Cumhuriyet Gazetesi'nde son dönemde yaptığı çarpıcı röportajlarla dikkat çeken gazeteci Selin Ongun Tuncer, geçtiğimiz hafta bir dizi mülakat yayınladı. Tuncer, değişik kişilere şu üç soruyu yöneltiyor:
IŞİD Türkiye'de ne yapmak istiyor? PKK ne hedefliyor ve HDP'nin durumu ne olacak? Türkiye nereye gidiyor ve çıkış yolu nedir?
Türkiye karanlık bir tünelin içinden geçiyor. Önünü göremiyor. Gazeteci Tuncer, bu karanlık dönemin en can alıcı sorularını yakalamış.
Bu soruların muhatabı olan ülkenin önde gelen düşünce insanları da, yaşadığımız sorunları daha iyi anlamamıza yardım edecek değişik analizler yapıyor. Gerçekten başarılı bir mülakat dizisi olmuş.
Öncelikle bir hususa dikkat çekmek istiyorum. Mülakata katılan neredeyse bütün aydınlarımız, farklı ifadelerle de olsa, HDP'ye ilişkin benzer bir yorum yapıyorlar. HDP'nin, PKK'nın yürüttüğü hendek ve şiddet siyasetine yeterince güçlü bir şekilde karşı durmadığını söylüyorlar.
O nedenle HDP'nin Türkiye partisi olma, olumlu rol oynama ve büyüme fırsatını kaçırdığını vurguluyorlar. Zaten HDP'ye ilişkin bu görüşler, hemen her siyasi doğrultudaki aydınlarımız arasında başka yerlerde de yaygın olarak dile getiriliyor.
Evet doğru, gerçekten de HDP, keşke PKK'nın şiddet siyaseti ile arasına kesin bir çizgi çekebilseydi. Kürt sorununa ilişkin olarak, PKK'dan bağımsız kendi siyasetini izleseydi.
Ama bu iyi niyetli görüşlerin, siyasetin gerçekleri ile çok fazla bağlantısı yok. Herhalde herkes biliyor ki HDP, PKK'nin liderliğini yaptığı Kürt hareketinin içinde yer alan bir parti.
Bir başka ifadeyle HDP'nin, PKK'ya aykırı düşecek bir siyaset izlemesi mümkün değil. Zaten 7 Haziran'dan sonra Kürt sorununu silah yoluyla halletme yolunu seçen iktidar odaklarının, yaptıkları çok yönlü hesaplardan biri tam da bu husus idi.
Seçimlerde büyük başarı kazanan ve daha da güçlenmek için önü açık gibi görünen HDP'yi, içinden çıkmasının mümkün olmadığı bir açmazla baş başa bırakarak olabildiğince zayıflatmak ve etkisiz kılmak hesabı yapılmıştı. Bu çok belliydi.
Burada işaret ettiğimiz husus esasen, eğer bu ülkede Kürt sorununa demokratik yöntemler/reformlar içinde çözüm bulunacaksa, sorunun en can alıcı yönlerinden birini oluşturuyor: Türkiye'nin başka köşelerinde olduğu gibi, Kürt coğrafyasında da çoğulcu siyasi yaşamın koşullarını mutlaka sağlamak zorundayız.
Mesela AKP iktidarının yürüttüğü "Çözüm Süreci", başka pek çok bakımdan olduğu gibi, bu açıdan da ciddi zaaflar içeriyordu. Doğu ve Güneydoğu'da çoğulcu siyasi yaşamın güçlenmesine değil, PKK'nın o bölgede siyaset üstünde oluşturduğu tekelinin yoğunlaşmasına hizmet etti.
Bütün bu zaafları, çözüm sürecinin büyük bir iyimserlik içinde yürütüldüğü o dönemde defalarca yazdım (1).
Bu zor dönemden nasıl çıkılır?
IŞİD konusunu gelecek yazıda ele alacağız. Ama bu yazıda esas olarak, Tuncer'in son sorusuna değinmek istiyorum: İçinde bulunduğumuz karanlık dönemden çıkış yolu nedir?
Mülakat dizisinin en dikkat çeken yönlerinden biri, katılan düşünce insanlarımızın neredeyse tamamı, bu soruya umutsuzluk içinde cevap veriyor. Genellikle çıkış yolu göremediklerini ifade ediyorlar.
