‘‘Kurduğum dünyaları merak eden, yazdığım romanları benim kadar sahiplenen okur dostlarım oldu.’’
Güneş Altunkaş’ın yeni romanı benim de davetlisi olduğum görkemli bir lansmanla tanıtıldı. İstanbul’un Kalbindeki Ejder adlı dördüncü kitabıyla yine alışılmış kalıpların dışına çıkan yazara merak ettiklerimi sordum.
Biyografinden yola çıkarak sormak istediğim ilk soru, spikerlik ile başlayan habercilik hayatından yazarlığa yolculuğun nasıl oldu?
Üniversitede Radyo Tv Sinema bölümünde okudum ve çalışma hayatım fakülte zamanı başladı. O yıllarda habercilikle başlayan iş hayatımın en büyük destekçisi rahmetli babamdı. Aslında babam haber spikeri olmamı çok istiyordu. Habercilik ve spikerlik için akademiye gidip eğitimlerimi aldım sonrası zaten kendimi ekran önünde buldum. Ancak benim gönlüm hep kamera arkasındaydı. Yaklaşık 20 yıldır da kamera arkasında görev yapmaktayım. Yapım şirketlerinde genel müdürlük, genel koordinatörlük yaptım. Boğaziçi Sanat Akademisinde dramaturji ve yazarlık eğitimlerim de aldığım için dünyayı kurmak ve yazmak arasındaki o ince çizgiden hiç çıkmadım ve işime tek bir pencereden bütün olarak bakmaya çalıştım. Zaten yazma eylemi çocuk yaşlarımdan beri hayatımda yemek yemek, su içmek gibi var olan bir gereksinimim. Son 7 yıldır da yazdıklarımı değerli okurlarla paylaşmaya başladım. Kurduğum dünyaları merak eden, yazdığım romanları benim kadar sahiplenen okur dostlarım oldu. Şu an satışta 4 romanım var. Hatta 5. de yakında yolda diyebilirim...
‘‘Evladım diyorum çünkü benim tüm kitaplarım çocuklarım... Ben yazmayı tam olarak bu duygumu şahlandırarak yapıyorum diyebilirim.’’
İlk romanın ‘‘Kapının Ardındaki Ben’’ konusu ve çıkış noktasını senden dinleyebilir miyiz?
İlk romanım Kapının Ardındaki Ben, günümüz ve 1950' li yıllar arasında geçen hüzün ve mutluluk arasına sıkışmış, fazlasıyla sancılı bir hikaye. Benim bir gün Galata' nın çıkmaz bir sokağında 1800' lü yıllarda yapılmış tarihi bir apartmanın kapısıyla karşılaşıp, o kapıdan ve ben de yarattığı o an ki duygulardan çıkan ve okurlarımın da çok sevdiği ve bağlandığı ilk evladım. Evladım diyorum çünkü benim tüm kitaplarım çocuklarım... Ben yazmayı tam olarak bu duygumu şahlandırarak yapıyorum diyebilirim.
‘‘Ben de aşk gibi daha iç açıcı konular yazmak isterdim ancak bu yaşadığımız ve bir türlü çözüm bulamadığımız gerçeğimizden kaçmak olurdu.’’
2. Kitabın ‘‘Hokus Pokus’’ u konuşmak istiyorum. Baş kahraman komiser Ercüment üzerine kurgulanan bir hikaye… Bir erkeğin gözünden özellikle kadına uygulanan şiddete vurgu yapan bir roman yazma fikri nasıl oluştu?
Bir insan olarak toplumu ve bilincini oluşturan ana karakterin her zaman kadın olduğunu bildim. Benim bir erkek kardeşim var. Annemin ve babamın bize ilk öğrettiği saygıyı tanımamızdı. Sevgi de zaten peşinden onu takip ediyordu. İçinde güzellikler barındıran bu iki kelimeyi ne yazık ki çok ciddi sayıda insan bilmiyor ya da kelime anlamlarını biliyor ama içinde taşımıyor. Ben bu duruma çok üzülüyorum ve insanlık adına çok utanıyorum. İnanır mısın artık haber programı bile izlemiyorum. Çünkü insanın bu düştüğü durumları görmek artık benim canımı fazlasıyla acıtıyor. Böyle bir yüzyılda her gün kadın cinayetleriyle, çocuk cinayetleriyle, hayvanların, yeşilin, suların katledilmesi ile karşılaşmak insanı insandan da soğutuyor.
