Geçen haftaki "Şehit cenazeleri niçin yine gelmeye başladı?" başlıklı yazımızda, AKP'nin çözüm sürecine niçin son verdiğini ele almıştık.
Türkiye'nin pek çok sorunu var. Ama Kürt sorunu en temel meselemiz.
O nedenle konuya devam edelim. Bu yazıda, çözüm sürecinin başarısız kalmasının nedenlerin görelim.
Doğru siyaset ne olmalıydı, ona da kısaca işaret edelim.
AKP'nin çözüm süreci, PKK lideri Abdullah Öcalan ile pazarlık üzerine kuruldu. Bu kurguya göre, Öcalan'ın özel istekleri karşılanacak, buna karşılık Öcalan da Kürt halkının sadakatini garanti edecekti.
Çözüm denen şey, Kürt sorunun çözümü olmalıydı. Ama böyle bir sorunun varlığı bile reddedildi. Süreç başladığından beri hiç bir reform yapılmadı.
Sürecin sonunda nereye varacağız, topluma anlatılmadı. Her şey, sadece analar ağlamasın sloganı arkasına saklandı.
Tabii ki şehit cenazeleri gelmesin, analar ağlamasın. Zaten herkes bunu istiyor.
Ama analar ağlamasın, bir sonuçtur. Bu sonuç nasıl sağlanacak ve kalıcı hale getirilecek, bilen yok. Çünkü anlatan olmadı.
Ateşkes, adı üstünde, her zaman geçici bir durumdur. Amaç kalıcı barışa ulaşmaktır. Bunlar hakkında hiç bir zaman topluma bilgi verilmedi.
Bu arada AKP, ateşkes durumunu ve süreci, devamlı olarak kendi oy ve seçim hesapları için kullandı.
Pek çok nedenle bu sürecin iflas edeceği belliydi. Nitekim öyle oldu.
Peki ne yapılmalıydı?
Kürt sorunu ancak demokrasi ve özgürlükler temelinde çözülebilir. O doğrultuda kapsamlı bir reform paketi oluşturulmalı ve uygulanmalıydı.
Bu reform paketi PKK ve Öcalan ile pazarlık edilerek değil, kamuoyunda geniş bir şekilde tartışılarak oluşturulmalıydı. Çünkü, büyük reformlar ancak kamuoyunun desteği alınarak yapılabilir.
Bu reformlar da; hukuk, dil ve yerel yönetimler alanında olmalıdır. Bunları defalarca ayrıntılı olarak yazdım.
Hayati önem taşıyan bir başka husus da şudur: Reform sürecine bir kez başlandıktan sonra, hedefe ulaşana kadar, hiç duraksamadan yola devam edilir. Sonuna kadar kararlılıkla gidilir.
Dur kalk yaparak reform olmaz. Durunca, reform düşmanları devreye girer ve işler karışır.
AKP'nin güzel bir sloganı vardır: Durmak yok, yola devam. İşte, tam da o sloganın dile getirdiği gibi yapılmalıdır.
Böyle bir demokrasi ve temel haklar reform paketi için, PKK ve Öcalan'ı muhatap almak gerekmez.
PKK ile konuşulacak konu, dağdan inmek ve silah bırakmak isteyenlere yol göstermek için olmalıydı.
AKP'nin uyguladığı çözüm süreci, hem sorunu çözmedi, hem de PKK'yı daha güçlü hale getirdi.
Durum niçin vahim?
Bu iş iyi gitmiyor. Şimdi Türkiye'de iç savaş ve parçalanma ihtimali, ne yazık ki, 10 sene önce olduğundan daha fazla.
Yanlış kurgulanmış çözüm sürecinin iflasına ilave olarak, dört husus daha var ki, her biri ayrı ayrı durumu daha da vahim kılıyor.
Birinci olarak, Suriye politikasında yapılan büyük yanlışlar. Ankara, savaş yoluyla Suriye'de rejim değişikliği siyasetinin en büyük hamisi olmaya soyundu.
Bu, akıl almaz bir yanlış. Çünkü öylelikle, Türkiye'yi istikrarsızlaştırmak isteyenlerin eline bol miktarda gerekçe verdi. Ayrıca yaptığı pek çok yanlışla, PKK'nın bölgede güçlenmesine bir kez daha yardım etmiş oldu.
İkinci olarak, AKP iktidarı, Avrupa Birliği hedefine sırt çevirdi. Halbuki AB üyeliğinin Türkiye için en büyük getirisi, ülkenin toprak bütünlüğünü pekiştirmesi olacaktı. Kürt halkının ezici bir çoğunluğu, AB üyesi bir Türkiye'den asla ayrılmak istemez.
