Geçtiğimiz yıl İngiltere Kraliçesi İktisat Kongresini açmak üzere bir toplantıya gider. Katılımın yüksek olduğunu fark eden Kraliçe Baş Mabeyinciye ‘Kim bu kalabalık’ diye sorunca ‘Çoğu iktisatçılar haşmetlim’ cevabını alır. Kraliçe tanıdığımız tiz sesiyle gayri ihtiyari yorum yapar ‘ O zaman neden bir türlü krizden çıkamıyoruz ?’
Neden Çıkamıyoruz?
2008 büyük krizinden bu yana dünyada ekonomik şartlar düzelmedi. ABD bir türlü ayağa kalkamadı. AB her gün yeni bir krizle güreşiyor, Japonya 20 senedir anemik hasta, Çin sanıldığından daha fazla sorunlu.
Bilge kişiler her sene krizin bu sene biteceğini söylüyorlar ama beklenen düzelme bir türlü gelmiyor. Hükümetler klasik ekonomik araçlarla ekonomileri resesyondan çıkarmak için uğraşmakta.
Ekonomistlerin tamir kutusunda ne varsa ortaya döküldü ama istenilen sağlıklı sonuca bir türlü ulaşılamadı. Düşük faiz, kamu alt yapı harcamaları, vergi indirimleri, para basma vs gibi bilinen bütün araçlar hastayı bir türlü ayağa kaldıramadı. Dünyanın büyük ekonomileri sürekli kronik hasta durumundalar. İki gün iyiler üçüncü gün hasta.
Sorunlar Derin:
Analizlerimde ekonomi, politika ve uluslararası ilişkiler sacayağını oluşturmakta. Bu hafta biraz teknik olma riskini göze alarak elimden geldiğince size yukarıda sözünü ettiğim sorunun köküne götüreceğim. Konunun iktisadi yönünü tanıtacağım.
Birçok iktisatçı son senelerde yaşanan ekonomik krizi II. Dünya Savaşının çıkma nedeni olan ‘Büyük Buhran’ denilen 1930 yılların ekonomik çöküşüne benzetti. Doğrudur benzer yönleri çok. Ben dâhil birçok kişide önemli bir farkı gündeme getirdi: 1930larda olmayan bir kurum bugün başrolde. Bu kurum Merkez Bankasıdır.
Ogün var olmayan Amerikan Rezerv Bankası bugün iş başında ve dünyanın diğer merkez bankalarıyla berber ‘Senkronize Yüzme Takımı’ gibi, tam bir uyum içinde. Ekonomilerini yüzdürürken, dans etmeye devam ediyorlar.
Tablo Korkunç Ürkütücü:
Elimde 8 büyük ekonominin Merkez Bankalarının tek, tek tabloları var. Ben sadece hepsinin toplam büyüklüğünü sizlerle paylaşıyorum. ABD,AB, Çin, Almanya, Japonya, Fransa, İngiltere ve İsviçre Merkez Bankalarının toplam bilançosu.
Grafikte gördüğünüz gibi 2006 senesinin ortasında 5,5 trilyon dolar olan toplam bilanço, 2011 in sonunda 15 trilyona çıkmış. İnanılmaz bir şişme. Merkez bankalarının varlıklarında yaşanan bu şişme, tanım gereği, karşılığı olması gereken 15 trilyon yükümlülüğü kimde yaratmıştır acaba?
Merkez Düz Mantıkla:
8 kafadar merkez bankası banka rezervleri artırarak bilançolarını şişirmekteler. Basit bir mantıkla hareket ederek sürekli sabit getirili kâğıtları piyasadan/üye bankalardan topluyorlar. Böylece faizleri indiriyorlar, faizler düşünce yatırımcılar daha riskli sulara açılıyor. Teorik beklenti olarak yatırımcılar daha riskli enstrümanlara, örneğin hisse senetlerine yöneliyorlar. Böylece hisseler değerleniyor ve iktisatçıların ‘wealth effect = varlık etkisi’ olgusu ekonomik faaliyeti canlandırıyor. Arzulanan sonuçlabirlikte canlanan ekonomi krizden çıkıyor.