Hokus Pokus’u yazarken beni gerçek anlamda hırpalayan bir hikaye oldu. Bu coğrafyanın hangi bölgesinde olursa olsun kadınlarımızın yaşadığı sorunları, baskıcı tutumları ve ne yazık ki onlara yapılan canilikleri ele aldım. Ben de aşk gibi daha iç açıcı konular yazmak isterdim ancak bu yaşadığımız ve bir türlü çözüm bulamadığımız gerçeğimizden kaçmak olurdu. Hem konu başlığı gereği hem de bu olanı biteni cinayet büroda görev yapan Komiser Ercüment' in gözünden, zihninden, duygusundan bir kadın olarak yazıyor olmak gerçekten çok zordu. Adaletin olmadığını düşündüğüm gerçek dünyadan çıkıp da romanlarımda bu konuda adaleti sağlıyor olmak bile Hokus Pokus' u elime aldığımda bana iyi geldi diyebilirim. Kadına yapılan bu zulmler, işgenceler beni derinden yaralıyor. Nerdeyse her gün neden diye kendime soruyorum. Bir insan bir insana neden canilik yapar diye. Ben de bir yazar olarak farkındalık yaratmak adına kelimelerimi yanyana getirip adaletli bir dünya kurmaya çalıştım işte. Okurlarımdan aldığım tepkilere de baktığımda bu konu başladığına verdiğim içteniçe tepkiyi doğru dile getirdiğimi düşünüyorum.
Fantastik polisiye türündeki ‘O Sokağa Asla Girme’ üçüncü romanın oldu. Bilinen klasik polisiye romanı kalıplarının dışına çıktığını görüyoruz. Bize biraz da bu kitabından bahsedebilir misin?
O sokağa Asla Girme’yi covit döneminde yazdım. Planı olmayan bir hikayeydi. Biranda Kapının Ardındaki Ben ve Hokus Pokus' u tek kurguda birleştirme kararı aldım. Düşünsene kurgu ve tür olaraka farkli iki hikayeyi birleştirmeye kalkıyorsun ve her iki hikayeyi de yazarken bunu öncesinde düşünüp planlamamışsın. Adeta ince bir ip üzerinde yürümek gibi birşeydi. Hata asla kabul etmiyordu. Günlerce üzerinde ciddi bir disiplinle çalıştım ve ortaya fantastik polsiye türündeki O Sokağa Asla Girme çıktı. Devam niteliğinde olan bu kitap diğer romanlarımda merak edilen soruların cevaplarını da veriyor. Bu hikaye ile bir insanın şahit olmaması gereken olaylara tanıklık edecek, terk edilmiş bir sokakta işlenen cinayetin katil zanlısını aramaktan kendinizi alamayacaksınız.
Son romanın ‘’İstanbul' un Kalbindeki Ejder’’ görkemli bir lansman ile okurlarla buluştu. Kitabın tüm gelirini depremzede cocuklara bağışladığın ve İlk defa yapay zeka kullanılarak yapılan kitap kapağıyla dikkat çeken yeni kitabının yazım sürecini de bizimle paylaşabilir misin?
