Biz birbirimizden ayrı değiliz ki

Papa uçaktan inmiş ve burada genelev mi var diye sormuş.. Ertesi gün tüm...

Ebru Eğinlioğlu eeginlioglu@gmail.com

Papa uçaktan inmiş ve burada genelev mi var diye sormuş.. Ertesi gün tüm gazeteler manşet atmış, Papa uçaktan indi ve burada genelev var mı diye sordu…

Sordu mu? Sordu bu doğru ama nasıl sordu ve neyi kast etti, buna bakmak lazım.

Bizim röportajlar da biraz bu hesap oluyor, haberleri okutmak adına, haberlerimizi denetleyen arkadaşlarımız, haberciliğin şanından  anlam bütünlüğünü bozmamak şartıyla haberlere  böyle ilgi çekici başlıklar atabiliyor.

Dolayısıyla en son hazırladığım röportajım çok fazla okunduğundan  ve yanlış anlaşılmalara yol açmaması bakımından, hem kendi adıma,  hem de bazı konularda değerli Muazzez hoca ile ilgili bazı anlaşılmamış ya da yanlış anlaşılmış noktaların altını çizmek istiyorum.

Biliyorsunuz, röportajlarda genellikle, konular spontane geliştiği için,  bazı konular tahminlerin ötesinde dikkat çekiyor.

Mesela türban konusunda, Muazzez hanım’ ın,  günümüz gündemiyle  ilgili asla belirleyici bir konuşması olmadı. Tamamen, Sümer tarihinde, Anadolu coğrafyasında, tapınaklarda, erkekleri eğlendiren kadınlar olduğunu, bunun da o zamanki  Sümer anlayışına  göre,  kutsal bir nedene dayandığını söylemişti. Böyle bir adet olduğundan bahsetmişti. Yoksa inancı gereği, türban takan hiç kimseye bir laf etmedi. Diğer bir konu, bazı çalışkan öğrencilerin, başlarının kapatılması suretiyle, eğitim masraflarının karşılanması konusu. Bu da kendisinin çevresinden aldığı duyumlar sonucu benle paylaştığı bir bilgiydi. Burada da, genel anlamda kimseye bir suçlama yöneltmedi. Böyle şeyler duyduğunu söyledi.

New York Times gazetesinde yer alan habere göre Emine hanım’ a kıyafetinden dolayı yapılan eleştirilerden dolayı, aynen benim kadar  rahatsız olduğunu kendisi de belirtti. Çünkü bu o haberi yapan insanın hadsizliğiydi.  

Yani tüm bu ana başlıkları toparlarsam, bu gün çeşitli zamanlarda tartışılan türban konusunun,  aslında Anadolu uygarlıkları zamanından, hatta Peygamber’ imizin döneminden itibaren kimlerin nasıl kullandığı konusunda verilen bilgiler, bu günün şartlarında kullanılan başörtülerinin  aslında çeşitli bağlama şekilleriyle, değişik kesimler tarafından, geçmiş zamanlardan beri tarihsel süreç içinde  kullanıldığını belirtti. . Mesele esasında bu kadar basitti…..

Bizim bu röportajı yapmamızdaki amaç ise  insanların türban ya da, şapka, ya da bandana adı ne olursa olsun, ister inancından dolayı, ister beğenisinden dolayı, kendini nasıl mutlu ve iyi hissediyorsa, o şekilde kullanmasına, böyle semboller üzerinde bu kadar hassas davranmamasına, şekilcilikten sıyrılmasına  belki düşünce yönünden katkı sağlamaktı.

Bizim artık zaman böyle hızla ilerlerken, şekilsel  konuları halletmiş olmamız, kendi içimizde sanki ayrı fikirler varmış gibi birbirimize hakaret etmeyi kesmemiz  gerekiyor. Artık , bu olgunluğu ve hoşgörü düzeyini yakalamamız  lazım.

Sanki iki ayrı kutup varmış, bunlardan biri dindar görünüşlü, başörtüsü ya da türban kullanan, namaz kılan, dininin şartlarını yerine getiren  insanlar, diğeri de bizler gibi modern görüntülü, ibadetini yapıp yapmadığını söylemeyen, başı açık ama Müslüman olan insanlar.

Yandaş medya, karşıt medya saçmalığı.

Kim kimin karşısında, kim kimin yanında, biz ne zaman bu kadar koptuk, ayrıldık birbirimizden? İlla ki bir yere ait olmak zorunda mıyız?  

