kısa vadede durumu nasıl gözüküyor. ? Bu soruya klasik bir Wall Street deyimi ile cevap arayalım. “ Ayılar bir önceki Boğa Piyasasından elde edilen karların yarısını yer “. Bu prensipten haraket edersek 1983’de başlayan Boğa Piyasalarda, S&P 500 ( Standard and Poor ) endeksi, 180 puan civarında idi. O günkü Boğa Piyasasının tepe noktasını 2000 yılının ilk çeyreği kabul edersek, S&P endeksi ortalama 1500 puanda bulunuyordu. 1983 yılından 2000 yılına kadar geçen zamanda ortaya çıkan karları düz aritmetikle yaklaşık 1320 puan kabul edersek, 1320 'nin yarısı 660 puan eder. 1500 - 660 = 840 puan. İşte Wall Street ' in 4 hafta önce buluştuğu sihirli rakamda tam bu : 840 puan. Armutun yarısı. Eğer eski deyim doğru ise en kötü günler geride kaldı. Bundan böyle Amerikan borsaları çıkıs trendini yakalayarak şişeden şimdide deflasyon cininin çıkmasına izin vermeyecek. Bizlerde şişeden çıkıp ekonomiyi cin gibi çarpan, şişeye geri dönerken ekonomide tonik etkisi yaratan enflasyonu kırgınlıkla anmıyacağız.
Sessizce geldi ve sessizce gitti. Son 40 yıla damgasını vuran enflasyon azar azar ve çaktırmadan sürdürdüğü çıkışını, yine çaktırmadan ve yavaş yavaş inerek gözden kayboldu. Son 40 yılda tüm dünyada her türlü sosyal ve politik olayın belkide en belirleyici kaynağı olan enflasyon, Amerika’da pratikte yok olmuş durumda. 1960’lı yıllarda yüzde 1.4 olan Amerikan enflasyonu, 1979’da yıllık yüzde 13’le tepe noktasına erişti. Türkiye gibi kronik enflasyonlu ülkelerde yıllık yüzde 13 enflasyon başarılı perfonmans sayılsada, Amerika gibi dünyanın en güçlü ekonomisinde bu mertebede enflasyon oranının, dünya ekonomisi için doğurduğu sonuçlar çok olumsuz oldu. Fransız romantik milliyetçiliğinin çağdaş babası sayılan General De Gaulle’ü çileden çıkaran Amerikan ekonomi politikaları, global enflasyonunun kaynağı olarak görüldü. Fransa Cumhurbaşkanı Amerika’yı dolar basma yetkisini kullanarak “ haksız ve aşırı imtiyaz = priviledge exorbitant “ sahibi olmakla suçladı. Ve sonuda Amerika’da enflasyon hastalığına yakalandı. Enflasyonla mücadele için kullanılan faiz politikaları, 1973-75 ve 81-82’de Amerika’yı derin resesyonlara sürüklerken, Amerikan halkı “ Büyük Depresyondan “ yarım asır sonra tekrar yüzde 10’lara varan açık işsizlik oranları ile tanıştı.
Lenin’in “ Orta sınıfı ezmenin yolu, onları vergi ve enflasyon adlı değirmen taşlarında ögütmekten geçer “ paradigması tam haklı çıkmış gözükürken, televizyon ekranlarında aniden Amerikan kovboyu Reagan belirdi. Kampanyasını anti-enflasyonist ve anti-vergi söylemi ile yürüten Hollywood starı Reagan, tüyoyu sanki Lenin’den almıştı. Orta sınıfı düştüğü çukurdan çıkarmak üzerine inşa ettiği ekonomi politikası ile 8 sene Başkan oldu. Ve tarihin cilvesi, Reagan’ın Amerikan vari dolduruşuna gelip, silahlanma yarışını hızlandıran Sovyet İmparatorluğu, ekonomik stres altında dağıldı. Bu arada Reagan’da sözünü tuttu ve enflasyon cinini çıktığı şişeye geri soktu.
Yavaş yavaş düşen enflasyon Amerikan ekonomisinde adeta tonik etkisi yarattı. Bu etkinin meyvelerini toplamakta Demokrat Başkan Clinton’a nasip oldu. Önce konut sektörü tarihinde görülmemiş bir patlama yaptı. Teknolojik gelişmelerle beslenen borsalar 90’lı yıllarda inalılmaz artışlar kaydetti. 1982 'de 884 puanda duran Dow Jones endeksi 2000 yılında 10,000 'lere yükseldi. Artık bütün klasik ekonomik analizler iflas etmiş sanki yeni bir “ Altın Çağ ” yakalanmıştı. Şirket bilanço ve gelir-gider tabloları sadece bir dip not olmuşlardı. Sanal ekonomi, sanal servet ve sanal mutluluk baş döndürücü bir hızla ilerlemekte idi. Gerçektende enflasyon ortadan kaybolmuş ve doğal işsizlik oranı olarak yüzde 3-4 gibi oranlara bile itibar edilmez olunmuştu.