Yine covit döneminde yazdığım bir hikayeydi. O dönem ne kadar evden çıkamamış olsak da benim için fazlasıyla verimli geçti diyebilirim. İstanbul' un Kalbindeki Ejder 10 Haziranda Destek yayınlarından çıkarak okurlarla buluştu. Daha çok kısa süre olmasına rağmen sosyal medyada aldığım tepkilere baktığımda okurlar tarafından da çok sevildiğini görüyorum. Kitap kapağı da oldukça ilgi çekici oldu. Fotoğraf Sanatçısı Ufuk Altunkaş' ın fikriydi ve uygulamasını da o yaptı. Beklediğimden bile daha güzel oldu diyebilirim ve ilk defa bir kitap kapağının yapay zeka ile yapılması da bir öncelik oldu. Kesinlikle alışılmış hikayelerin çok dışında. Çünkü obezite hastası 20 yaşında İstanbul isimli genç bir kızın yaşamına son vermeye çalışmasını ve ve neden böylesi bir dünyada yaşıyorum sorusuna cevap ararken ailesi ile olan travmatik hikayesini anlatıyor. Biliyorsun ki obezite yüzyılın hastalığı. Aslında biraz da insanlar dünyadaki kütlelerini neden genişletirler ve bunun altında yatan o ciddi travmatik nedenler nelerdir sorularına cevap aradım ve buldum da. Evet, gelir yüzyılın felaketini yaşamış Hatay' ın dağ köylerinde ekonomik zorluk nedeniyle okullarına devam edemeyecek çocukların tekrardan eğitim hayatlarına geri dönmeleri için katkı olacak. Zaten diğer 3 kitabımın geliri de 7 yıldır yine hayatları yetişkinler tarafından mahvedilmiş çocuklara eğitim bursu olarak gidiyor ve gitmeye de devam edecek. Ben bu çocuklara birebir de gözlerinin içine bakarak söz verdim ablaları olarak da bu sözün sonuna kadar arkasındayım.
Peki senaryo çalışmaların?
Film sektöründe uzun yıllardır görev yapmış biriyim hatta şu anda da devam etmekteyim. Bu hikayeler benim film ya da dizi yaparım diye yazdığım tredmanlardı. Gelen teklifleri değerlendirip roman haline dönüştürmek daha mantıklı geldi. Şu an da görüştüğüm bir yapım şirketi var ama hangi romanım için görüşüyorum bunu söylemeyeceğim, sürpriz olsun.
Son olarak sırada neler var?
Dediğim gibi yeni bir roman yazıyorum. .Çatışması bol, güçlü bir kadın hikayesi. Akabinin de bir de toplumsal konuları baz alan bir tiyatro oyunu geliyor. O zaman yakında bir galada ya da bir kitap lansmanımda görüşmek üzere diyelim mi?
">‘‘Kurduğum dünyaları merak eden, yazdığım romanları benim kadar sahiplenen okur dostlarım oldu.’’
Güneş Altunkaş’ın yeni romanı benim de davetlisi olduğum görkemli bir lansmanla tanıtıldı. İstanbul’un Kalbindeki Ejder adlı dördüncü kitabıyla yine alışılmış kalıpların dışına çıkan yazara merak ettiklerimi sordum.
Biyografinden yola çıkarak sormak istediğim ilk soru, spikerlik ile başlayan habercilik hayatından yazarlığa yolculuğun nasıl oldu?
Üniversitede Radyo Tv Sinema bölümünde okudum ve çalışma hayatım fakülte zamanı başladı. O yıllarda habercilikle başlayan iş hayatımın en büyük destekçisi rahmetli babamdı. Aslında babam haber spikeri olmamı çok istiyordu. Habercilik ve spikerlik için akademiye gidip eğitimlerimi aldım sonrası zaten kendimi ekran önünde buldum. Ancak benim gönlüm hep kamera arkasındaydı. Yaklaşık 20 yıldır da kamera arkasında görev yapmaktayım. Yapım şirketlerinde genel müdürlük, genel koordinatörlük yaptım. Boğaziçi Sanat Akademisinde dramaturji ve yazarlık eğitimlerim de aldığım için dünyayı kurmak ve yazmak arasındaki o ince çizgiden hiç çıkmadım ve işime tek bir pencereden bütün olarak bakmaya çalıştım. Zaten yazma eylemi çocuk yaşlarımdan beri hayatımda yemek yemek, su içmek gibi var olan bir gereksinimim. Son 7 yıldır da yazdıklarımı değerli okurlarla paylaşmaya başladım. Kurduğum dünyaları merak eden, yazdığım romanları benim kadar sahiplenen okur dostlarım oldu. Şu an satışta 4 romanım var. Hatta 5. de yakında yolda diyebilirim...
‘‘Evladım diyorum çünkü benim tüm kitaplarım çocuklarım... Ben yazmayı tam olarak bu duygumu şahlandırarak yapıyorum diyebilirim.’’
