Her maddenin bir şekli şemali var kuşkusuz, aynı zamanda da görünmeyen ruhu, yani enerjisi…Cansız diye adlandırdığımız şeylerin bile görünmeyen bir rengi, ışıltısı, tınısı var… Mesela koltukların, kanepelerin, ahşabın, aklınıza gelen her şeyin.
Bir yere gittiğimizde burası beni açtı, çok hoşuma gitti, ya da duvarlar üzerime geldi, boğulacak gibi oldum deriz. Hepsi görmediğimiz enerjiler yüzünden.
Yaşamda kelimelerin de bir enerjisi, ifade ettiği anlamların yarattığı farkındalıklar var.
Sevgi dediğimizde, gönlümüzde ve zihnimizde sevgi ile ilgili tanımladığımız ne varsa birer birer canlanıyor. Belki eski bir dost, belki de geçmişte kalmış bir sevgili ya da küçük, şirinlik abidesi bir canlı….
Aşk dediğimizde o enerjiyi aslında anlatamıyoruz. Çünkü kelimelerle ifade edilemeyecek kadar yoğun duyguları anlatıyor, kendimize bile anlatamıyoruz, sadece içimizde sıcak bir duygu seli yayılıyor, hepsi o kadar. ‘An’larda hissediyoruz aşkı…
Bu enerjileri bazen yoğun olarak yaşıyoruz, bazen de hiçbir şey hissetmeden günü geçiriyoruz. Ne ağlıyoruz, ne kızıyoruz, ne gülüyoruz. Duygularımızı bastırıyoruz. Öyle öğretildiği için. Tıpkı şehit anasının, düşmanları sevindirmemek için, ağlamak yerine gülmesi gibi….
Tıpkı birine alabildiğine kızarken, tam tersi gülerek onunla uzlaşmaya çalıştığımız gibi…
Biraz duygularımızı gerçek haliyle yaşasak hemen ötekileştiriliyoruz. Birine kızsak, kızdığımızı da yazıyla ifade etsek. Diyorlar ki; isim vererek eleştiri yapılır mı? Peki yapmayalım o zaman samimiyete gerek yok. Hiçbir yanlış gelen duyguyu paylaşmayalım, sahte sahte dolaşalım. Öylesi daha iyi….
Biraz hakkımızı arasak, içimizden geldiği gibi konuşsak; yok öyle olmaz, o zaman azınlıklar alınır, onları rencide etmiş oluruz. Peki bizim rencide olmuşluğumuz ne olacak? Bizi kim hoş görecek?
Böyle bir sahte kimliklerle, enerjilerle, duygularla yaşayan bir toplum olduk. Hep birileri için yaşadık, kendimizi unuttuk. Artık duygularımızı doğru düzgün hissedemiyoruz, hissetsek , içimizden geldiği gibi ifade edemiyoruz. Düşüncelerimizde olduğu gibi, ifadelerimizde, davranışlarımızda da çoğunluğa uymak zorundayız. Medeniyet ve toplum bizden bunu istiyor.
Yeni yetme büyümeye çalışan bir bireyken bize özgün ve marjinal olmamızın iyi olduğu öğretildi, en azından benim ailem de öyleydi. Şimdi bakıyoruz artık, makbul olan, herkesle uyum içinde yaşayan, topluma ayak uyduran, herkes gibi olan insanlar….Fazla rengi enerjisi olmayan, biraz yavan, biraz ürkek, biraz da yalan…..
">
Her maddenin bir şekli şemali var kuşkusuz, aynı zamanda da görünmeyen ruhu, yani enerjisi…Cansız diye adlandırdığımız şeylerin bile görünmeyen bir rengi, ışıltısı, tınısı var… Mesela koltukların, kanepelerin, ahşabın, aklınıza gelen her şeyin.
Bir yere gittiğimizde burası beni açtı, çok hoşuma gitti, ya da duvarlar üzerime geldi, boğulacak gibi oldum deriz. Hepsi görmediğimiz enerjiler yüzünden.
Yaşamda kelimelerin de bir enerjisi, ifade ettiği anlamların yarattığı farkındalıklar var.
Sevgi dediğimizde, gönlümüzde ve zihnimizde sevgi ile ilgili tanımladığımız ne varsa birer birer canlanıyor. Belki eski bir dost, belki de geçmişte kalmış bir sevgili ya da küçük, şirinlik abidesi bir canlı….
Aşk dediğimizde o enerjiyi aslında anlatamıyoruz. Çünkü kelimelerle ifade edilemeyecek kadar yoğun duyguları anlatıyor, kendimize bile anlatamıyoruz, sadece içimizde sıcak bir duygu seli yayılıyor, hepsi o kadar. ‘An’larda hissediyoruz aşkı…
Bu enerjileri bazen yoğun olarak yaşıyoruz, bazen de hiçbir şey hissetmeden günü geçiriyoruz. Ne ağlıyoruz, ne kızıyoruz, ne gülüyoruz. Duygularımızı bastırıyoruz. Öyle öğretildiği için. Tıpkı şehit anasının, düşmanları sevindirmemek için, ağlamak yerine gülmesi gibi….
Tıpkı birine alabildiğine kızarken, tam tersi gülerek onunla uzlaşmaya çalıştığımız gibi…
Biraz duygularımızı gerçek haliyle yaşasak hemen ötekileştiriliyoruz. Birine kızsak, kızdığımızı da yazıyla ifade etsek. Diyorlar ki; isim vererek eleştiri yapılır mı? Peki yapmayalım o zaman samimiyete gerek yok. Hiçbir yanlış gelen duyguyu paylaşmayalım, sahte sahte dolaşalım. Öylesi daha iyi….
Biraz hakkımızı arasak, içimizden geldiği gibi konuşsak; yok öyle olmaz, o zaman azınlıklar alınır, onları rencide etmiş oluruz. Peki bizim rencide olmuşluğumuz ne olacak? Bizi kim hoş görecek?
Böyle bir sahte kimliklerle, enerjilerle, duygularla yaşayan bir toplum olduk. Hep birileri için yaşadık, kendimizi unuttuk. Artık duygularımızı doğru düzgün hissedemiyoruz, hissetsek , içimizden geldiği gibi ifade edemiyoruz. Düşüncelerimizde olduğu gibi, ifadelerimizde, davranışlarımızda da çoğunluğa uymak zorundayız. Medeniyet ve toplum bizden bunu istiyor.
Yeni yetme büyümeye çalışan bir bireyken bize özgün ve marjinal olmamızın iyi olduğu öğretildi, en azından benim ailem de öyleydi. Şimdi bakıyoruz artık, makbul olan, herkesle uyum içinde yaşayan, topluma ayak uyduran, herkes gibi olan insanlar….Fazla rengi enerjisi olmayan, biraz yavan, biraz ürkek, biraz da yalan…..