Üçüncü olarak, içerde hukuk devleti rafa kaldırıldı, mahkemeler siyasi iktidarın emrine girdi. Basın ve ifade özgürlüğü, askeri rejim zamanında dahi görülmedik şekilde korkunç bir tahakküm altına alındı.
Bunun sonucunda Türkiye şimdi, üçüncü sınıf bir demokrasiye dönüştü. Bu da hiç şüphe yok ki, Kürtler açısından duygusal kopuşu teşvik eden bir başka durum.
Dördüncü ve son husus ise, siyasi seçeneksizlik. Evet, AKP'nin Kürt sorununu çözemeyeceği belli oldu. Ama bu işin liderliğini yapacak ve işi çözüme götürecek bir muhalefet seçeneği de yok. MHP'nin durumu ortada. CHP ise, "bu işi mecliste görüşelim" demenin ötesinde, parti olarak hiç bir somut öneriye sahip değil.
Artık fazla zaman kalmadı
Tam 10 yıl önce, 2005'te, 'Kötü Yönetilen Türkiye' adlı ve haftalarca en çok satanlar listesinde kalan bir kitabım çıkmıştı.
O kitapta Kürt sorununun, şöyle veya böyle, ama 21. yüzyılın yaklaşık ilk 25 yılı içinde çözüleceğini söylemiş ve şunları yazmıştım:
"Türkiye'nin bu en temel iç sorununu başarıyla çözüp çözemeyeceği, yalnız Türkiye'de yaşayanlar değil, tüm Ortadoğu Kürtlerinin kaderini belirleyecek...
Türkiye'deki sorunun çözülmesi durumunda,Ortadoğu Kürtlerinin dünyaya açılmak için, Türkiye ve Türkiye Kürtlerinden daha iyi bir seçeneği yok...
Bunun aksine bir gelişme, yani Kürt sorununu demokrasi, refah ve gönüllü beraberlik temelinde çözmeyi başaramaması Türkiye'nin, önünde duran ikinci ve karanlık yola yuvarlanmasının en önemli nedeni olacak.
Bu temel sorununu ve dolayısıyla başka hiç bir önemli hedefini başarıya ulaştıramayan Türkiye için 21. yüzyılın ilk çeyreği, Anadolu ve Ortadoğu Kürtleriyle beraber parçalanmaların, acıların, yıkımların ve gözyaşlarının yüzyılına dönüşebilecek."
Hâlâ aynı şekilde düşünüyorum. Ama ne yazık ki, ikinci olasılığın güçlendiğini görerek.
">
Geçen haftaki "Şehit cenazeleri niçin yine gelmeye başladı?" başlıklı yazımızda, AKP'nin çözüm sürecine niçin son verdiğini ele almıştık.
Türkiye'nin pek çok sorunu var. Ama Kürt sorunu en temel meselemiz.
O nedenle konuya devam edelim. Bu yazıda, çözüm sürecinin başarısız kalmasının nedenlerin görelim.
Doğru siyaset ne olmalıydı, ona da kısaca işaret edelim.
AKP'nin çözüm süreci, PKK lideri Abdullah Öcalan ile pazarlık üzerine kuruldu. Bu kurguya göre, Öcalan'ın özel istekleri karşılanacak, buna karşılık Öcalan da Kürt halkının sadakatini garanti edecekti.
Çözüm denen şey, Kürt sorunun çözümü olmalıydı. Ama böyle bir sorunun varlığı bile reddedildi. Süreç başladığından beri hiç bir reform yapılmadı.
Sürecin sonunda nereye varacağız, topluma anlatılmadı. Her şey, sadece analar ağlamasın sloganı arkasına saklandı.
Tabii ki şehit cenazeleri gelmesin, analar ağlamasın. Zaten herkes bunu istiyor.
Ama analar ağlamasın, bir sonuçtur. Bu sonuç nasıl sağlanacak ve kalıcı hale getirilecek, bilen yok. Çünkü anlatan olmadı.
Ateşkes, adı üstünde, her zaman geçici bir durumdur. Amaç kalıcı barışa ulaşmaktır. Bunlar hakkında hiç bir zaman topluma bilgi verilmedi.
Bu arada AKP, ateşkes durumunu ve süreci, devamlı olarak kendi oy ve seçim hesapları için kullandı.
Pek çok nedenle bu sürecin iflas edeceği belliydi. Nitekim öyle oldu.
Peki ne yapılmalıydı?
Kürt sorunu ancak demokrasi ve özgürlükler temelinde çözülebilir. O doğrultuda kapsamlı bir reform paketi oluşturulmalı ve uygulanmalıydı.
Bu reform paketi PKK ve Öcalan ile pazarlık edilerek değil, kamuoyunda geniş bir şekilde tartışılarak oluşturulmalıydı. Çünkü, büyük reformlar ancak kamuoyunun desteği alınarak yapılabilir.