Aydınlarımız niçin böylesine karamsar? Bu sorunun cevabı basit. Çünkü büyük iki muhalefet partisi CHP ve MHP'nin her ikisi de perişan durumda. Hiç umut vermiyorlar.
MHP'de "ülkücü irade" kongre ve değişim istiyor. Bunun hukuki gereğini de yerine getirdiler, yeteri kadar imza topladılar.
Ama parti lideri Devlet Bahçeli ve etrafındaki bir avuç koltuk sevdalısı politikacı direniyor.
Birkaç gün önce İstanbul'da bir taksiye bindim. Şoför MHP üyesi çıktı. Son seçimde MHP adına sandık görevlisi olarak çalışmış. Aynen şunları söyledi:
- Bizim Genel Başkanımız Bahçeli daha şimdiden yürümekte bile zorlanıyor, 2019 seçimini nasıl götürecek? MHP tabanının neredeyse hepsi yeni bir lider istiyor.
Benzer bir durum CHP'de de var. Başta CHP'liler, herkes görüyor ki Kemal Kılıçdaroğlu ile bu iş gitmiyor.
CHP meclis grubunun en tecrübeli ismi eski genel başkan Deniz Baykal. Kısa süre önce Baykal, bizim siyasetimizde az rastlanan bir açık sözlülük içinde, Kılıçdaroğlu'nun değişmesi gerektiğini söyledi.
Baykal hizipçiliğiyle bilinen bir politikacıdır. Ama görünüyor ki, Kılıçdaroğlu'nun görevi bırakmasını istemesi bu kez hizipçiliğinden değil, CHP'nin durumundan duyduğu haklı bir endişeden kaynaklanıyor.
Partinin giderek hastalıklı bir yapıya ve umutsuz bir vaka haline dönüştüğünü son günlerde belki de en iyi ifade eden, CHP'li bir aileden gelen sempatik kadın siyasetçi Aylin Kotil istifa açıklamasında yaptı:
- Gençliğimden bu yana üyesi olduğum CHP’de, menfaat ağlarıyla birbirine bağlanmış birtakım siyaset esnafına karşı bıkmadan usanmadan mücadele ettim. Ancak son dönemde bu çevrelerin tasfiyesi bir kenara; Türkiye’nin tüm renklerini, bölgelerini kuşatmasını beklediğimiz partimizin giderek belli grupların egemenlik alanına dönüştüğüne üzülerek tanık oldum.
Parti yönetiminin bu iki büyük sorunu çözmek için hiçbir somut atmadığını görmek en büyük üzüntüm oldu. Bunlardan ötürü, çocukluğumdan bu yana büyük bir sevgiyle bağlandığım CHP’den istifa ettiğimi üzülerek bildiriyorum. Yeni bir vizyon, yeni bir kültür, yeni bir liderlik anlayışı olmadan Türkiye'nin önünün açılamayacağını düşünüyorum.
Bugün MHP tabanının haykırarak söylediğini, CHP'nin tecrübeli siyasetçisi Baykal'ın veya yeni kuşağın sesi Kotil'in dile getirdiklerini, Kasım 2015 seçimlerinden hemen sonra ben de bu sayfalarda vurgulamıştım: Kılıçdaroğlu ve Bahçeli, görevlerinden ayrılmalı ve partilerinin önünü açmalı.
Ama her ikisi de, ülkenin içinde bulunduğu gerçekten olağanüstü şartlara rağmen, partilerinin önünü açmayı değil koltuklarına yapışmayı tercih etti. Ülkenin ve partilerinin ihtiyacını değil, kendi koltuklarını en önde tutuyorlar.
Cumhuriyet gazetesinde Tuncer'in dizi mülakatına katılan düşünce insanlarımızın karamsarlığı da işte bu durumdan kaynaklanıyor. Ülke çok kötü yönetiliyor ve dört nala meçhul bir geleceğe doğru koşuyor.
Ama muhalefet partilerinde en küçük bir umut ışığı yok. Her ikisi de yerlerde sürünüyor.
Peki çıkış yolu nedir? Bu şartlarda tek çıkış yolu, yeni bir siyasi hareketin ortaya çıkmasıdır.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(1) - Merak eden okurlar, bu yazıları topluca şu kitapta bulabilir: Çoğulcu Toplum ve Demokrasi, Bencekitap Yayınları, Nisan 2015.