İlk romanın ‘‘Kapının Ardındaki Ben’’ konusu ve çıkış noktasını senden dinleyebilir miyiz?
İlk romanım Kapının Ardındaki Ben, günümüz ve 1950' li yıllar arasında geçen hüzün ve mutluluk arasına sıkışmış, fazlasıyla sancılı bir hikaye. Benim bir gün Galata' nın çıkmaz bir sokağında 1800' lü yıllarda yapılmış tarihi bir apartmanın kapısıyla karşılaşıp, o kapıdan ve ben de yarattığı o an ki duygulardan çıkan ve okurlarımın da çok sevdiği ve bağlandığı ilk evladım. Evladım diyorum çünkü benim tüm kitaplarım çocuklarım... Ben yazmayı tam olarak bu duygumu şahlandırarak yapıyorum diyebilirim.
‘‘Ben de aşk gibi daha iç açıcı konular yazmak isterdim ancak bu yaşadığımız ve bir türlü çözüm bulamadığımız gerçeğimizden kaçmak olurdu.’’
2. Kitabın ‘‘Hokus Pokus’’ u konuşmak istiyorum. Baş kahraman komiser Ercüment üzerine kurgulanan bir hikaye… Bir erkeğin gözünden özellikle kadına uygulanan şiddete vurgu yapan bir roman yazma fikri nasıl oluştu?
Bir insan olarak toplumu ve bilincini oluşturan ana karakterin her zaman kadın olduğunu bildim. Benim bir erkek kardeşim var. Annemin ve babamın bize ilk öğrettiği saygıyı tanımamızdı. Sevgi de zaten peşinden onu takip ediyordu. İçinde güzellikler barındıran bu iki kelimeyi ne yazık ki çok ciddi sayıda insan bilmiyor ya da kelime anlamlarını biliyor ama içinde taşımıyor. Ben bu duruma çok üzülüyorum ve insanlık adına çok utanıyorum. İnanır mısın artık haber programı bile izlemiyorum. Çünkü insanın bu düştüğü durumları görmek artık benim canımı fazlasıyla acıtıyor. Böyle bir yüzyılda her gün kadın cinayetleriyle, çocuk cinayetleriyle, hayvanların, yeşilin, suların katledilmesi ile karşılaşmak insanı insandan da soğutuyor.
Hokus Pokus’u yazarken beni gerçek anlamda hırpalayan bir hikaye oldu. Bu coğrafyanın hangi bölgesinde olursa olsun kadınlarımızın yaşadığı sorunları, baskıcı tutumları ve ne yazık ki onlara yapılan canilikleri ele aldım. Ben de aşk gibi daha iç açıcı konular yazmak isterdim ancak bu yaşadığımız ve bir türlü çözüm bulamadığımız gerçeğimizden kaçmak olurdu. Hem konu başlığı gereği hem de bu olanı biteni cinayet büroda görev yapan Komiser Ercüment' in gözünden, zihninden, duygusundan bir kadın olarak yazıyor olmak gerçekten çok zordu. Adaletin olmadığını düşündüğüm gerçek dünyadan çıkıp da romanlarımda bu konuda adaleti sağlıyor olmak bile Hokus Pokus' u elime aldığımda bana iyi geldi diyebilirim. Kadına yapılan bu zulmler, işgenceler beni derinden yaralıyor. Nerdeyse her gün neden diye kendime soruyorum. Bir insan bir insana neden canilik yapar diye. Ben de bir yazar olarak farkındalık yaratmak adına kelimelerimi yanyana getirip adaletli bir dünya kurmaya çalıştım işte. Okurlarımdan aldığım tepkilere de baktığımda bu konu başladığına verdiğim içteniçe tepkiyi doğru dile getirdiğimi düşünüyorum.
Fantastik polisiye türündeki ‘O Sokağa Asla Girme’ üçüncü romanın oldu. Bilinen klasik polisiye romanı kalıplarının dışına çıktığını görüyoruz. Bize biraz da bu kitabından bahsedebilir misin?