Bu reformlar da; hukuk, dil ve yerel yönetimler alanında olmalıdır. Bunları defalarca ayrıntılı olarak yazdım.
Hayati önem taşıyan bir başka husus da şudur: Reform sürecine bir kez başlandıktan sonra, hedefe ulaşana kadar, hiç duraksamadan yola devam edilir. Sonuna kadar kararlılıkla gidilir.
Dur kalk yaparak reform olmaz. Durunca, reform düşmanları devreye girer ve işler karışır.
AKP'nin güzel bir sloganı vardır: Durmak yok, yola devam. İşte, tam da o sloganın dile getirdiği gibi yapılmalıdır.
Böyle bir demokrasi ve temel haklar reform paketi için, PKK ve Öcalan'ı muhatap almak gerekmez.
PKK ile konuşulacak konu, dağdan inmek ve silah bırakmak isteyenlere yol göstermek için olmalıydı.
AKP'nin uyguladığı çözüm süreci, hem sorunu çözmedi, hem de PKK'yı daha güçlü hale getirdi.
Durum niçin vahim?
Bu iş iyi gitmiyor. Şimdi Türkiye'de iç savaş ve parçalanma ihtimali, ne yazık ki, 10 sene önce olduğundan daha fazla.
Yanlış kurgulanmış çözüm sürecinin iflasına ilave olarak, dört husus daha var ki, her biri ayrı ayrı durumu daha da vahim kılıyor.
Birinci olarak, Suriye politikasında yapılan büyük yanlışlar. Ankara, savaş yoluyla Suriye'de rejim değişikliği siyasetinin en büyük hamisi olmaya soyundu.
Bu, akıl almaz bir yanlış. Çünkü öylelikle, Türkiye'yi istikrarsızlaştırmak isteyenlerin eline bol miktarda gerekçe verdi. Ayrıca yaptığı pek çok yanlışla, PKK'nın bölgede güçlenmesine bir kez daha yardım etmiş oldu.
İkinci olarak, AKP iktidarı, Avrupa Birliği hedefine sırt çevirdi. Halbuki AB üyeliğinin Türkiye için en büyük getirisi, ülkenin toprak bütünlüğünü pekiştirmesi olacaktı. Kürt halkının ezici bir çoğunluğu, AB üyesi bir Türkiye'den asla ayrılmak istemez.
Üçüncü olarak, içerde hukuk devleti rafa kaldırıldı, mahkemeler siyasi iktidarın emrine girdi. Basın ve ifade özgürlüğü, askeri rejim zamanında dahi görülmedik şekilde korkunç bir tahakküm altına alındı.
Bunun sonucunda Türkiye şimdi, üçüncü sınıf bir demokrasiye dönüştü. Bu da hiç şüphe yok ki, Kürtler açısından duygusal kopuşu teşvik eden bir başka durum.
Dördüncü ve son husus ise, siyasi seçeneksizlik. Evet, AKP'nin Kürt sorununu çözemeyeceği belli oldu. Ama bu işin liderliğini yapacak ve işi çözüme götürecek bir muhalefet seçeneği de yok. MHP'nin durumu ortada. CHP ise, "bu işi mecliste görüşelim" demenin ötesinde, parti olarak hiç bir somut öneriye sahip değil.
Artık fazla zaman kalmadı
Tam 10 yıl önce, 2005'te, 'Kötü Yönetilen Türkiye' adlı ve haftalarca en çok satanlar listesinde kalan bir kitabım çıkmıştı.
O kitapta Kürt sorununun, şöyle veya böyle, ama 21. yüzyılın yaklaşık ilk 25 yılı içinde çözüleceğini söylemiş ve şunları yazmıştım:
"Türkiye'nin bu en temel iç sorununu başarıyla çözüp çözemeyeceği, yalnız Türkiye'de yaşayanlar değil, tüm Ortadoğu Kürtlerinin kaderini belirleyecek...
Türkiye'deki sorunun çözülmesi durumunda,Ortadoğu Kürtlerinin dünyaya açılmak için, Türkiye ve Türkiye Kürtlerinden daha iyi bir seçeneği yok...
Bunun aksine bir gelişme, yani Kürt sorununu demokrasi, refah ve gönüllü beraberlik temelinde çözmeyi başaramaması Türkiye'nin, önünde duran ikinci ve karanlık yola yuvarlanmasının en önemli nedeni olacak.
Bu temel sorununu ve dolayısıyla başka hiç bir önemli hedefini başarıya ulaştıramayan Türkiye için 21. yüzyılın ilk çeyreği, Anadolu ve Ortadoğu Kürtleriyle beraber parçalanmaların, acıların, yıkımların ve gözyaşlarının yüzyılına dönüşebilecek."
Hâlâ aynı şekilde düşünüyorum. Ama ne yazık ki, ikinci olasılığın güçlendiğini görerek.