">Cumhuriyet Gazetesi'nde son dönemde yaptığı çarpıcı röportajlarla dikkat çeken gazeteci Selin Ongun Tuncer, geçtiğimiz hafta bir dizi mülakat yayınladı. Tuncer, değişik kişilere şu üç soruyu yöneltiyor:
IŞİD Türkiye'de ne yapmak istiyor? PKK ne hedefliyor ve HDP'nin durumu ne olacak? Türkiye nereye gidiyor ve çıkış yolu nedir?
Türkiye karanlık bir tünelin içinden geçiyor. Önünü göremiyor. Gazeteci Tuncer, bu karanlık dönemin en can alıcı sorularını yakalamış.
Bu soruların muhatabı olan ülkenin önde gelen düşünce insanları da, yaşadığımız sorunları daha iyi anlamamıza yardım edecek değişik analizler yapıyor. Gerçekten başarılı bir mülakat dizisi olmuş.
Öncelikle bir hususa dikkat çekmek istiyorum. Mülakata katılan neredeyse bütün aydınlarımız, farklı ifadelerle de olsa, HDP'ye ilişkin benzer bir yorum yapıyorlar. HDP'nin, PKK'nın yürüttüğü hendek ve şiddet siyasetine yeterince güçlü bir şekilde karşı durmadığını söylüyorlar.
O nedenle HDP'nin Türkiye partisi olma, olumlu rol oynama ve büyüme fırsatını kaçırdığını vurguluyorlar. Zaten HDP'ye ilişkin bu görüşler, hemen her siyasi doğrultudaki aydınlarımız arasında başka yerlerde de yaygın olarak dile getiriliyor.
Evet doğru, gerçekten de HDP, keşke PKK'nın şiddet siyaseti ile arasına kesin bir çizgi çekebilseydi. Kürt sorununa ilişkin olarak, PKK'dan bağımsız kendi siyasetini izleseydi.
Ama bu iyi niyetli görüşlerin, siyasetin gerçekleri ile çok fazla bağlantısı yok. Herhalde herkes biliyor ki HDP, PKK'nin liderliğini yaptığı Kürt hareketinin içinde yer alan bir parti.
Bir başka ifadeyle HDP'nin, PKK'ya aykırı düşecek bir siyaset izlemesi mümkün değil. Zaten 7 Haziran'dan sonra Kürt sorununu silah yoluyla halletme yolunu seçen iktidar odaklarının, yaptıkları çok yönlü hesaplardan biri tam da bu husus idi.
Seçimlerde büyük başarı kazanan ve daha da güçlenmek için önü açık gibi görünen HDP'yi, içinden çıkmasının mümkün olmadığı bir açmazla baş başa bırakarak olabildiğince zayıflatmak ve etkisiz kılmak hesabı yapılmıştı. Bu çok belliydi.
Burada işaret ettiğimiz husus esasen, eğer bu ülkede Kürt sorununa demokratik yöntemler/reformlar içinde çözüm bulunacaksa, sorunun en can alıcı yönlerinden birini oluşturuyor: Türkiye'nin başka köşelerinde olduğu gibi, Kürt coğrafyasında da çoğulcu siyasi yaşamın koşullarını mutlaka sağlamak zorundayız.
Mesela AKP iktidarının yürüttüğü "Çözüm Süreci", başka pek çok bakımdan olduğu gibi, bu açıdan da ciddi zaaflar içeriyordu. Doğu ve Güneydoğu'da çoğulcu siyasi yaşamın güçlenmesine değil, PKK'nın o bölgede siyaset üstünde oluşturduğu tekelinin yoğunlaşmasına hizmet etti.
Bütün bu zaafları, çözüm sürecinin büyük bir iyimserlik içinde yürütüldüğü o dönemde defalarca yazdım (1).
Bu zor dönemden nasıl çıkılır?
IŞİD konusunu gelecek yazıda ele alacağız. Ama bu yazıda esas olarak, Tuncer'in son sorusuna değinmek istiyorum: İçinde bulunduğumuz karanlık dönemden çıkış yolu nedir?
Mülakat dizisinin en dikkat çeken yönlerinden biri, katılan düşünce insanlarımızın neredeyse tamamı, bu soruya umutsuzluk içinde cevap veriyor. Genellikle çıkış yolu göremediklerini ifade ediyorlar.