15 triyonun yarattığı sonuç ne biliyor musunuz? Tüm dünyada ki hisse senetlerinin değeri 48 trilyon dolar ve bizim sekizlerin toplam bilançosu bunun yüzde 33 ne tekabül etmekte.
İstanbul’a odaklı dostlara perspektif olsun diyerek belirteyim. İMKB’nin piyasa değeri 345 milyar dolardır. Dünyanın yüzde 0.7 si eder.
Bütün Bunlar Ne Demek ?
Biliyorum biraz fazla teknik kaçtı ama basit anlatımıyla bütün bunlar nelere yol açıyor sorusunu sormakta yarar var.
Pratikte olanları aşağıda sıralıyorum:
a) Dünyanın tüm büyük 500 şirketini adeta ABD Merkez Bankası Başkanı yönetmekte.
b) Merkez Bankaları risk sınıflandırmasına yapay olarak müdahale ederek de facto bir şekilde dünyayı ‘Merkezi Planlamayla’ yönetmekte. ( Marks mezarında kıs, kıs gülüyor mudur acaba ?)
c) Merkez bankaları ilk defa piyasalara bu kadar hükmetmekteler ve insanlık tarihinde ilk defa bu kadar fazla para basılmakta.
d) Bu süreç nasıl istikrara kavuşur ve bu şişme zayıflamaya döner sorusunun cevabını kimse bilmemekte.
e) Tüm merkez bankaları ittifakla bir çıkış stratejisi hazırlamadan piyasalar durulmaz.
f) e) şıkkında ki sorunun cevabı kapitalizmin geleceği, sosyal devletin sınırları gibi toplumların ancak konsensüsle bulabileceği cevapları içerdiğinden analizimi burada, bu konulara tekrar değinmek üzere, noktalıyorum.
3 Şubat 2012
">
Geçtiğimiz yıl İngiltere Kraliçesi İktisat Kongresini açmak üzere bir toplantıya gider. Katılımın yüksek olduğunu fark eden Kraliçe Baş Mabeyinciye ‘Kim bu kalabalık’ diye sorunca ‘Çoğu iktisatçılar haşmetlim’ cevabını alır. Kraliçe tanıdığımız tiz sesiyle gayri ihtiyari yorum yapar ‘ O zaman neden bir türlü krizden çıkamıyoruz ?’
Neden Çıkamıyoruz?
2008 büyük krizinden bu yana dünyada ekonomik şartlar düzelmedi. ABD bir türlü ayağa kalkamadı. AB her gün yeni bir krizle güreşiyor, Japonya 20 senedir anemik hasta, Çin sanıldığından daha fazla sorunlu.
Bilge kişiler her sene krizin bu sene biteceğini söylüyorlar ama beklenen düzelme bir türlü gelmiyor. Hükümetler klasik ekonomik araçlarla ekonomileri resesyondan çıkarmak için uğraşmakta.
Ekonomistlerin tamir kutusunda ne varsa ortaya döküldü ama istenilen sağlıklı sonuca bir türlü ulaşılamadı. Düşük faiz, kamu alt yapı harcamaları, vergi indirimleri, para basma vs gibi bilinen bütün araçlar hastayı bir türlü ayağa kaldıramadı. Dünyanın büyük ekonomileri sürekli kronik hasta durumundalar. İki gün iyiler üçüncü gün hasta.
Sorunlar Derin:
Analizlerimde ekonomi, politika ve uluslararası ilişkiler sacayağını oluşturmakta. Bu hafta biraz teknik olma riskini göze alarak elimden geldiğince size yukarıda sözünü ettiğim sorunun köküne götüreceğim. Konunun iktisadi yönünü tanıtacağım.
