Geçtiğimiz hafta başında Tokatta askeri araca pusu kurulmuş ve yedi asker şehit edilmişti. Bu olaydan sonra hem liberal kalemler, hem de bazı Kürt siyasetçiler Tokat'ta 7 askerin şehit edilmesini barış adına provokasyon olarak nitelemişlerdi. Bazı milletvekilleri ve DTP'li Emine Ayna "Ergenekon" faaliyeti olarak nitelediler. AKP'li Hüseyin Çelik bile Ergenekon şüphesi duyanlardandı.
Aralık ayında yedi askerin şehit olduğu Tokat katliamı ve1993 yılında acemi birliğinden dağıtımı yapılan silahsız 33 askerin kurşuna dizilmesi ile sonuçlanan Bingöl katliamı birçok kişi tarafından benzer görüldü.
1993 yılında, yaniyine barışa el uzatıldığı dönemde,dağdan inmelerin önünü açacak düzenlemeler söz konusuyken, hatta Genelkurmay'ın bile bir bildiri yayınlayarak hükümete genel af anlamına gelebilecek bir öneriyi yapmışken,Bingöl'de 33 askerin katledilmesi barışa sıkılmış bir kurşundu. Sonuç itibari ile Bingöl katliamı ile hem hükümetin, hem de askerin tavrı doğal olarak değişti. Bugün bunu söyleyenlere yürekten katılıyorum; doğru bir tespittir ve örgüt daime barış sürecini baltalamıştır.
Fakat bugün bu doğru tespiti yapanların çoğu açık bir dille ifade etmekten çekiniyorlar. Kesin olan şey şudur: Bu provokasyonları yapan PKK bölgede barış istemiyor. Nitekim Abdullah Öcalan avukatları aracılığı ile gönderdiği mesajlarından birisinde "Kürt açılımının" PKK'yı tasfiye girişimi olduğunu söylemiş. Önemli olan, yıllardır demokratikleşme adına istenen hakların elde edilmesiyse, silaha gerek var mı? PKK'nın tasfiyesinden neden korkuluyor?
Bugünlerde 33 askerin katledilmesi ile ilgili soruşturmalar tekrar hız kazandı. Sadece iktidar partisinin düşüncesi olarak kalmadı. Bu katliam savcılar tarafından Ergenekondavasına iliştirilmiş. Keşke ayrı tutulsaydı, sonuca daha kolay ulaşılırdı sanki. Öyle ya da böyle; bu katliamda ihbarcı, işbirlikçi, suçlu, hatalı... Kim varsa cezalandırılmalıdır.
Askerleri terörün en acımasız olduğu dönemde korumasız bir otobüsle gönderildiği iddiaları detaylıca araştırılmalıdır. Hangi akıl, askerlerin terörün tavan yaptığı bir dönemde korumasız gönderilmelerini düşünebilir? Hangi vicdan bu olayı kabullenebilir? 33 askerin kanı yerde kalmasın istiyorsak sorumlular her kimse cezasını bulmalıdır. Yaralı kurtulan askerin basına da yansıyan ifadeleri göz önünde bulundurulabilir, dönemde Ankara'da veya bölgede görev yapan üst düzey dahil tüm görevliler sorgulanabilir.
Ama sapla saman karıştırılmadan. O başka bir konudur. Konumuz Kürt açılımı, bölgede barış, terörün bitirilmesi, refah ve özgürlük ortamı, demokratik hakların verilmesive PKK'nın silah bırakması ise konuşulması gereken başka şeyler olmalı!
Başa dönecek olursak
Aklımı kurcalayan şeylerden birisişu; Bölgede barış istemeyen bir PKK varken ve PKK, bahsi geçen iki katliamla barışa kurşun sıkıyorken... Bölgede etkin insanlar ve Kürt siyasetçiler neden katliamlar yapan PKKyı, terör örgütünün yöneticisi olan Abdullah Öcalanı devlete muhatap ve barış için gereklidiye dayatıyorlar.
Askere kurşun sıkmaya devam eden bir PKK varken ve katliamlara devam ederken, herkesin ortak fikri olan "provokasyonlarla"barış nasıl gerçekleşecek? Kurşun sesinin yankılandığı dağlarda ve ovalarda türküler ve zılgıtlar nasıl duyulacak? Silahların gölgesinde barış nasıl sağlanacak?
Ortak akıl yol gösterici olmalıdır.
Evet, ne zaman barış konuşulsa PKK provokasyon yapıyor ve süreci baltalıyor. İşte bunu düşünmek gerekir. Neden?
