Bir belgesel izledim

Geçtiğimiz günlerde, çok hoş bir belgesel izledim. Oldum olası biyografiler...

Ebru Eğinlioğlu eeginlioglu@gmail.com

Geçtiğimiz günlerde, çok hoş bir belgesel izledim. Oldum olası biyografiler, farklı sınıflardan insanların yaşamları, davranışları, biyografileri ilgimi çeker.

Hani bazı insanlar vardır, her şeyin yenisini, daha mekaniğini, modernini tercih eder.

Mesela yurt dışına tatile gittiği zaman, genelde alışveriş odaklı, pahalı restaurantların olduğu yerleri tercih ederler. Çok fazla insanlarla ilgilenmezler, başkalarının sorunları, sıkıntıları onları hiç ilgilendirmez. Kendilerini para kazanmaya, rekabete ve Dolce Vita’ ya adarlar.

Bense her şeyin eskisini, yaşanmışını, otantiğini çok merak ederim. Tecrübeler benim yaşamıma ayrı bir anlam ve tat katar. Görmüş geçirmiş insanlar benim anlayışıma göre çok değerlidir.

Felsefe, varoluş gibi soyut kavramlarla ilgilenen, duyarlı ve derinliği olan insanlara büyük saygı duyar ve onlarla sohbet etmekten çok keyif alırım.

Çünkü bir toplumun ilerlemesi, kalitesinin derecesini kültürel alt yapısı ve birikimi  oluşturur.

O altyapı içindeki ne kadar sığ malzeme bulunursa, toplumun kültür düzeyi de o denli avamlaşır.

Hiç unutmuyorum, şimdilerde görevini bırakan, büyük bir gazetenin eski genel yayın yönetmeni, köşe yazarları hakkında, düşünce önemli değil, herkes düşünüyor zaten, demişti.

O zaman bundan ne anlıyoruz, kimse düşünmesin, ona buna trend tabirle ‘çakma haberler’ yapsın, yediğini, içtiğini gezdiğini anlatsın,  soyunsun, absürd hareketler yapsın.

Gazeteci olsun, televizyoncu olsun, yayıncılık ilerlesin.

Tabii sormak lazım, yolculuk nereye diye?

Her neyse gecenin bir saatinde izlediğim belgesel bende bu çağrışımları yaptı.

Gündüz saatlerinde, ya da prime time tabir edilen saatlerde hep popüler konularda haber ya da programlar izliyoruz. Çünkü raiting denilen bana göre, kalitenin canına okuyan sistem, bunların izlenmesini öngörüyor. Kuşkusuz eğlenceyi herkes sever ama hep kolay, hep eğlence olmaz biraz da oturup bir şeyleri düşünmek lazım. Düşünce insanı insan yapan, yaratıcı kılan  en önemli şeydir.

Benim izlediğim belegesel de , Zonguldak’ ta yaşayan maden işçilerinin yaşamları anlatılıyordu.

Üç tane maden işçisi, sabahın 6’ sında kalkıyor, mütevazı bir şekilde kahvaltılarını ediyor, sonra madene gidiyorlar. Sanırım yaşamlarındaki tek lüksleri, tüm aileyle birlikte yaptıkları sabah kahvaltıları. Son derece sade evlerde yaşıyorlar. Madene gittikten sonra, hemen üstlerini değişiyor ve 30- 40 kişilik asansörlerle sıra bekleyip, hani 7 kat yerin altı denir ya. O şekilde yerin altına madene iniyorlar ve oradan da, payton adı verilen, elektirikli araçlarla yaklaşık 3-4 kilometre daha içeri giriyorlar. Sonra da akşama kadar orada çalışıyorlar. Zaman zaman kazalar atlatıyor ve çalışma arkadaşlarını kaybediyorlar. O psikolojiyi ve içinde bulundukları zorlukları düşünsenize. Biz sıcak yataklarımızda uyurken, birileri de, gün ışığına hasret, küçük paralar için yerin altında çalışıyor ve her şeye rağmen, işlerini kaybetmek istemiyorlar.

Yaptıkları baba mesleğini, çok onurlu bir meslek olarak görüyor, çocuklarının da bu işi yapmalarını istiyorlar.

Ben böyle bir dünya olduğunu bu belgeselde izledim. Çok da fazla duygulandım.

Keşke böyle programlar, yalnızca Trt gibi kanallarda değil, entertainment kanallarda da yayımlansa, en azından sosyal sorumluluk projesi kapsamında,  insanların ne kadar ilgisini çeker ve sıkılmadan izlerler mi bilmiyorum ama gecenin bir yarısı değil de, prime time veya gündüz saatlerinde yayınlansa.  Biraz da, zorlukla para kazanan, özverili yaşamların farkına varsa onlar ve diğerleri  için hepimiz bir şeyler yapsak.