O sokağa Asla Girme’yi covit döneminde yazdım. Planı olmayan bir hikayeydi. Biranda Kapının Ardındaki Ben ve Hokus Pokus' u tek kurguda birleştirme kararı aldım. Düşünsene kurgu ve tür olaraka farkli iki hikayeyi birleştirmeye kalkıyorsun ve her iki hikayeyi de yazarken bunu öncesinde düşünüp planlamamışsın. Adeta ince bir ip üzerinde yürümek gibi birşeydi. Hata asla kabul etmiyordu. Günlerce üzerinde ciddi bir disiplinle çalıştım ve ortaya fantastik polsiye türündeki O Sokağa Asla Girme çıktı. Devam niteliğinde olan bu kitap diğer romanlarımda merak edilen soruların cevaplarını da veriyor. Bu hikaye ile bir insanın şahit olmaması gereken olaylara tanıklık edecek, terk edilmiş bir sokakta işlenen cinayetin katil zanlısını aramaktan kendinizi alamayacaksınız.
Son romanın ‘’İstanbul' un Kalbindeki Ejder’’ görkemli bir lansman ile okurlarla buluştu. Kitabın tüm gelirini depremzede cocuklara bağışladığın ve İlk defa yapay zeka kullanılarak yapılan kitap kapağıyla dikkat çeken yeni kitabının yazım sürecini de bizimle paylaşabilir misin?
Yine covit döneminde yazdığım bir hikayeydi. O dönem ne kadar evden çıkamamış olsak da benim için fazlasıyla verimli geçti diyebilirim. İstanbul' un Kalbindeki Ejder 10 Haziranda Destek yayınlarından çıkarak okurlarla buluştu. Daha çok kısa süre olmasına rağmen sosyal medyada aldığım tepkilere baktığımda okurlar tarafından da çok sevildiğini görüyorum. Kitap kapağı da oldukça ilgi çekici oldu. Fotoğraf Sanatçısı Ufuk Altunkaş' ın fikriydi ve uygulamasını da o yaptı. Beklediğimden bile daha güzel oldu diyebilirim ve ilk defa bir kitap kapağının yapay zeka ile yapılması da bir öncelik oldu. Kesinlikle alışılmış hikayelerin çok dışında. Çünkü obezite hastası 20 yaşında İstanbul isimli genç bir kızın yaşamına son vermeye çalışmasını ve ve neden böylesi bir dünyada yaşıyorum sorusuna cevap ararken ailesi ile olan travmatik hikayesini anlatıyor. Biliyorsun ki obezite yüzyılın hastalığı. Aslında biraz da insanlar dünyadaki kütlelerini neden genişletirler ve bunun altında yatan o ciddi travmatik nedenler nelerdir sorularına cevap aradım ve buldum da. Evet, gelir yüzyılın felaketini yaşamış Hatay' ın dağ köylerinde ekonomik zorluk nedeniyle okullarına devam edemeyecek çocukların tekrardan eğitim hayatlarına geri dönmeleri için katkı olacak. Zaten diğer 3 kitabımın geliri de 7 yıldır yine hayatları yetişkinler tarafından mahvedilmiş çocuklara eğitim bursu olarak gidiyor ve gitmeye de devam edecek. Ben bu çocuklara birebir de gözlerinin içine bakarak söz verdim ablaları olarak da bu sözün sonuna kadar arkasındayım.
Peki senaryo çalışmaların?
Film sektöründe uzun yıllardır görev yapmış biriyim hatta şu anda da devam etmekteyim. Bu hikayeler benim film ya da dizi yaparım diye yazdığım tredmanlardı. Gelen teklifleri değerlendirip roman haline dönüştürmek daha mantıklı geldi. Şu an da görüştüğüm bir yapım şirketi var ama hangi romanım için görüşüyorum bunu söylemeyeceğim, sürpriz olsun.
Son olarak sırada neler var?
Dediğim gibi yeni bir roman yazıyorum. .Çatışması bol, güçlü bir kadın hikayesi. Akabinin de bir de toplumsal konuları baz alan bir tiyatro oyunu geliyor. O zaman yakında bir galada ya da bir kitap lansmanımda görüşmek üzere diyelim mi?