Aslında bizim toplum içinde böyle bir sıkıntımız yok.

Ailemde türbanlı insanlar yok ama ailesinde türbanlı insanlar olan arkadaşlarım var. Yabancı dinlere mensup arkadaşlarım var. Keza annemin yaşadığı yerde,  Kürt kökenli  bir aile yaşıyor ve ben onları da çok seviyorum, sanıyorum onlar da beni seviyor, aramızda birbirlerimize yemek ya da tatlı götürüyoruz. Doğal olarak,  o kadar sevgi, saygı içindeyiz.  Yani normal yaşantımız içinde, bizlerin hiç kimseyle bir alıp veremediğimiz  yok.

Ama hazırladığımız haberlere gelen yorumlara bakıyoruz.

Herkes, ya bir şeyleri yanlış anlıyor, ya da öyle mi anlamak istiyor artık bilmiyorum hakaretler yağdırıyor, karşıt fikirler havada uçuşuyor.

Şunu demeye çalışıyorum, biz birisini sevdiğimiz zaman, şeklinden, inancından dolayı değil, sadece sevdiğimiz için seviyoruz. Bunun bir açıklaması, nedeni ya da niçini yok. İnsanı sevdiğimiz için.  Sevmenin bir sebebi olamayacağı gibi..

Ben biri bir konuyu yanlış anladığı  zaman, hastalanıyorum, vücut kimyam bozuluyor. Daima, şiddetin, tartışmanın, hakaretin  her türüne  karşıyım. Ve biliyorum ki, insanların birbirlerinden  o kadar çok öğrenecekleri şey var ki. En okumamışından, eğitimlisine kadar, birbirimize öyle çok şey öğretebiliriz ki, niye bunlardan sadece şekilsel aptalca  düşüncelerimiz ve korkularımız  yüzünden mahrum kalalım. Niye birbirimizi eleştirelim. Niye hakaret edelim, niye birbirimize karşıymış gibi davranalım. Neyi paylaşamıyoruz ben gerçekten anlamıyorum. Aslında hepimiz aynı fırından ekmek almıyor muyuz, aynı yerden su içmiyor muyuz, aynı şeyleri beğenmiyor muyuz, birinin canı acıdığında biz de o acıyı hissetmiyor muyuz? O zaman niye birbirimizi farklı görmek istiyoruz? Biz birbirimizden ayrı değiliz ki...

">

Papa uçaktan inmiş ve burada genelev mi var diye sormuş.. Ertesi gün tüm gazeteler manşet atmış, Papa uçaktan indi ve burada genelev var mı diye sordu…

Sordu mu? Sordu bu doğru ama nasıl sordu ve neyi kast etti, buna bakmak lazım.

Bizim röportajlar da biraz bu hesap oluyor, haberleri okutmak adına, haberlerimizi denetleyen arkadaşlarımız, haberciliğin şanından  anlam bütünlüğünü bozmamak şartıyla haberlere  böyle ilgi çekici başlıklar atabiliyor.

Dolayısıyla en son hazırladığım röportajım çok fazla okunduğundan  ve yanlış anlaşılmalara yol açmaması bakımından, hem kendi adıma,  hem de bazı konularda değerli Muazzez hoca ile ilgili bazı anlaşılmamış ya da yanlış anlaşılmış noktaların altını çizmek istiyorum.

Biliyorsunuz, röportajlarda genellikle, konular spontane geliştiği için,  bazı konular tahminlerin ötesinde dikkat çekiyor.

Mesela türban konusunda, Muazzez hanım’ ın,  günümüz gündemiyle  ilgili asla belirleyici bir konuşması olmadı. Tamamen, Sümer tarihinde, Anadolu coğrafyasında, tapınaklarda, erkekleri eğlendiren kadınlar olduğunu, bunun da o zamanki  Sümer anlayışına  göre,  kutsal bir nedene dayandığını söylemişti. Böyle bir adet olduğundan bahsetmişti. Yoksa inancı gereği, türban takan hiç kimseye bir laf etmedi. Diğer bir konu, bazı çalışkan öğrencilerin, başlarının kapatılması suretiyle, eğitim masraflarının karşılanması konusu. Bu da kendisinin çevresinden aldığı duyumlar sonucu benle paylaştığı bir bilgiydi. Burada da, genel anlamda kimseye bir suçlama yöneltmedi. Böyle şeyler duyduğunu söyledi.

