CHP 31 Mart 2019’da yakaladığı psikolojik üstünlüğü devam ettirmekte zorlanıyor. Nitekim, AKP-MHP blokundan “kaçan oylar” henüz CHP ile buluşmuyor, en azından araştırma sonuçlarına yansımıyor.
“Yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin de eskisi gibi yönetilmek istemediği” kesin olsa da, CHP milyonlara “ekonomik sorunları da, siyasi sorunları da biz çözeriz” kararlığını tam yansıtamıyor, yarın hayali kurduramıyor. Bunun en önemli nedeni de “dışarıda” değil “parti içinde”!
Türkiye’de uzun süredir siyasal içerik tartışılmıyor, yeni düşünsel açılımlar üretilmiyor ya da üretilenler geniş kitlelerde karşılık bulmuyor. Nitekim gençler arasında yapılan araştırmalarda gençlerin yüzde 77.9’u “hiçbir parti yeterli politika üretemiyor” diyor! Bu gerçek bütün partilerde olduğu gibi CHP için de fazlasıyla geçerli!
Ve ilginçtir, düşünsel yeni açılımları öne çıkartmak, bazı başlıkları tartışmaya açmak “eski dönem ideolojisi“ denilerek hemen itibarsızlaştırılıyor! Hal böyle olunca, bu yaklaşım CHP’ye de doğrudan yansıyor, düşünsel yan yana gelişlere değil, kişilerin öne çıktığı “parti içi ittifaklar“ öne çıkıyor. “Fikri hat” yerine kişilerin çıkarları, egoları, hırsları ve kaprisleri belirleyici oluyor.
CHP’nin tüzüğünde kendisini “başta Kurtuluş Savaşımız olmak üzere Aydınlanma ideallerini, emek mücadelelerini, sosyal demokrasinin özgürlük, eşitlik ve dayanışma ilkelerini benimseyen çağdaş demokratik sol bir siyasal partidir” diye tarif etmesi hatta beşinci madde de “hukukun üstünlüğünü, insan hak ve özgürlüklerini, laikliği, çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi, cinsiyet eşitliğini, sosyal devleti, sürdürülebilir ve kapsayıcı büyümeyi ve insan onuruna uygun barışçıl ve hakça bir dünya düzeninin kurulmasını vazgeçilmez temel ilkeleri olarak kabul eder” vurgusu “yazılı metinde doğru bir belirleme” olarak kalıyor. Parti yöneticilerinin ezici bir bölümü yazılı belgelerle değil, parti içi iktidarla ilgileniyor!
Parti kadroları ideolojilerden uzaklaşıp “apolitikleşince” CHP Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun kurultaya “İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi” başlığıyla sunduğu ve delegelerin oybirliği ile kabul edilen “çağrı metninin” karşılık bulması ve tartışılması bir yana “okunmadığı” çıplak gözle bile görülüyor. Tıpkı Kılıçdaroğlu’nun 22 Nisan 2020 tarihli “Alçakgönüllü bir uygarlığın inşasına çağrı” ve 19 Temmuz 2020 tarihli “Yeni sosyal devlet” makalelerinde olduğu gibi…
Düşünsel açılıma ve fikri takibe önem verilmeyince ortaya “Atatürk” tartışması gibi esas itibariyle siyasi iktidar perspektifinden yoksun “CHP içinde iktidar olanlarla, olmak isteyenler” arasında yürüyen ve CHP’ye zarar veren, CHP seçmenini mutsuz eden, seçmeni partiye yakınlaştıran değil uzaklaştıran bir tablo ortaya çıkıyor!
İktidarın çürüdüğü ve çözüldüğü bir ortamda yapılması gereken Cumhuriyet değerleri üzerinden yeniden iktidara yürümekken, hem de “CHP’nin kurucusu, ilk Genel Başkanı ve değişmez önderi” Atatürk üzerinden yürütülen anlamsız bir tartışma ile CHP boğdurulmaya çalışılıyor!