Birçok iktisatçı son senelerde yaşanan ekonomik krizi II. Dünya Savaşının çıkma nedeni olan ‘Büyük Buhran’ denilen 1930 yılların ekonomik çöküşüne benzetti. Doğrudur benzer yönleri çok. Ben dâhil birçok kişide önemli bir farkı gündeme getirdi: 1930larda olmayan bir kurum bugün başrolde. Bu kurum Merkez Bankasıdır.
Ogün var olmayan Amerikan Rezerv Bankası bugün iş başında ve dünyanın diğer merkez bankalarıyla berber ‘Senkronize Yüzme Takımı’ gibi, tam bir uyum içinde. Ekonomilerini yüzdürürken, dans etmeye devam ediyorlar.
Tablo Korkunç Ürkütücü:
Elimde 8 büyük ekonominin Merkez Bankalarının tek, tek tabloları var. Ben sadece hepsinin toplam büyüklüğünü sizlerle paylaşıyorum. ABD,AB, Çin, Almanya, Japonya, Fransa, İngiltere ve İsviçre Merkez Bankalarının toplam bilançosu.
Grafikte gördüğünüz gibi 2006 senesinin ortasında 5,5 trilyon dolar olan toplam bilanço, 2011 in sonunda 15 trilyona çıkmış. İnanılmaz bir şişme. Merkez bankalarının varlıklarında yaşanan bu şişme, tanım gereği, karşılığı olması gereken 15 trilyon yükümlülüğü kimde yaratmıştır acaba?
Merkez Düz Mantıkla:
8 kafadar merkez bankası banka rezervleri artırarak bilançolarını şişirmekteler. Basit bir mantıkla hareket ederek sürekli sabit getirili kâğıtları piyasadan/üye bankalardan topluyorlar. Böylece faizleri indiriyorlar, faizler düşünce yatırımcılar daha riskli sulara açılıyor. Teorik beklenti olarak yatırımcılar daha riskli enstrümanlara, örneğin hisse senetlerine yöneliyorlar. Böylece hisseler değerleniyor ve iktisatçıların ‘wealth effect = varlık etkisi’ olgusu ekonomik faaliyeti canlandırıyor. Arzulanan sonuçlabirlikte canlanan ekonomi krizden çıkıyor.
15 triyonun yarattığı sonuç ne biliyor musunuz? Tüm dünyada ki hisse senetlerinin değeri 48 trilyon dolar ve bizim sekizlerin toplam bilançosu bunun yüzde 33 ne tekabül etmekte.
İstanbul’a odaklı dostlara perspektif olsun diyerek belirteyim. İMKB’nin piyasa değeri 345 milyar dolardır. Dünyanın yüzde 0.7 si eder.
Bütün Bunlar Ne Demek ?
Biliyorum biraz fazla teknik kaçtı ama basit anlatımıyla bütün bunlar nelere yol açıyor sorusunu sormakta yarar var.
Pratikte olanları aşağıda sıralıyorum:
a) Dünyanın tüm büyük 500 şirketini adeta ABD Merkez Bankası Başkanı yönetmekte.
b) Merkez Bankaları risk sınıflandırmasına yapay olarak müdahale ederek de facto bir şekilde dünyayı ‘Merkezi Planlamayla’ yönetmekte. ( Marks mezarında kıs, kıs gülüyor mudur acaba ?)
c) Merkez bankaları ilk defa piyasalara bu kadar hükmetmekteler ve insanlık tarihinde ilk defa bu kadar fazla para basılmakta.
d) Bu süreç nasıl istikrara kavuşur ve bu şişme zayıflamaya döner sorusunun cevabını kimse bilmemekte.
e) Tüm merkez bankaları ittifakla bir çıkış stratejisi hazırlamadan piyasalar durulmaz.
f) e) şıkkında ki sorunun cevabı kapitalizmin geleceği, sosyal devletin sınırları gibi toplumların ancak konsensüsle bulabileceği cevapları içerdiğinden analizimi burada, bu konulara tekrar değinmek üzere, noktalıyorum.
3 Şubat 2012