New York Times gazetesinde yer alan habere göre Emine hanım’ a kıyafetinden dolayı yapılan eleştirilerden dolayı, aynen benim kadar  rahatsız olduğunu kendisi de belirtti. Çünkü bu o haberi yapan insanın hadsizliğiydi.  

Yani tüm bu ana başlıkları toparlarsam, bu gün çeşitli zamanlarda tartışılan türban konusunun,  aslında Anadolu uygarlıkları zamanından, hatta Peygamber’ imizin döneminden itibaren kimlerin nasıl kullandığı konusunda verilen bilgiler, bu günün şartlarında kullanılan başörtülerinin  aslında çeşitli bağlama şekilleriyle, değişik kesimler tarafından, geçmiş zamanlardan beri tarihsel süreç içinde  kullanıldığını belirtti. . Mesele esasında bu kadar basitti…..

Bizim bu röportajı yapmamızdaki amaç ise  insanların türban ya da, şapka, ya da bandana adı ne olursa olsun, ister inancından dolayı, ister beğenisinden dolayı, kendini nasıl mutlu ve iyi hissediyorsa, o şekilde kullanmasına, böyle semboller üzerinde bu kadar hassas davranmamasına, şekilcilikten sıyrılmasına  belki düşünce yönünden katkı sağlamaktı.

Bizim artık zaman böyle hızla ilerlerken, şekilsel  konuları halletmiş olmamız, kendi içimizde sanki ayrı fikirler varmış gibi birbirimize hakaret etmeyi kesmemiz  gerekiyor. Artık , bu olgunluğu ve hoşgörü düzeyini yakalamamız  lazım.

Sanki iki ayrı kutup varmış, bunlardan biri dindar görünüşlü, başörtüsü ya da türban kullanan, namaz kılan, dininin şartlarını yerine getiren  insanlar, diğeri de bizler gibi modern görüntülü, ibadetini yapıp yapmadığını söylemeyen, başı açık ama Müslüman olan insanlar.

Yandaş medya, karşıt medya saçmalığı.

Kim kimin karşısında, kim kimin yanında, biz ne zaman bu kadar koptuk, ayrıldık birbirimizden? İlla ki bir yere ait olmak zorunda mıyız?  

Aslında bizim toplum içinde böyle bir sıkıntımız yok.

Ailemde türbanlı insanlar yok ama ailesinde türbanlı insanlar olan arkadaşlarım var. Yabancı dinlere mensup arkadaşlarım var. Keza annemin yaşadığı yerde,  Kürt kökenli  bir aile yaşıyor ve ben onları da çok seviyorum, sanıyorum onlar da beni seviyor, aramızda birbirlerimize yemek ya da tatlı götürüyoruz. Doğal olarak,  o kadar sevgi, saygı içindeyiz.  Yani normal yaşantımız içinde, bizlerin hiç kimseyle bir alıp veremediğimiz  yok.

Ama hazırladığımız haberlere gelen yorumlara bakıyoruz.

Herkes, ya bir şeyleri yanlış anlıyor, ya da öyle mi anlamak istiyor artık bilmiyorum hakaretler yağdırıyor, karşıt fikirler havada uçuşuyor.

Şunu demeye çalışıyorum, biz birisini sevdiğimiz zaman, şeklinden, inancından dolayı değil, sadece sevdiğimiz için seviyoruz. Bunun bir açıklaması, nedeni ya da niçini yok. İnsanı sevdiğimiz için.  Sevmenin bir sebebi olamayacağı gibi..

Ben biri bir konuyu yanlış anladığı  zaman, hastalanıyorum, vücut kimyam bozuluyor. Daima, şiddetin, tartışmanın, hakaretin  her türüne  karşıyım. Ve biliyorum ki, insanların birbirlerinden  o kadar çok öğrenecekleri şey var ki. En okumamışından, eğitimlisine kadar, birbirimize öyle çok şey öğretebiliriz ki, niye bunlardan sadece şekilsel aptalca  düşüncelerimiz ve korkularımız  yüzünden mahrum kalalım. Niye birbirimizi eleştirelim. Niye hakaret edelim, niye birbirimize karşıymış gibi davranalım. Neyi paylaşamıyoruz ben gerçekten anlamıyorum. Aslında hepimiz aynı fırından ekmek almıyor muyuz, aynı yerden su içmiyor muyuz, aynı şeyleri beğenmiyor muyuz, birinin canı acıdığında biz de o acıyı hissetmiyor muyuz? O zaman niye birbirimizi farklı görmek istiyoruz? Biz birbirimizden ayrı değiliz ki...

Tüm yazılarını göster