 

">

Geçtiğimiz günlerde, çok hoş bir belgesel izledim. Oldum olası biyografiler, farklı sınıflardan insanların yaşamları, davranışları, biyografileri ilgimi çeker.

Hani bazı insanlar vardır, her şeyin yenisini, daha mekaniğini, modernini tercih eder.

Mesela yurt dışına tatile gittiği zaman, genelde alışveriş odaklı, pahalı restaurantların olduğu yerleri tercih ederler. Çok fazla insanlarla ilgilenmezler, başkalarının sorunları, sıkıntıları onları hiç ilgilendirmez. Kendilerini para kazanmaya, rekabete ve Dolce Vita’ ya adarlar.

Bense her şeyin eskisini, yaşanmışını, otantiğini çok merak ederim. Tecrübeler benim yaşamıma ayrı bir anlam ve tat katar. Görmüş geçirmiş insanlar benim anlayışıma göre çok değerlidir.

Felsefe, varoluş gibi soyut kavramlarla ilgilenen, duyarlı ve derinliği olan insanlara büyük saygı duyar ve onlarla sohbet etmekten çok keyif alırım.

Çünkü bir toplumun ilerlemesi, kalitesinin derecesini kültürel alt yapısı ve birikimi  oluşturur.

O altyapı içindeki ne kadar sığ malzeme bulunursa, toplumun kültür düzeyi de o denli avamlaşır.

Hiç unutmuyorum, şimdilerde görevini bırakan, büyük bir gazetenin eski genel yayın yönetmeni, köşe yazarları hakkında, düşünce önemli değil, herkes düşünüyor zaten, demişti.

O zaman bundan ne anlıyoruz, kimse düşünmesin, ona buna trend tabirle ‘çakma haberler’ yapsın, yediğini, içtiğini gezdiğini anlatsın,  soyunsun, absürd hareketler yapsın.

Gazeteci olsun, televizyoncu olsun, yayıncılık ilerlesin.

Tabii sormak lazım, yolculuk nereye diye?

Her neyse gecenin bir saatinde izlediğim belgesel bende bu çağrışımları yaptı.

Gündüz saatlerinde, ya da prime time tabir edilen saatlerde hep popüler konularda haber ya da programlar izliyoruz. Çünkü raiting denilen bana göre, kalitenin canına okuyan sistem, bunların izlenmesini öngörüyor. Kuşkusuz eğlenceyi herkes sever ama hep kolay, hep eğlence olmaz biraz da oturup bir şeyleri düşünmek lazım. Düşünce insanı insan yapan, yaratıcı kılan  en önemli şeydir.

Benim izlediğim belegesel de , Zonguldak’ ta yaşayan maden işçilerinin yaşamları anlatılıyordu.

Üç tane maden işçisi, sabahın 6’ sında kalkıyor, mütevazı bir şekilde kahvaltılarını ediyor, sonra madene gidiyorlar. Sanırım yaşamlarındaki tek lüksleri, tüm aileyle birlikte yaptıkları sabah kahvaltıları. Son derece sade evlerde yaşıyorlar. Madene gittikten sonra, hemen üstlerini değişiyor ve 30- 40 kişilik asansörlerle sıra bekleyip, hani 7 kat yerin altı denir ya. O şekilde yerin altına madene iniyorlar ve oradan da, payton adı verilen, elektirikli araçlarla yaklaşık 3-4 kilometre daha içeri giriyorlar. Sonra da akşama kadar orada çalışıyorlar. Zaman zaman kazalar atlatıyor ve çalışma arkadaşlarını kaybediyorlar. O psikolojiyi ve içinde bulundukları zorlukları düşünsenize. Biz sıcak yataklarımızda uyurken, birileri de, gün ışığına hasret, küçük paralar için yerin altında çalışıyor ve her şeye rağmen, işlerini kaybetmek istemiyorlar.

Yaptıkları baba mesleğini, çok onurlu bir meslek olarak görüyor, çocuklarının da bu işi yapmalarını istiyorlar.

Ben böyle bir dünya olduğunu bu belgeselde izledim. Çok da fazla duygulandım.

Keşke böyle programlar, yalnızca Trt gibi kanallarda değil, entertainment kanallarda da yayımlansa, en azından sosyal sorumluluk projesi kapsamında,  insanların ne kadar ilgisini çeker ve sıkılmadan izlerler mi bilmiyorum ama gecenin bir yarısı değil de, prime time veya gündüz saatlerinde yayınlansa.  Biraz da, zorlukla para kazanan, özverili yaşamların farkına varsa onlar ve diğerleri  için hepimiz bir şeyler yapsak.

 

Tüm yazılarını göster