Aydınlarımız niçin böylesine karamsar? Bu sorunun cevabı basit. Çünkü büyük iki muhalefet partisi CHP ve MHP'nin her ikisi de perişan durumda. Hiç umut vermiyorlar.
MHP'de "ülkücü irade" kongre ve değişim istiyor. Bunun hukuki gereğini de yerine getirdiler, yeteri kadar imza topladılar.
Ama parti lideri Devlet Bahçeli ve etrafındaki bir avuç koltuk sevdalısı politikacı direniyor.
Birkaç gün önce İstanbul'da bir taksiye bindim. Şoför MHP üyesi çıktı. Son seçimde MHP adına sandık görevlisi olarak çalışmış. Aynen şunları söyledi:
- Bizim Genel Başkanımız Bahçeli daha şimdiden yürümekte bile zorlanıyor, 2019 seçimini nasıl götürecek? MHP tabanının neredeyse hepsi yeni bir lider istiyor.
Benzer bir durum CHP'de de var. Başta CHP'liler, herkes görüyor ki Kemal Kılıçdaroğlu ile bu iş gitmiyor.
CHP meclis grubunun en tecrübeli ismi eski genel başkan Deniz Baykal. Kısa süre önce Baykal, bizim siyasetimizde az rastlanan bir açık sözlülük içinde, Kılıçdaroğlu'nun değişmesi gerektiğini söyledi.
Baykal hizipçiliğiyle bilinen bir politikacıdır. Ama görünüyor ki, Kılıçdaroğlu'nun görevi bırakmasını istemesi bu kez hizipçiliğinden değil, CHP'nin durumundan duyduğu haklı bir endişeden kaynaklanıyor.
Partinin giderek hastalıklı bir yapıya ve umutsuz bir vaka haline dönüştüğünü son günlerde belki de en iyi ifade eden, CHP'li bir aileden gelen sempatik kadın siyasetçi Aylin Kotil istifa açıklamasında yaptı:
- Gençliğimden bu yana üyesi olduğum CHP’de, menfaat ağlarıyla birbirine bağlanmış birtakım siyaset esnafına karşı bıkmadan usanmadan mücadele ettim. Ancak son dönemde bu çevrelerin tasfiyesi bir kenara; Türkiye’nin tüm renklerini, bölgelerini kuşatmasını beklediğimiz partimizin giderek belli grupların egemenlik alanına dönüştüğüne üzülerek tanık oldum.
Parti yönetiminin bu iki büyük sorunu çözmek için hiçbir somut atmadığını görmek en büyük üzüntüm oldu. Bunlardan ötürü, çocukluğumdan bu yana büyük bir sevgiyle bağlandığım CHP’den istifa ettiğimi üzülerek bildiriyorum. Yeni bir vizyon, yeni bir kültür, yeni bir liderlik anlayışı olmadan Türkiye'nin önünün açılamayacağını düşünüyorum.
Bugün MHP tabanının haykırarak söylediğini, CHP'nin tecrübeli siyasetçisi Baykal'ın veya yeni kuşağın sesi Kotil'in dile getirdiklerini, Kasım 2015 seçimlerinden hemen sonra ben de bu sayfalarda vurgulamıştım: Kılıçdaroğlu ve Bahçeli, görevlerinden ayrılmalı ve partilerinin önünü açmalı.
Ama her ikisi de, ülkenin içinde bulunduğu gerçekten olağanüstü şartlara rağmen, partilerinin önünü açmayı değil koltuklarına yapışmayı tercih etti. Ülkenin ve partilerinin ihtiyacını değil, kendi koltuklarını en önde tutuyorlar.
Cumhuriyet gazetesinde Tuncer'in dizi mülakatına katılan düşünce insanlarımızın karamsarlığı da işte bu durumdan kaynaklanıyor. Ülke çok kötü yönetiliyor ve dört nala meçhul bir geleceğe doğru koşuyor.
Ama muhalefet partilerinde en küçük bir umut ışığı yok. Her ikisi de yerlerde sürünüyor.
Peki çıkış yolu nedir? Bu şartlarda tek çıkış yolu, yeni bir siyasi hareketin ortaya çıkmasıdır.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(1) - Merak eden okurlar, bu yazıları topluca şu kitapta bulabilir: Çoğulcu Toplum ve Demokrasi, Bencekitap Yayınları, Nisan 2015.