Ahmet Altan bir yazısının sonunda; " on altı yıl önce olduğu gibi gene barışın kenarında ağır bir darbe yedik. Hadi, on altı yıl önce bu konularda acemiydik ama bunca iş geçti başımızdan, nice kışkırtmalar, kanlı pusular gördük. Bütün bu tecrübelerden sonra şimdi biz bu tuzağa neden yeniden düşüyoruz?" diyordu.
Hadi farklı tarihlerde yapılan cinayet, köy basma, adam kaçırma ve diğer terör eylemlerini bir kenara bırakalım. Hem 1993 hükümeti hem de 2009 AKP hükümeti bölgede yaşanan sorunu çözmek için ciddi kararlılık gösterip demokratikleşme adına girişimlerde bulunmadılar mı?
Hatalar, eksikler mutlaka var; ama Kürt açılımının iyi niyetli bir çalışma olduğu başta DTPliler tarafından kabul görüyordu. DTPnin kapatılması davasından sonra Emine Ayna kestirip attı ve açılım bitmiştir dedi. PKKnın eylemleri de dikkate alınarak barışa mesafe koyanlar özellikle Kürt seçmen ve siyasetçilerce iyi tespit edilmelidir.
Yukarda da dediğim gibi PKK'nın kanlı eylemlerinde işbirlikçilik veya görevi suiistimal, adına ne derseniz deyin sorumlulukları olan yargılansın. Fakat görevi suiistimal edenler bile olsa, işbirlikçiler bile olsa PKK'nın sorumluluğu azalmaz, katliamlardan günahı silinmez.
İşin özü şiddetin onaylanmaması, PKK'nın Kürt siyasi yaşamından çıkarılmasındadır.İşin özü; Kandil ve İmralıyı tek yol görmemektir. PKK'yı halen bir yandan Kürtler için realite olarak görürken, PKK'nın cinayetlerini Ergenekon veya kışkırtma olarak nitelemek sadece paradokstur. Bu cinayetlerle barış ölüyor, zaman kayboluyor, canlar gidiyor.
Bu realiteye rağmen her ikisi birden olsun diyenlerin aklındaki nedir? Aslında söylenmeyen şey nedir?
">
Geçtiğimiz hafta başında Tokatta askeri araca pusu kurulmuş ve yedi asker şehit edilmişti. Bu olaydan sonra hem liberal kalemler, hem de bazı Kürt siyasetçiler Tokat'ta 7 askerin şehit edilmesini barış adına provokasyon olarak nitelemişlerdi. Bazı milletvekilleri ve DTP'li Emine Ayna "Ergenekon" faaliyeti olarak nitelediler. AKP'li Hüseyin Çelik bile Ergenekon şüphesi duyanlardandı.
Aralık ayında yedi askerin şehit olduğu Tokat katliamı ve1993 yılında acemi birliğinden dağıtımı yapılan silahsız 33 askerin kurşuna dizilmesi ile sonuçlanan Bingöl katliamı birçok kişi tarafından benzer görüldü.
1993 yılında, yaniyine barışa el uzatıldığı dönemde,dağdan inmelerin önünü açacak düzenlemeler söz konusuyken, hatta Genelkurmay'ın bile bir bildiri yayınlayarak hükümete genel af anlamına gelebilecek bir öneriyi yapmışken,Bingöl'de 33 askerin katledilmesi barışa sıkılmış bir kurşundu. Sonuç itibari ile Bingöl katliamı ile hem hükümetin, hem de askerin tavrı doğal olarak değişti. Bugün bunu söyleyenlere yürekten katılıyorum; doğru bir tespittir ve örgüt daime barış sürecini baltalamıştır.
Fakat bugün bu doğru tespiti yapanların çoğu açık bir dille ifade etmekten çekiniyorlar. Kesin olan şey şudur: Bu provokasyonları yapan PKK bölgede barış istemiyor. Nitekim Abdullah Öcalan avukatları aracılığı ile gönderdiği mesajlarından birisinde "Kürt açılımının" PKK'yı tasfiye girişimi olduğunu söylemiş. Önemli olan, yıllardır demokratikleşme adına istenen hakların elde edilmesiyse, silaha gerek var mı? PKK'nın tasfiyesinden neden korkuluyor?
