“Bugünkü iktidarın da mı dostudur?” diye sorsanız, “düşman değiller” derim.
TÜSİAD ile Hükümet çevrelerinin çekişmesi yapay değilse de, “kontrollüdür”.
Büyük Sermaye, “özelleştirmecidir”, iktidar, “yabancılaştırmacı”…
Son 10 yılda yapılan özelleştirmenin toplamdaki oranı yüzde seksenlerdedir.
Büyük sermayenin önde gelenlerinin her birine birer “pay” düşmüştür…
Tüpraş, Araç Muayene İstasyonları, Elektrik Dağıtım işleri, Savunma Sanayi ihaleleri…
Büyük Sermaye, işçi hakları “bol” der, iktidar sendika, “böler”…
Taşeronlaştırma, esnek çalıştırma, “kiralık işçilik” ile emek, yeni- 12 Eylül dönemindedir.
Büyük Sermaye, “nereden buldun?” sorusunu sevmez, iktidar, “kayıtlı ekonomiyi” umursamaz…
Biri Ar-Ge Bütçesi ayırmaz, diğeri, eğitim sistemini 3 kere 4’le “çarpar”…
Holdinglerin kurdukları akademilerde bile, öz-erk bilimsellikten söz edilmez.
Öte yandan, Serbest Pazar ekonomisinin, siyasal karşılığı, liberalizmdir.
Fakat burada, öyle bile değildir.
Orta yerde “mistik kapitalizm” vardır…
İşte bu Sermaye;
‘Büyürken, Osmanlı’nın ekalliyet unsurlarına karşı- Cumhuriyet sayesinde rekabet olanağı kazanmış idi…
Günümüzde, “Bizans” mukaddesatçı / Anadolu ise, “sufi” elitle sarılmaktadır.
Büyük sermaye yapılanması, siyasette tek başına iktidar, ekonomide koalisyon arar…
ne düşünce özgürlüğünü yeterince savunmakta,
ne de Cumhuriyet değerlerine özüyle sarılmaktadır.
Bu iki olguda açısından sonuçsallık doğaldır: Demokrasiye giden yol, Cumhuriyet’tir…
Cumhuriyet’imiz, Türkiye duyarlılığı taşıyan bir sermaye yapılanmasının önünü açmıştı…
“Vefa” bozacısında, unutulmuştur!..
Onun ticaret takviminde “Türk” 1-0 geriden başlar yoktu…
Okullar, kadın hakları, örnek fabrikalar, işlenebilir kamu (insan) sermaye stoku yarattı…
Şimdilerde, Anayasa’nın temelleri sarsılırken, en hafif deyimiyle “Nankörlük” içindedirler.
Bir zamanlar şöyle denirdi; “efendim Avrupa’da, İsrail’de de İşçi Partisi var, ama onlar önce vatan derler, bizdeki sol ise, halka yabancılaşmıştır”…
Bu bütün sol için yapılan genellemeyi tarih şimdi bizim büyük sermayemize iade ediyor.
Ne insan hakları, ne adil seçimler, ne hapishanede çürütülen değerler için, duyarlıdırlar.
Oysa, Kıbrıs Rum Kesimi bile, “sosyalist” bir partinin başına bir iş adamını getirebilmişti.
“Milli” duyarlığından ve sınıfsal dengelerden yana kuşkuları olsa, sanırım bunu yapmazlardı.
Bu perspektifte duyarlı olanları tenzih edelim, ama topluma yansıttıkları ‘kendi şansızlıkları’;
Üreten diğer kesimlerle birlikte ekonomi üzerinden sosyal hayatın dengelerinin ‘arızasına ve
Türkiye’nin de, Dünya’da yalnızlaşmasına katkı sağlamaktadır …
Ne diyelim: Hayırlı işler!
">
“Bugünkü iktidarın da mı dostudur?” diye sorsanız, “düşman değiller” derim.
TÜSİAD ile Hükümet çevrelerinin çekişmesi yapay değilse de, “kontrollüdür”.
Büyük Sermaye, “özelleştirmecidir”, iktidar, “yabancılaştırmacı”…
Son 10 yılda yapılan özelleştirmenin toplamdaki oranı yüzde seksenlerdedir.
Büyük sermayenin önde gelenlerinin her birine birer “pay” düşmüştür…
Tüpraş, Araç Muayene İstasyonları, Elektrik Dağıtım işleri, Savunma Sanayi ihaleleri…
Büyük Sermaye, işçi hakları “bol” der, iktidar sendika, “böler”…
Taşeronlaştırma, esnek çalıştırma, “kiralık işçilik” ile emek, yeni- 12 Eylül dönemindedir.
Büyük Sermaye, “nereden buldun?” sorusunu sevmez, iktidar, “kayıtlı ekonomiyi” umursamaz…
Biri Ar-Ge Bütçesi ayırmaz, diğeri, eğitim sistemini 3 kere 4’le “çarpar”…
Holdinglerin kurdukları akademilerde bile, öz-erk bilimsellikten söz edilmez.
Öte yandan, Serbest Pazar ekonomisinin, siyasal karşılığı, liberalizmdir.
Fakat burada, öyle bile değildir.
Orta yerde “mistik kapitalizm” vardır…
İşte bu Sermaye;
‘Büyürken, Osmanlı’nın ekalliyet unsurlarına karşı- Cumhuriyet sayesinde rekabet olanağı kazanmış idi…
Günümüzde, “Bizans” mukaddesatçı / Anadolu ise, “sufi” elitle sarılmaktadır.
Büyük sermaye yapılanması, siyasette tek başına iktidar, ekonomide koalisyon arar…
ne düşünce özgürlüğünü yeterince savunmakta,
ne de Cumhuriyet değerlerine özüyle sarılmaktadır.
Bu iki olguda açısından sonuçsallık doğaldır: Demokrasiye giden yol, Cumhuriyet’tir…
Cumhuriyet’imiz, Türkiye duyarlılığı taşıyan bir sermaye yapılanmasının önünü açmıştı…
“Vefa” bozacısında, unutulmuştur!..
Onun ticaret takviminde “Türk” 1-0 geriden başlar yoktu…
Okullar, kadın hakları, örnek fabrikalar, işlenebilir kamu (insan) sermaye stoku yarattı…
Şimdilerde, Anayasa’nın temelleri sarsılırken, en hafif deyimiyle “Nankörlük” içindedirler.
Bir zamanlar şöyle denirdi; “efendim Avrupa’da, İsrail’de de İşçi Partisi var, ama onlar önce vatan derler, bizdeki sol ise, halka yabancılaşmıştır”…
Bu bütün sol için yapılan genellemeyi tarih şimdi bizim büyük sermayemize iade ediyor.
Ne insan hakları, ne adil seçimler, ne hapishanede çürütülen değerler için, duyarlıdırlar.
Oysa, Kıbrıs Rum Kesimi bile, “sosyalist” bir partinin başına bir iş adamını getirebilmişti.
“Milli” duyarlığından ve sınıfsal dengelerden yana kuşkuları olsa, sanırım bunu yapmazlardı.
Bu perspektifte duyarlı olanları tenzih edelim, ama topluma yansıttıkları ‘kendi şansızlıkları’;
Üreten diğer kesimlerle birlikte ekonomi üzerinden sosyal hayatın dengelerinin ‘arızasına ve
Türkiye’nin de, Dünya’da yalnızlaşmasına katkı sağlamaktadır …
Ne diyelim: Hayırlı işler!