Bu yaklaşıma tavır almadan, fikri hattı, CHP’nin ve sosyal demokrasinin ideolojik üstünlüğünü öne çıkararak ortak bir yürüyüş yapmadan, inandırıcı, güven verici ve sahici olunmaz, iktidar yürüyüşü için gerekli ruh ve heyecan da yakalanamaz!
DEVRİMCİ OLUNMADAN DEĞİŞİM OLMAZ!
Eğer illa da Atatürk konuşulacaksa, Atatürk’ün 100 yıl önceki dönemin koşullarında da, bugün de en önemli farklarından biri sistemi sorgulayan ve değişimini sağlayan ve 100 yıl sonra bile bizlere yol gösteren devrimciliğini konuşalım!
“Devrimcilik” ilkesinin CHP’nin 6 ilkesel okundan biri olması bir tesadüf değildi, tam tersine Atatürk’ün bilerek ve isteyerek öne çıkardığı bir tercihti, Atatürk ve Cumhuriyet’in kurucu kadrosu 19 Mayıs 1919’dan başlayarak Cumhuriyetin ilanına, yeni Anayasadan Cumhuriyet devrimlerine kadar her alanda yitip giden, çürüyen eski sistemle köklü hesaplaşarak başarılı oldular.
Atatürk ve kadrosu devrimci olmasaydı “gökyüzündeki egemenlik” padişahın kontrolünde olmaya devam eder, TBMM’nin üzerinde “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” yazmaz, hilafetten cumhuriyete, ümmetten millete, kuldan yurttaşlığa geçiş olmazdı! Eğer 2023’de 100. yılında cumhuriyeti yeniden demokrasiyle taçlandıracaksak izlenecek yol tartışmasız böyle bir yoldur ve bu yol kişilerin ikbalini, kaprisini, hırsını aşan “hattı müdafayı değil, sattı müdafayı gerektirir!”
16 Eylül 2020, İstanbul
Necdet Saraç
">
CHP 31 Mart 2019’da yakaladığı psikolojik üstünlüğü devam ettirmekte zorlanıyor. Nitekim, AKP-MHP blokundan “kaçan oylar” henüz CHP ile buluşmuyor, en azından araştırma sonuçlarına yansımıyor.
“Yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin de eskisi gibi yönetilmek istemediği” kesin olsa da, CHP milyonlara “ekonomik sorunları da, siyasi sorunları da biz çözeriz” kararlığını tam yansıtamıyor, yarın hayali kurduramıyor. Bunun en önemli nedeni de “dışarıda” değil “parti içinde”!
Türkiye’de uzun süredir siyasal içerik tartışılmıyor, yeni düşünsel açılımlar üretilmiyor ya da üretilenler geniş kitlelerde karşılık bulmuyor. Nitekim gençler arasında yapılan araştırmalarda gençlerin yüzde 77.9’u “hiçbir parti yeterli politika üretemiyor” diyor! Bu gerçek bütün partilerde olduğu gibi CHP için de fazlasıyla geçerli!
Ve ilginçtir, düşünsel yeni açılımları öne çıkartmak, bazı başlıkları tartışmaya açmak “eski dönem ideolojisi“ denilerek hemen itibarsızlaştırılıyor! Hal böyle olunca, bu yaklaşım CHP’ye de doğrudan yansıyor, düşünsel yan yana gelişlere değil, kişilerin öne çıktığı “parti içi ittifaklar“ öne çıkıyor. “Fikri hat” yerine kişilerin çıkarları, egoları, hırsları ve kaprisleri belirleyici oluyor.