Bugünlerde 33 askerin katledilmesi ile ilgili soruşturmalar tekrar hız kazandı. Sadece iktidar partisinin düşüncesi olarak kalmadı. Bu katliam savcılar tarafından Ergenekondavasına iliştirilmiş. Keşke ayrı tutulsaydı, sonuca daha kolay ulaşılırdı sanki. Öyle ya da böyle; bu katliamda ihbarcı, işbirlikçi, suçlu, hatalı... Kim varsa cezalandırılmalıdır.
Askerleri terörün en acımasız olduğu dönemde korumasız bir otobüsle gönderildiği iddiaları detaylıca araştırılmalıdır. Hangi akıl, askerlerin terörün tavan yaptığı bir dönemde korumasız gönderilmelerini düşünebilir? Hangi vicdan bu olayı kabullenebilir? 33 askerin kanı yerde kalmasın istiyorsak sorumlular her kimse cezasını bulmalıdır. Yaralı kurtulan askerin basına da yansıyan ifadeleri göz önünde bulundurulabilir, dönemde Ankara'da veya bölgede görev yapan üst düzey dahil tüm görevliler sorgulanabilir.
Ama sapla saman karıştırılmadan. O başka bir konudur. Konumuz Kürt açılımı, bölgede barış, terörün bitirilmesi, refah ve özgürlük ortamı, demokratik hakların verilmesive PKK'nın silah bırakması ise konuşulması gereken başka şeyler olmalı!
Başa dönecek olursak
Aklımı kurcalayan şeylerden birisişu; Bölgede barış istemeyen bir PKK varken ve PKK, bahsi geçen iki katliamla barışa kurşun sıkıyorken... Bölgede etkin insanlar ve Kürt siyasetçiler neden katliamlar yapan PKKyı, terör örgütünün yöneticisi olan Abdullah Öcalanı devlete muhatap ve barış için gereklidiye dayatıyorlar.
Askere kurşun sıkmaya devam eden bir PKK varken ve katliamlara devam ederken, herkesin ortak fikri olan "provokasyonlarla"barış nasıl gerçekleşecek? Kurşun sesinin yankılandığı dağlarda ve ovalarda türküler ve zılgıtlar nasıl duyulacak? Silahların gölgesinde barış nasıl sağlanacak?
Ortak akıl yol gösterici olmalıdır.
Evet, ne zaman barış konuşulsa PKK provokasyon yapıyor ve süreci baltalıyor. İşte bunu düşünmek gerekir. Neden?
Ahmet Altan bir yazısının sonunda; " on altı yıl önce olduğu gibi gene barışın kenarında ağır bir darbe yedik. Hadi, on altı yıl önce bu konularda acemiydik ama bunca iş geçti başımızdan, nice kışkırtmalar, kanlı pusular gördük. Bütün bu tecrübelerden sonra şimdi biz bu tuzağa neden yeniden düşüyoruz?" diyordu.
Hadi farklı tarihlerde yapılan cinayet, köy basma, adam kaçırma ve diğer terör eylemlerini bir kenara bırakalım. Hem 1993 hükümeti hem de 2009 AKP hükümeti bölgede yaşanan sorunu çözmek için ciddi kararlılık gösterip demokratikleşme adına girişimlerde bulunmadılar mı?
Hatalar, eksikler mutlaka var; ama Kürt açılımının iyi niyetli bir çalışma olduğu başta DTPliler tarafından kabul görüyordu. DTPnin kapatılması davasından sonra Emine Ayna kestirip attı ve açılım bitmiştir dedi. PKKnın eylemleri de dikkate alınarak barışa mesafe koyanlar özellikle Kürt seçmen ve siyasetçilerce iyi tespit edilmelidir.
Yukarda da dediğim gibi PKK'nın kanlı eylemlerinde işbirlikçilik veya görevi suiistimal, adına ne derseniz deyin sorumlulukları olan yargılansın. Fakat görevi suiistimal edenler bile olsa, işbirlikçiler bile olsa PKK'nın sorumluluğu azalmaz, katliamlardan günahı silinmez.
İşin özü şiddetin onaylanmaması, PKK'nın Kürt siyasi yaşamından çıkarılmasındadır.İşin özü; Kandil ve İmralıyı tek yol görmemektir. PKK'yı halen bir yandan Kürtler için realite olarak görürken, PKK'nın cinayetlerini Ergenekon veya kışkırtma olarak nitelemek sadece paradokstur. Bu cinayetlerle barış ölüyor, zaman kayboluyor, canlar gidiyor.
Bu realiteye rağmen her ikisi birden olsun diyenlerin aklındaki nedir? Aslında söylenmeyen şey nedir?