Deflasyon Riski :
Ne yazık ki mutlu günler geride kaldı. ABD yıllarca süren enflasyonla mücadeleden sonra şimdi de deflasyon riski ile tanışmaya başlandı. Deflasyon riski konusunda ciddi tartışmalar başladı. Deflasyonun yol açabileceği ekonomik zararlar üzerinde çeşitli fikirler oluşmakta. Wall Street traderleri, ekonomistler gibi fazla uzun vadeli düşünmedikleri için şimdilerde daha çok deflasyonun hisse senedi piyasalarını nasıl etkilediğini düşünmekteler. İsterseniz gelin deflasyonun borsalar üzerinde birinci round etkisine kısaca bir göz atalım :
1) Şirketler rekabet edebilmek için fiyat kırmak zorunda kalırlar.
2) Maliyetler, özelliklede ,ücret ve kira sözleşmeleri gibi sabit maliyetler, belli bir sınırın altına indirilemezler. ( Murphy Kanunu : Tabandan Düşülemez !!! )
3) Kar marjları daralır. Nakit akışı olumsuz etkilenir.
4) Hisselerin kar oranları düşer. En verimli şirketler zorda olsa, karlı kalabilirler. Orta verimlilikteki şirketler para kaybetmeye başlarlar. Verimsiz şirketler batar
5) Deflasyonist bir ortamda elinde borç enstrümanlarını tutanlar, yani alacaklı olanlar, karlıdırlar. Çünkü periyodik olarak tahsil ettikleri sabit ödemelerin alım gücü giderek artar.
Tabii ki yukarda sıraladıklarım kısa vadede olacak olgular. Eğer deflasyon uzun süre devam ederse, o zaman değişik risk kategorilerine girmek durumunda kalırsınız. En basitinden alacaklı olduğunuz şirketlerin iflas riski giderek artar.
Deflasyonla nasıl savaşılır ? Çok basit : Faizleri indirerek. Düşen faiz oranlarını ile ekonomiye hız ve ivme kazandırma hedeflenir. Canlanan ekonominin getireceği talep artışı önce fiyatları stabilize eder ardından da fiyatlar yükselme eğilimene girer. Ama ya faizler sıfira erişip o seviyede takılırsa ne olur ? İşte işin püf noktasıda burada yatmakta !! . Faizlerin sıfıra inmesi mümkün mü ? Evet mümkün. Japon ekonomisi anemik biçimde yıllardan beri sıfır büyüme oranında sürünmekte. Faiz oranları sıfır fakat ekonomi canlanmıyor. Efsanevi Japon çalışkanlığıda para etmiyor.
Kaybolan Paralar Hiç Geri Gelmeyecek Gibi :
Yükselen borsalarla 1999 ve 2000 yıllalarında borsaya hayatlarında ilk defa yatırım yapan bir sürü insan var. Çocukları için borsada 9 yıllık okul ücreti biriktirmiş bir tanıdığım, borsa çöktükten sonra kalan birikiminin sadece 2 yıllık okul parasını karşıladığını söylüyor. Ve ekliyor ? Acaba tekrar 9 yıla çıkmak mümkün mü ? Bugünkü ortamda makul bir riskle 4.5 misli getiri verimi sağlamak yaklaşık 20 yıl almakta. Yıllık yüzde 7.5 getirinin ana parayı 4.5 misline katlaması yaklaşık 20 yıl. !!
Bu şartlarda bu tür yatırımcılar ( sayıları bilinmiyor ) belkide hiç bir zaman tekrar ciddi yatırımcı olmayacaklar. Muhtemelen sermaye birikimi için yeniden tasarruf yolunu seçecekler. Eğer bu tür bir davranış Amerika’da geniş kitleler tarafindan benimsenirse, işte o zaman uzun yıllar süren Japon misali bir deflasyon riskini göz ardı edemiyeceğiz. Avrupa’nın da Japonya gibi sıfir veya sıfira yakın büyüme içinde olması, şayet Amerikan deflasyonu gerçekleşirse dünya ekonomisinin işini zorlaştıracak gibi gözüküyor. Dikkat ! Dikkat ! Düne kadar enflasyon ihraç etmekle suçlanan Amerika bu sefer deflasyon ihracatcısı olabilir.
Ayılar Armutun Yarısını Yer :
Peki Amerikan borsalarının kısa vadede durumu nasıl gözüküyor. ? Bu soruya klasik bir Wall Street deyimi ile cevap arayalım. “ Ayılar bir önceki Boğa Piyasasından elde edilen karların yarısını yer “. Bu prensipten haraket edersek 1983’de başlayan Boğa Piyasalarda, S&P 500 ( Standard and Poor ) endeksi, 180 puan civarında idi. O günkü Boğa Piyasasının tepe noktasını 2000 yılının ilk çeyreği kabul edersek, S&P endeksi ortalama 1500 puanda bulunuyordu. 1983 yılından 2000 yılına kadar geçen zamanda ortaya çıkan karları düz aritmetikle yaklaşık 1320 puan kabul edersek, 1320 'nin yarısı 660 puan eder. 1500 - 660 = 840 puan. İşte Wall Street ' in 4 hafta önce buluştuğu sihirli rakamda tam bu : 840 puan. Armutun yarısı. Eğer eski deyim doğru ise en kötü günler geride kaldı. Bundan böyle Amerikan borsaları çıkıs trendini yakalayarak şişeden şimdide deflasyon cininin çıkmasına izin vermeyecek. Bizlerde şişeden çıkıp ekonomiyi cin gibi çarpan, şişeye geri dönerken ekonomide tonik etkisi yaratan enflasyonu kırgınlıkla anmıyacağız.