CHP’nin tüzüğünde kendisini “başta Kurtuluş Savaşımız olmak üzere Aydınlanma ideallerini, emek mücadelelerini, sosyal demokrasinin özgürlük, eşitlik ve dayanışma ilkelerini benimseyen çağdaş demokratik sol bir siyasal partidir” diye tarif etmesi hatta beşinci madde de “hukukun üstünlüğünü, insan hak ve özgürlüklerini, laikliği, çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi, cinsiyet eşitliğini, sosyal devleti, sürdürülebilir ve kapsayıcı büyümeyi ve insan onuruna uygun barışçıl ve hakça bir dünya düzeninin kurulmasını vazgeçilmez temel ilkeleri olarak kabul eder” vurgusu “yazılı metinde doğru bir belirleme” olarak kalıyor. Parti yöneticilerinin ezici bir bölümü yazılı belgelerle değil, parti içi iktidarla ilgileniyor!
Parti kadroları ideolojilerden uzaklaşıp “apolitikleşince” CHP Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun kurultaya “İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi” başlığıyla sunduğu ve delegelerin oybirliği ile kabul edilen “çağrı metninin” karşılık bulması ve tartışılması bir yana “okunmadığı” çıplak gözle bile görülüyor. Tıpkı Kılıçdaroğlu’nun 22 Nisan 2020 tarihli “Alçakgönüllü bir uygarlığın inşasına çağrı” ve 19 Temmuz 2020 tarihli “Yeni sosyal devlet” makalelerinde olduğu gibi…
Düşünsel açılıma ve fikri takibe önem verilmeyince ortaya “Atatürk” tartışması gibi esas itibariyle siyasi iktidar perspektifinden yoksun “CHP içinde iktidar olanlarla, olmak isteyenler” arasında yürüyen ve CHP’ye zarar veren, CHP seçmenini mutsuz eden, seçmeni partiye yakınlaştıran değil uzaklaştıran bir tablo ortaya çıkıyor!
İktidarın çürüdüğü ve çözüldüğü bir ortamda yapılması gereken Cumhuriyet değerleri üzerinden yeniden iktidara yürümekken, hem de “CHP’nin kurucusu, ilk Genel Başkanı ve değişmez önderi” Atatürk üzerinden yürütülen anlamsız bir tartışma ile CHP boğdurulmaya çalışılıyor!
Bu yaklaşıma tavır almadan, fikri hattı, CHP’nin ve sosyal demokrasinin ideolojik üstünlüğünü öne çıkararak ortak bir yürüyüş yapmadan, inandırıcı, güven verici ve sahici olunmaz, iktidar yürüyüşü için gerekli ruh ve heyecan da yakalanamaz!
DEVRİMCİ OLUNMADAN DEĞİŞİM OLMAZ!
Eğer illa da Atatürk konuşulacaksa, Atatürk’ün 100 yıl önceki dönemin koşullarında da, bugün de en önemli farklarından biri sistemi sorgulayan ve değişimini sağlayan ve 100 yıl sonra bile bizlere yol gösteren devrimciliğini konuşalım!
“Devrimcilik” ilkesinin CHP’nin 6 ilkesel okundan biri olması bir tesadüf değildi, tam tersine Atatürk’ün bilerek ve isteyerek öne çıkardığı bir tercihti, Atatürk ve Cumhuriyet’in kurucu kadrosu 19 Mayıs 1919’dan başlayarak Cumhuriyetin ilanına, yeni Anayasadan Cumhuriyet devrimlerine kadar her alanda yitip giden, çürüyen eski sistemle köklü hesaplaşarak başarılı oldular.
Atatürk ve kadrosu devrimci olmasaydı “gökyüzündeki egemenlik” padişahın kontrolünde olmaya devam eder, TBMM’nin üzerinde “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” yazmaz, hilafetten cumhuriyete, ümmetten millete, kuldan yurttaşlığa geçiş olmazdı! Eğer 2023’de 100. yılında cumhuriyeti yeniden demokrasiyle taçlandıracaksak izlenecek yol tartışmasız böyle bir yoldur ve bu yol kişilerin ikbalini, kaprisini, hırsını aşan “hattı müdafayı değil, sattı müdafayı gerektirir!”
16 Eylül 2020, İstanbul
Necdet Saraç